YAZARLAR

Roman halkının virüsle imtihanı

Çok kez Romanlara barodan avukat olarak atandım. Kadınlara haklarını anlatmak için Roman mahallelerine gittim. Hepsinde özellikle dikkat ettiğim bir şey vardı: Ayrımcılığı kanıksamış olmaları. Kendilerini yapılan muameleyi normalleştirmişler. Bu, bir halka yapılabilecek en kötü şey belki de.

Derin ve kronik bir yoksulluk; Roman yoksulluğu. Yüzyıllar boyu dünyanın dört bir yanında, zulüm, baskı ve yoksulluk içinde yaşamış bir halk…

Salgın sürecinde “daha kötü ne olabilir”i de gördüler, görmekteler.

Hurdacılık, çiçekçilik, müzisyenlik, temizlik, sokak satıcılığı gibi günlük/güvencesiz işlerde çalışan ve açlık sınırının altında zar zor yaşayan bu insanlar, bu süreçte hiç çalışamıyorlar. Dolayısıyla karınlarını dahi doyuramayacak noktadalar. Çocuklarına mama alamayan, bez alamayan Roman kadınlar sokaktan ot toplayıp yediriyorlar. Kiralarını zaten ödeyemiyorlar. Onlar için sosyal mesafeden bahsetmek anlamsız; küçücük yerlerde kalabalık yaşıyorlar ve güvencesiz-yoksul koşulları sebebiyle sağlıkları fazlasıyla risk altında.

Toplumda “derin bir öteki” konumundalar. Bu şartlar onlara müstehak görülüyor. Oysa, Romanlara ne nitelikli iş sahibi olmaları için eğitim fırsatı ne de topluma karışabilmeleri için sağlıklı koşullar sunuldu. “Sosyal devlet” ne yazık ki onları da unuttu. AKP, “Roman açılımı” dedi, stratejik belge düzenlemekle yetinip Romanların temel haklarını kağıt üzerinde bıraktı.

8 Nisan Dünya Romanlar Günü’ydü. Bu özel gün vesilesiyle Romanlar hakkında raporlar yayınlandı, bu alanda çalışanlarla birkaç röportaj yapıldı. Sivil toplum, Romanların acil taleplerini sıralamıştı:

-Sosyal yardımlar kapsamında Covid-19 mücadelesi süresince bu yoksul kırılgan kesimlere düzenli nakit yardımında bulunulması,

-Yoksul kesimlerin gıda temininde sorun yaşamaması için erzak desteği/sıcak yemek desteği sağlanması,

-İçinde deterjan, sabun, kolonya, kağıt mendil gibi malzemelerin bulunduğu hijyen kitlerinin dağıtılması,

-Su, elektrik, iletişim, doğal gaz faturalarının ödemesinin mücadele bitene kadar ertelenmesi ve ödemelerinin zamana yayılması,

-Su, elektrik, iletişim, doğal gazı kesik olanlara ivedilikle su, elektrik, doğal gaz ve iletişim hizmetlerinin yeniden verilmesi,

-Yoksul ve kırılgan kesimlerin ulaşabileceği mobil ve gezici sağlık hizmeti verilmesi,

-Covid-19 şüphesi gösteren evsizlerin izolasyonda olabilecekleri, düzenli ve besleyici gıdalarla beslenebilecekleri, sağlık personeli desteği olan mekanların tahsis edilmesi,

-İlaç katkı paylarının Covid-19 ile mücadele süresince kaldırılması,

-Nüfus yoğunluğu oldukça yüksek olan bu mahallelerde düzenli aralıklarda dezenfeksiyon yapılması,

-Mahallelerde sosyal yaşamın, dayanışmanın bir parçası olan kapı önü toplanmalarının yapılmaması konusunda bilgilendirme yapılması,

-Covid-19’dan korunma, salgının önlenmesi konusundaki kamu spotlarının düzenli olarak STK’lar ve toplum önderleri aracılığıyla yoksul kırılgan kesimlerin çevrelerinde yayılmasının temin edilmesi,

-Covid-19 sonrasında eğitimden kopan Roman çocukları için telafi eğitimi planlanıp uygulanması,

-İşini kaybetmiş ailelerin tekrar iş kurana kadar Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında değerlendirilmesi,

-İvedi bir şekilde okur-yazar olmayan Romanlar için okur yazarlık kursuna başlatılması.

