Diyanet sınıf çelişkisinin neresinde?
2020’nin Diyaneti 28 Şubat’ın Diyaneti kadar halktan kopuk görünüyor. Ancak AKP iktidarında Diyanet’in cemaatle arasına mesafe koyma ve kendini ululaştırma, yüceltme çabalarının izini 2003’e kadar sürmek mümkün. Burada özellikle muhafazakar sağın en hassas olduğu giyim-kuşam, kıyafet pratiğine odaklanıyorum: İşlemeli beyaz cübbe.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın ilk Ramazan hutbesi bir haftadır iktidarın üst üste hamleleriyle muhalefete karşı topyekun bir kampanyanın aracına dönüştürülmüş durumda. Bu kampanya bir taşla bir sürü kuşu vurmaya çalışıyor. Ancak, hutbenin siyasal bağlamı tanımlayan temel çelişki AKP iktidarının omurgasını oluşturan kent yoksulları ve büyük sermaye arasındaki ittifakın çatırdıyor olmasıdır.
ESNAFIN ERİMESİ
AKP açısından temel stratejik mesele aralarında uzlaşmaz çelişkileri olan işçi sınıfı ve burjuvazinin aynı siyasal ittifak içinde ne kadar ve hangi koşullar altında bir arada tutulabileceğidir. Bir süreden beri bu koşulların giderek güçleştiğine dair işaretler beliriyordu: Dış piyasalardan ucuz borçla döndürülen klientalist düzenek uzun süreden beri teklemekteydi; İstanbul, Ankara başta olmak üzere AKP’nin yerel yönetimlerdeki yenilgisi ciddi bir göstergeydi; rant kaynakları daraldıkça AKP liderliği bol keseden dağıtan bir makam olmaktan çıkıp kimin daha az alacağına karar veren bir merciye dönüşmekteydi; ve nihayet, daha azla yetinmek istemeyenlerin kavgası iktidar bloğu ve koalisyonu içinde sürekli niza ve fitneye yol açıyordu. Ancak, Covid-19 salgınıyla beraber işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki hegemonik ilişkideki transmisyon kayışı tamamen koptu: Esnaf eriyor.
1980 sonrasında sosyal devletin ve sendikaların gerilediği bir ortamda aile, hemşehrilik ve cami ilişkilerinin sermaye birikimi için seferber edilmesi kitlelerin pasifleştirilmesinde - daha doğrusu terhis edilmek (demobilization) için seferber (mobilization) edilmesinde - çok önemli bir rol oynadı. Benim gibi 1990ların sonunda OSTİM, Siteler gibi organize sanayi bölgelerinde işçi örgütlenmesi çabalarına destek olanlar için bu ilişkiler, sendikalaşmayı imkansızlaştıran yasalar ve jandarma-işveren baskısıyla beraber, bağımsız işçi örgütlenmesinin önündeki en büyük engellerdi. Covid-19 salgını halihazırda erimekte olan bu toplumsal sınıfa ve onun rejimdeki siyasal işlevine onarılmaz ve geri dönülmez bir zarar verdi. Salgın öncesi ekonomik koşullarda da mukadder olan, ancak rejimin ötelemeye çalıştığı bu önemli kayıp salgınla beraber iyice belirginleşti: İktidarın bu kilit sınıfı ayakta tutacak kadar yoğun bakım kapasitesi yok.
28 ŞUBAT’TAN AKP’YE DİYANET
Toplumsal payandası erimekte olan rejimlerin din ve milliyetçiliğe sığınması bir sürpriz değil. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ve devlet yapısındaki yerinin sadece bir kriz yönetimi aracına indirgenmesi yanıltıcı olur.
Diyanet uzun yıllar boyunca devletin dini tahakküm aracı olarak İslamcı çevrelerden eleştirilere maruz kaldı. Hatta AKP iktidara gelene kadar Diyanet’in kaldırılması bu çevrelerde geniş kabul gören bir talepti. Buna mukabil Kemalist çevreler Diyanet’i şeriat tehlikesine karşı önemli bir laik devlet kurumu olarak görür ve savunurdu. 28 Şubat süreci Diyanet’in bu işlevini iyice belirginleştirdi. Başörtüsü üzerinde yoğunlaşan, ama çeşitli gizli kamera kayıtları, cinsel birleşme sonrası ev baskınları ve yeşil sermaye listeleriyle desteklenen bir “ahlaki panik” kampanyasında “sapkın” din anlayışlarının karşısında akılcı, modern ve normal bir din anlayışının temsilcisi olarak sahnedeki yerini aldı Diyanet. Ancak nasıl ki 28 Şubat müftüleri 2001’de sokaklara dökülen ve AKP’ye iktidara giden yolu açan esnaf eylemlerini engelleyemediyse, şimdi de muhtemel tepkileri engellemesi mümkün olmayacaktır.
