Çin de çevreci olacaktı; ah korona olmasaydı
Çin, son kırk yılda ilk defa, 2019’ün son çeyreğinde yıllık planda öngörülenden daha düşük bir büyüme oranıyla karşılaştı. Başbakan Li Keqiang, yerli üreticiyi rahatlatmak için kömürden vazgeçilmeyeceğini söyledi. Covid-19 salgınıyla ekonomi durma noktasına gelince, önümüzdeki haftadaki yıllık parlamento toplantısında açıklanması beklenen yeni beş yıllık kalkınma planında kömür teknolojilerinin beklenenden büyük bir yer kaplayacağı endişesi oluştu.
22 Nisan Dünya Günü idi. Bu vesileyle salgından sonra gezegenimiz ne halde olacak diye merak ediyor insan elbette. Bu konuda kısa vadeli işaretler umut veriyorsa da, uzun vadeli işaretler daha karamsar.
Türkiye’de son bir ayda 29 büyükşehirde hava kirliliği yüzde 32 azalmış. Çin’de Şubat ayında hava kirliliği yüzde 36 ve karbon salınımı 200 milyon ton düşmüştü. Çin, dünyanın karbon salınımının yaklaşık yüzde 27’sinden kendi başına sorumlu olduğu için bu düşüş iklim değişikliğinin yavaşlatılması için olumlu bir adım olarak görülebilir. Gerçi, geçmişte bu tarz dışsal şoklarla yaşanan düşüşlerin uzun soluklu olmadığına dair bilgi var elimizde. Örneğin, 2008 Kuzey Amerika mali krizinde üretimin düşmesi sonucu 2009 yılında küresel düzeyde karbon salınımı düşüşü gözlenmişti. Ancak bir yıl kadar kısa bir süre içerisinde karbon salınımı oranları yüzde 6’dan fazla arttı. Üstelik, bu artış mali kriz nedeniyle üretimin gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kayması sonucu gerçekleşen yapısal değişimin bir parçası olarak ortaya çıktı ve kalıcı oldu.
Covid-19 pandemisine karşı alınan karantina önlemleriyle birlikte gelen karbon salınımı düşüşünün kalıcı olabileceğine dair umutlu olmak için nedenler var elbet. Salgın küresel bir boyuta ulaştığı için üretimin yavaşlaması bölgesel bir kayma olarak gerçekleşmeyecek muhtemelen. Daha önemlisi, 2019’da Paris İklim Antlaşması aktivistlerinin çabasıyla yenilenebilir enerjiye geçişin uluslararası kamuoyu tarafından çokça desteklendiği bir dönemdeyiz. Birçok devlet ve kurum da bu yönde adımlar atmış durumdaydı pandeminin hemen öncesinde. Geleceğe dair planlar da bu yönde. Örneğin, iklim değişikliği Ocak 2020’deki Davos Liderler Zirvesi’nin ana gündem maddelerinden biriydi. Eylül 2020’de Leipzig’de AB-Çin Zirvesi’nde uluslararası sistemin bu iki önemli aktörü yeşil ekonomi konusunda işbirliği planlarını açıklayacaklardı. Bunun da, Kasım’da yapılacak BM İklim Zirvesi’ndeki güç dağılımını olumlu yönde etkilemesi bekleniyordu. Bu toplantılar artık sanal ortamda yapılacak olabilir ama bu beklentilerin gerçekleşmesi için ortam hazır.
Ember adlı bir düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan rapora göre, elektrik sektörü kaynaklı karbon emisyonları 2019 yılında yüzde 2 oranında azalmış ve bu kömür yakıtlı elektrik üretiminde yaşanan yüzde 3’lük düşüşten kaynaklanıyor. Bu iki oran 1990 yılından bu yana kaydedilen en büyük düşüş oranlarıymış. Yenilenebilir enerjilerden rüzgâr ve güneş enerjisi üretimi ise 2019 yılında yüzde 15 oranında artarak dünyada tüketilen elektriğin yüzde 8’ini karşılamış. Bu oranın yüksekliğini anlamak için karşılaştırırsak, 2013’te bu oran sadece yüzde 3’muş.
ABD, kömürü gazla, AB ise doğrudan rüzgar ve güneş enerjisiyle ikame ederek karbon salınımını azaltmak yoluna gidiyor. Bunun sonucunda, 2007’den bu yana ABD’deki elektrik sektörü kaynaklı karbon emisyonları yüzde 30'lara varan bir oranda azalırken, AB’de düşüş oranı yüzde 43 olmuş.
Kömürden yenilenebilir enerjilere geçiş konusunda prensipte alınan kararlar kadar yeşil enerjilerin kademeli olarak ucuzlaması da rol oynuyor. 2019’da rüzgar enerjisi ihalelerinde rekor düşüklükte rakamlar gözlendi, bunun sonucunda AB, elektriğinin yüzde 18’ini rüzgâr ve güneş enerjisinden karşılar duruma geldi, öte yandan bu oran ABD’de yüzde 11, Çin’de yüzde 9 ve Hindistan’da yüzde 8 oldu.
