YAZARLAR

'Bu ülkeyi işverenler mi yönetiyor yani?'

Kötü düşünmek istemiyorum. Kronik hastalığım var mı bilmiyorum. 2017'de bir iş kazası geçirdim, on yedi ay raporlu kaldım. Ama ağırlıklı olarak karbonmonoksite maruz kaldığımız için ciğer rahatsızlığını her madenci yaşar. Yedi saat bilfiil yeraltındasın sonuçta. Bu hastalık da en çok ciğerleri zorluyor.

35 yaşındaki Zonguldaklı maden işçisi Ahmet, kaderinden kurtulamamış, altı yıldır Soma'da özel bir madende çalışıyor. Her birinin akciğeri zaten yorgun işçilerin tek hava girişinden soluduğu yeraltının derinlikleri, virüs riskiyle daha da karanlık. Devletin işlettiği madenlerde üretim durduysa da, özel ocakların büyük kısmında açlıkla ölüm arasına sıkıştırılmış mesai sürüyor. Ahmet, işçilerin gözüne çekilen kesif korku perdesini ama her şeye rağmen umudunu anlatıyor.

Çizim: Murat Başol

Nasıl olalım? Sadece Soma'da yüz pozitif vaka var diye duyuyoruz. Bu kadar çok olmasının sebebi özel ocakların olması, bir de işletme sahiplerinin “devlet biziz” der gibi davranması. İstedikleri gibi insan çalıştırıyorlar. Üç ocakta hâlâ üretim devam ediyor. Kaç kişidir? Soma'da dört ocakta toplam 13 bine yakın işçi vardır.

Ben altı yıldır madendeyim. Şimdi, madenlerde bir hava girişi, bir çıkışı olur. Bu virüsü duyduğumuzdan beri onlarca, yüzlerce kişiye çok çabuk bulaşır diye korkuyorduk zaten. Soma'da 81 vilayetten insan çalışır, Mart'tan sonra yıllık izne gidenlerin dönmesi riskli demiştik. Kim nereye gidiyor, arada kimle kontakt kurmuş bilmiyoruz çünkü. Dinletemedik. Bir özel maden 1 Nisan'da üretimi durdurduğunu söylüyor, kimseye de ücretsiz izin vermiyoruz, işçiler kendi rızalarıyla ayrılıyor diyor. Böyle bir şey yok. Zorla imza attırıyorlar. “Üretim durdu” diyorlar, sormak istiyorum, 4 Nisan'la 14 Nisan arası üretim tablosu 70 bin ton. Sizce burada üretim durmuş mudur? Hastalığın dışında bir de baskıyla uğraşıyoruz. Sosyal medya paylaşımı yasak, kimseye yorum yapmak yasak. Bazı işçiler de görüyor bütün bunları, ama göz göre “Evet, üretim durdu” diye konuşma yapıyorlar. Nalet olsun ki korkuyorlar... Evet, geçim derdi tabii. Ama bir kişinin demesiyle on kişinin demesi arasında fark var, on kişiyle bin kişi arasında dağ kadar fark var. Bir olmamız lazım. Gerekirse biz (Bağımsız Maden-İş) konuşuruz, siz yeter ki arkamızda durun diyoruz, o da olamıyor. Korkudan tam bir birlik sağlanamıyor.

Beni şimdi yıllık izne çıkardılar, yıllık izni olmayanlara ücretsiz izin... Benim de sonra ücretsiz izine dönecek, başka ne olabilir? Vaka sayısı yükseldi çünkü. Maden-İş, Zonguldak'taki madeni durdurdu. Devlet madeninde çalışanlar maaşlarını alırken, özel sektördekiler neden açlıkla ölüm arasında terk ediliyor? Asgari ücretli vatandaşı ölüme terk etmek bu. Soma'daki işçiler tam böyle hissediyor şu an. Bir-iki hafta önce bir şehit cenazesi için bir bakan mı, milletvekili mi, biri gelmiş Soma'ya. Madenci abilerden biri “Her geçen gün vakalar artıyor, ne düşünüyorsunuz madenciler hakkında?” diye sormuş. “Bizi aşıyor bu işler. Maden yukarıdan bağlantı kuruyor” demiş. Yukarıdan ne demek, bizi aşıyor ne demek? Türkiye Cumhuriyeti bunların eline mi kaldı? Bu ülkeyi işverenler mi yönetiyor yani? Adalet mülkün temelidir denir, yanlış. Mülk kimdeyse adalet de, devlet de onunmuş.