BEYAZ CÜBBENİN ENDAMI
Nitekim 2020’nin Diyaneti 28 Şubat’ın Diyaneti kadar halktan kopuk görünüyor. Ancak AKP iktidarında Diyanet’in cemaatle arasına mesafe koyma ve kendini ululaştırma, yüceltme çabalarının izini 2003’e kadar sürmek mümkün. Burada özellikle muhafazakar sağın en hassas olduğu giyim-kuşam, kıyafet pratiğine odaklanıyorum: İşlemeli beyaz cübbe.
2003 yılına kadar Diyanet İşleri Başkanlarını, müftüleri ve imamları sade siyah bir cübbe ve kırmızı fes etrafına sarılmış beyaz sarıkla görürdük. 2003’te Diyanet İşleri Başkanlığı makamına oturan Ali Bardakoğlu’yla beraber kemik renginde, işlemeli cübbeler arz-ı endam etmeye başladı. Yeni Asır’dan Mehmet Demirci’ye göre Bardakoğlu makama geldiği günlerde Balçova Termal Otel’deki bir toplantının kulisinde “Başkanlık cübbesine uygun, klasik tarzda motifler” arayışında olduğunu söylemiş. Bu rivayet doğruysa cübbe tasarımındaki değişim Diyanet İşleri Başkanı’nın statüsünü yüceltmeyle alakalı görünüyor. Buna başka bir dolaylı kanıt da 2007’deki bir haberden geliyor: Buna göre Bardakoğlu kendisini ziyaret eden Papa XVI. Benedict’i özel olarak diktirdiği beyaz cübbesi ve sarığıyla karşılıyor. Bu buluşmanın fotoğrafları Bardakoğlu’nun sırmalarının Papa’nın düz beyaz kıyafetini nasıl solladığını gösteriyor. Acaba beyaz rengin seçilmesi de Papa’nın beyaz kıyafetine bir gönderme miydi? Bugün Diyanet İşleri Başkanı’nın yanılmazlığı, şaşmazlığı, hatasızlığı üzerine kurulan ilahi hükmü temsil iddiası da Papa’nın yanılmazlık iddiasına atıfla mı okunmalı acaba?
PERFORMANS VE GİYİM TERCİHİYLE GÜNDEM YARATMAK
Bardakoğlu’nun yeni bayram cübbesi ilgili bir internet sitesinde yer alan haberin dili Diyanet’teki bu değişimin sadece yeni başkanın hevesiyle açıklanamayan bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor:
“Bardakoğlu’nun bayramda giyeceği cübbesi hazır: Papa 16. Benedict karşısındaki performansı ile ‘içe kapanık Diyanet’i dünya kamuoyunun gündemine taşıyan Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Ali Bardakoğlu, giyim tercihleriyle de dikkat çekiyor.”
Sadece performansıyla değil giyim tercihiyle de gündem yaratan Bardakoğlu’nun kıyafet siyasetinin burjuvalaşan İslamcı harekette de hatırı sayılır bir karşılık bulduğunu not etmek lazım. Erzurum’dan yerel bir gazete bu cübbe modasını şöyle özetliyor:
“Cami kürsülerinde tek tip siyah cübbeli imamları görüp de ‘Neden hep siyah giyiyorlar?’ diye düşünürken Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanı olmasıyla bu görüntüler değişmeye başladı. Bardakoğlu’nun, renginden desenine kadar, özel olarak bir cübbe tasarlatarak giymesi imamlara ve müftülere örnek oldu. Artık imamlar giydikleri cübbelerin şıklığı ile dikkat çekiyor.”
Gazete Fatih’teki atölyesinde çeşitli ülkelerdeki imam ve müftülere cübbeler diken Sevim Sezer’in markalaşma serüvenini belgeliyor. Visalli adlı cübbe markası Milan’ı çağrıştırsa da Vatikan’la müsabakadan vazgeçilmiş değil:
“Papa dünya markası tarafından giydiriliyorsa Diyanet İşleri Başkanı’mızın da özel olarak giydirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için arşivlere müracaat ettik. Meşihatı İslamiye makamında bulunan zatların özel tasarlanmış cübbelerine ulaştık. Başkanın cübbesinin kalıplarını çıkartabilmek için İtalya Milano’dan özel modacılarla ortak çalışmalar yaptık. Selçuklu mimarisinden esinlenerek, Rumi motiflerin Türk İslam desenleriyle buluşmasını hayal ettik, çaba gösterdik.”
Visalli Giyim’in internet sitesi fiyat vermiyor maalesef. Ancak başka bir siteden cübbe fiyatı almayı başardım. Buna göre sade bir namaz cübbesi 100 TL. Biraz daha gösterişe meraklılar için Payitaht, Fatih, Abdülhamit veya İbn-i Sina modelleri 300 TL. Lüks Yavuz Selim veya Lüks Osman Gazi ise 425 TL.