Yenilenebilir enerji teknolojilerinin ucuzlamasının bir nedeni de Çin’in bu piyasaya girmiş olması. Çin, 2010’lu yıllardan itibaren yeşil enerji dönüşümünü beş yıllık kalkınma planlarına koymaya başladı. Bunun sonucu olarak bugün Çin rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarında öncü, yapım ve kurulum pazarlarının da hakimi. Çoğunluğunu özel şirketlerin oluşturduğu iç pazarı ise üretim fazlası vermeye başladı bile. Hem bu arz fazlasının hem de Çin’in ‘sorumluluk sahibi süper güç’ olma yönündeki yeni dış politikasının sonucu olarak Çin, yeşil teknolojilerin en büyük ithalatçısı da aynı zamanda.
Çin’in siyasi ve ekonomik olarak iklim gündemini destekliyor olması pandeminin yarattığı karbon salınımı rahatlamasının sürdürülebilir olacağı umudunu verse de sonuç yine 2008 mali krizi ertesinde olduğu gibi hüsran olabilir.
Çin, Kuşak ve Yol Girişimi dahilindeki ülkelerle ‘yeşil güç’ anlaşması yapsa ve Çin Kakınma Bankası (CDB) ve Çin İthalat-İhracat Bankası (CHEXİM) gibi finans kuruluşlarıyla bu hedef ülkelerin yeşil yatırımlarını garantiye alma sözü verse de bu iki bankanın verdiği kredilerin büyük çoğunluğu hala geleneksel teknolojilerle işletilecek olan enerji santrallerine. Bu iki bankanın toplam finansmanın yüzde 45’i kömüre, yüzde 34’ü hidrolik enerjiye gidiyor. Rüzgar ve güneş enerjisine verilmiş kredilerin oranı yüzde 3’ten az. Bu çelişkiyi iki şekilde açıklayabiliriz.
Birincisi, Çin’in yeşil enerji yatırımlarında Çin teknolojisi kullanımını zorunlu kılması. Bu esnek olmayan altyapı antlaşması, özel şirketlerin yatırımlarını riske sokuyor. Örneğin, Doğu Avrupa’daki birçok rüzgar santralını yürüten firma bu yüzden yakınlarda iflas etti. Devletler ise Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) böyle riskli yatırımlara sokmak istemiyorlar. Bu durumda, yeşil finansman olsa bile, talep düşük kalıyor.
İkincisi, Çin, yenilenebilir teknolojiler daha kârlı hale geldikçe zarar eden geleneksel enerji alanında uzmanlaşmış KİT'lerini korumak için yurtdışı yatırıma daha çok onları yönlendiriyor. Bu, Çin’in yüksek sesle reklamını yaptığı iklim dostu dış politikasıyla çelişkili de olsa, Çin’in önceliği her zaman yerli kalkınma ihtiyaçları. Bu nedenle elektrik KİT'leri yurtdışında kömürle çalışan santrallere yatırım yapmaya yönlendiriliyor. Bugün Çin’in yurtdışı yatırımının beşte biri kömüre gidiyor ve yaklaşık 50 milyar dolar gibi bir rakamdan bahsediyoruz. Elbette, bu palyatif bir çözüm olduğu için, bu yatırımların yarısından fazlası atıl kalmış durumda ama Çin’in enerji politikasındaki bu ikilik pandemi sonrası dünyada iklim politikasına darbe vurmaya bir zemin oluşturabilir.
Çin, küresel ekonomiyle bütünleştiği son kırk yılda ilk defa 2019’ün son çeyreğinde yıllık planda öngörülenden daha düşük bir büyüme oranıyla karşılaştı. Bunun akabinde başbakan Li Keqiang, yerli üreticinin içini rahatlatmak için kömürden vazgeçilmeyeceği açıklaması yapmıştı. 2020’nin hemen başında Covid-19 salgını baş gösterip ekonomi durma noktasına gelince, önümüzdeki haftaki yıllık parlamento toplantısında açıklanması beklenen yeni beş yıllık kalkınma planında kömür teknolojilerinin beklenenden büyük bir yer kaplayacağı endişesi oluştu. Çünkü, kömürle çalışan elektrik santralleri kısa vadeli ekonomik atılım için karlılığı uzun vadede ortaya çıkan yenilenebilir enerjilerden daha pratik bir seçim. Bu yüzden, daha karantina bitmeden Çin’deki birçok belediye çoğu kömürle çalışan elektrik santrallerinin açılması ya da yeniden açılması için ruhsat verdi. Yalnızca Mart ayında onay verilen kömür santrallerin kapasitesi 2019 yılınını tamamından fazla.