Soma'da herkes iç içedir, birbirini bilir. Tanıdıklarımdan pozitif olan var tabii. Boru ekibinden bir arkadaşım, sadece onların orada sekiz kişi olduğunu söyledi mesela. Doktorlar, hemşireler madenci gelince ne yapacaklarını şaşırıyorlarmış. Zaten daha madenden geliyorum deyince kaçıyorlarmış yanından.

Kendimi bayağı aldatılmış gibi hissediyorum. Şimdi ne yapacağım, ne edeceğim onu da bilmiyorum. Bir tek benim maaşımla dönüyor ev, iki çocuk var. Biri dokuz yaşında, biri üç. Kötü düşünmek istemiyorum. Kronik hastalığım var mı bilmiyorum. 2017'de bir iş kazası geçirdim, on yedi ay raporlu kaldım. Ama ağırlıklı olarak karbonmonoksite maruz kaldığımız için ciğer rahatsızlığını her madenci yaşar. Yedi saat bilfiil yeraltındasın sonuçta. Bu hastalık da en çok ciğerleri zorluyor.

35 yaşındayım, on yaşımdan beri çalışıyorum. İlk ayakkabı boyacılığı yaptım, sonra simit sattım. Sırayla sayayım: Sonra tekstil, konfeksiyon, sonra kalorifer tesisatı, sonra giyim mağazası, sonra maden... En zoru maden tabii ki. Bir de hiç sevmeden yapıyorum. Ben aslen Zonguldaklıyım, amcalarım, dayılarım hep madenden emekli. Bir babam kaçmış bu işten. Ben de hayatta madene girmem diyordum, büyük konuşmuşuz. Kaderimi yaşadığımın farkındayım. Bu maden işi için Zonguldak'tan Soma'ya geldik. Zonguldak'ta da durum kötü şu an, sayı çok artmış. Benim eskiden yaşadığım küçücük köyde bile yedi ev karantinada dediler. Köyden ölenler var. Şehir merkezinde de sorumsuzluk sürüyor, sosyal mesafe falan takan yok, çarşılar tıklım tıklım, inanamıyorum.

Geleceği sorarsan, çok kötü görüyorum şahsen. Teknoloji daha da ilerleyecek, 5G muhabbeti var, hastalıklar çoğalacak, hepsinin ceremesini de asgari ücretliler, parası olmayanlar çekecek. İşsizlik daha da artacak, zaten robotlaşma devrine girilmiş. Aslında maden işini robotların yapması lazım, mantıklı. Mekanize bir şeyler var şu an madenlerde, ama yine insan gücü gerektiriyor. Bu ağır işi, gitsin robotlar yapsın... Ama bak şimdi düşününce, o zaman da maden işçisine yukarıda torbalama kalır, sonra o torbalamayı da robota yaptırırlar, yine biz işsiz kalırız. Vallahi, olacak olan bu.

Böyle konuşuyorum ama her karanlığın ardından güneşin doğacağına da inanıyorum ben. Yaşamak umuttur bence. Umudu ne sağlıyor? Örgütlülük diyemem, hiç sağlam bir örgütümüz yok. Ona kızıyorum ben de. Sekiz yüz kişi falanızdır biz, bu dönemde paylaşımları çoğaltalım falan diyorum arkadaşlara, bakıyorsun üç kişi, beş kişi. Sendikalılar bile korkuyor düşün. Korkuyu kıramıyoruz, sorunumuz bu. Onu bir kırsak umudum daha çok olacak. Şu anki umudum daha çok okuduğum kitaplardan geliyor herhalde...

Konuştuğumuz gün 110.130 vaka, 2805 ölüm açıklanmıştı.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.


Pınar Öğünç Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu. 1997 yılından beri çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör, köşe yazarı olarak çalışıyor. Jet Rejisör (söyleşi, İletişim Yay.), İnce İş (söyleşi, İletişim Yay.), Asker Doğmayanlar (söyleşi, Hrant Dink Vakfı Yay.), Aksi Gibi (hikâye, İletişim Yay.), Beterotu ((hikâye, İletişim Yay.), Cotturuk Defterleri (çocuk, CanÇocuk) kitaplarının yazarı.