SADELİĞE DÖNEMEMEK VE VAKA-I MERCEDESİYE
2010’da makamı Bardakoğlu’ndan devralan Mehmet Görmez ise bir ara yeşil cübbe denemesinde bulunuyor. Görmez bu cübbeyi ilk olarak Bilkent Otel’de yaptığı dinlerin kardeşliği temalı basın açıklamasında giydiği için Yeni Çağ gazetesi tarafından “diyalog cübbesi” olarak tanımlanmış. Yine bu dönemde Diyanet’in daha önce Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’nde üretilen cübbe ve sarık işini Çorum İskilip’teki Metin Alkan Halk Eğitim Merkezi’ne verdiğini basından öğreniyoruz.
Diyanet’in cübbe siyasetinin İslamcı camiada tepki doğurduğunu gözlemlemek mümkün. Örneğin, Demirci 2016’daki yazısında şikayet ediyor:
“Bardakoğlu’ndan itibaren cübbe kemik rengine döndü farklı işlemelerle süslendi. Bence siyah renk daha sade ve daha uygundu. Şimdiki Başkan Mehmet Görmez de aynı yolu devam ettiriyor. TV’deki görüntüye göre bazen fazla süslü ve abartılı cübbeler giydiği görülüyor. Başkanlarını gören din görevlileri de krem ve kemik rengi cübbe giymeye başladı. Önce bunlar işlemesizdi. Daha sonra modacılar devreye girdi. Abartılı renk renk işlemeli, sırmalı cübbeler ortaya çıktı.”
Yazar aynı yazısında Diyanet’in bir genelge yayımlayarak gösterişsiz, sade ve nakışsız cübbelere dönüş talimatı verdiğinden de bahsediyor. Ancak anlaşılan kurum artık dönülmez bir yola girmişti. Bunun en bariz örneği de Mehmet Görmez’in odağında olduğu Mercedes tartışmasıydı.
2015’te HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın gündeme taşıması üzerine Görmez kendisine tahsis edilen 1 milyon TL değerindeki Mercedes marka makam aracını iade etmeye kalkmıştı. Ancak Görmez’in bu jesti Erdoğan tarafından engellenmişti. Sonuçta Diyanet İşleri Başkanı bizzat siyasi liderin talimatıyla zırhlı Mercedes’e binmeye mecbur kalmıştı. Kim bilir belki de Görmez görev süresinden üç sene önce emekliye ayrılırken Saray’a yakın medya tarafından sessizlikle uğurlanmasında bu olayın da bir rolü olmuştu.
SALGIN GÜNLERİNDE DİYANET
Görmez’den sonra göreve gelen Ali Erbaş döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hem ekonomik kaynakları alabildiğine genişledi hem de rejim içindeki işlevi iyice pekişti. Bu dönüşümü kurumun bütçesinden takip etmek mümkün: 2019 yılının 11 aylık harcaması 9.6 milyar TL’yi buldu ve böylece Cumhurbaşkanlığı ve altı bakanlığın harcamalarını geride bıraktı. Kuruma 2020 yılında bütçeden 11.5 milyar TL ayrılmış durumda. Başkanlığın istihdam ettiği toplam personel 130 bine yaklaşırken, Sağlık Bakanlığı’na bağlı toplam doktor sayısını (101 bin 116) geride bıraktı. Salgın zamanında özellikle öne çıkan bu karşılaştırmanın kurumun üzerinde belirli bir baskı yaratması şaşırtıcı olmamalı.
Ne var ki Diyanet’in rejimin çelişkilerini gizleyebilme kabiliyeti bütçesiyle ters orantılı olarak azalmakta. Örneğin, 24 Nisan tarihli olaylı hutbede eşcinseller, sigara ve alkol bağımlıları ve nikahsız beraberlik yaşayanların yanında mahkum edilen faiz uygulaması daha birkaç ay önce kamu bankaları kaynaklı TOKİ kredilerinde caiz sayılmıştı. Şimdi bu hutbe üzerinden muhalefete karşı bir seferberlik kampanyası girişimi belki kısa vadede AKP tabanını bir arada tutacak etkisi yaratabilir, veya bu etkiye yol açmasından medet umulabilir. Ancak Covid-19 salgınının iyice perçinlediği ve yakın geleceğimizi karartan ekonomik tablo ve toplumsal eşitsizliğe bir çare olması söz konusu olamaz. Nitekim bu konuda yine Diyanet’e başvuralım: Kurum, 2020 yılına ilişkin (2021 Ramazan'ına kadar geçerli olacak) fitre ise günde 27 TL olarak belirlenmiş. Başka söze gerek var mı?