Peki bunların hangisi yapıldı?

Hiçbiri.

Romanlar yine siyasete alet edildi ve unutuldu. Romanların kaderi yine “insan”ların dayanışmasına bırakıldı. Bu anlamda, birçok dernek ve dayanışma ağı var. Bu dayanışma ağlarından bilhassa biri Romanlar konusunda samimi ve sistemli çalışıyor: Derin Yoksulluk Ağı. Çoğunlukla kadın gönüllüler tarafından başlatılan bu kampanya ile ihtiyaç sahibi Romanlara ve yoksullara sanal market aracılığıyla dayanışmada bulunabiliyorsunuz.

SODEV, geçtiğimiz günlerde Romanlara ilişkin bir online konferans düzenledi (Youtube üzerinden izlenebilir.). Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı ve ödüllü “Buçuk” belgeselinin yönetmeni Elmas Arus önemli bilgiler verdi. Ayrıca, yoksulluğun ve eğitimden yoksunluğun Roman çocukları suça sürüklediğinden, artan kadın şiddetinden ve yapılması gerekenlerden de bahsetti.

Çok kez Romanlara barodan avukat olarak atandım. Kadınlara haklarını anlatmak için Roman mahallelerine gittim. Hepsinde özellikle dikkat ettiğim bir şey vardı: Ayrımcılığı kanıksamış olmaları. Kendilerini yapılan muameleyi normalleştirmişler. Bu, bir halka yapılabilecek en kötü şey belki de. En temel haklarını talep etmekten bile yoksun bırakacak kadar yok saymak.

Bu yazıyı yazdığım gün, tesadüf, Çingeneleri* konu alan “Taş Bebek” diye bir film izledim. Hem kadınların hem de Romanların yaşadığı şiddeti öyle muazzam anlatmış ki, çok etkileyiciydi. Filmin bir sahnesinde Çingene şair kadın “gadjo (Roman dilinde ‘yabancı/Roman olmayan kişi’ demek)” yazar bir adama şöyle diyor: “Aynı kanıda olabiliriz ama farklı yaşamlar sürüyoruz. Senin halkın güçlü, benimki ise zayıf. Çünkü ne ilmimiz var ne belleğimiz. Belki böylesi daha iyi. Çingenelerin belleği olsaydı endişeden yaşayamazdık.”

Birçoğumuzun kafasında “Roman havası” diye bir şey var ama Romanların kendisi yok. Roman bir kadından çiçek alırken çiçeği görüyoruz, kadını değil. Ya da arabanın camını silmek isteyen Roman çocuk, daima potansiyel suçlu ya da hırsız gözümüzde. Bir yerlerde yaşıyorlar bu insanlar ve oralar sanki yaşadığımız kente dahil değil. Yoksul olduklarını görebiliyoruz ama bir şey yapmak aklımıza gelmiyor. Tuhaf değil mi sizce de? Lütfen Romanları daha çok konuşalım, onları daha çok “görelim” ve mümkünse destek olalım. Devletin sorumlulukları zaten baki.

Son olarak, yukarıdaki filmi ve Tony Gatlif’in “Korkoro”sunu izlemediysek muhakkak izleyelim. Bu süreçte izlenebilecek en iyi yapımlardan ikisi olmakla birlikte Romanları da daha iyi anlamamızı sağlayacaklarına eminim.

*“Çingene” kelimesini bilhassa kullanmayı tercih ettim burada. Önerdiğim filmlerde Romanlar “Çingene” olarak geçiyor ve esasında bu kelimede bir sorun yok. Kelimeyi sorunlu hale getiren ötekileştirici anlayış. Türkiye’de “Çingene” kelimesi ne yazık ki hep olumsuz ve kötüleyici manada kullanıldıldığından Çingeneler kendilerine “Roman” denilmesini tercih ediyorlar.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.