YAZARLAR

Son Dans, Chicago Bulls ve Michael Jordan...

İşte 'Son Dans' ismi buradan geliyor. Sezon başlarken koç Phil Jackson koymuştu bu ismi. Çünkü biliyordu ki sezonun devamında şampiyon olsalar bile bu takımın bir arada kalamayacağı kesindi. Size hikayenin en başını anlatmam gerekiyordu. Bazen bir yolculuğun anlamını yolun başında bulursunuz.

'The Last Dance' yani 'Son Dans' yayına gireli nerdeyse 3 hafta oluyor ve fırtına dinmek yerinde her geçen gün daha da büyüyor. Amerika'da ESPN'nin bir yapımı olan bu belgesel Netflix'te yayınlanıyor. Konu çok bilinmedik değil. NBA, 90'lar, Chicago Bulls ve tabi ki Michael Jordan. Peki bu belgeseli özel kılan nedir? Bu fırtına neden bu kadar güçlü esti dünyada? Evet, bugün hem 'The Last Dance'i masaya yatıracağız, hem de DeLoreen'imize atlayıp zamanda biraz yolculuk yapacağız. Tıpkı Geleceğe Dönüş serisindeki gibi; Bir geçmişe gidip geleceğiz, bir geleceğe... Tekrar ederek.

Michael Jordan ve Chicago Bulls, 1990'larda tam 6 kez NBA şampiyonluğu kazandı. Bulls'un 1991, 1992 ve 1993 yıllarında üst üste üç kez şampiyon olmasının ardından Michael Jordan basketbola erkan yaşta veda etti. 1995 yılında basketbola geri dönen Majesteleri, Chicago Bulls'u 1996, 1997 ve 1998 yıllarında bir kez daha üst üste üç kez şampiyonluğa taşıdı. Buraya kadar tamam. Ama asıl hikaye şurada başlıyor; Son sezonları, yani 1997-98 sezonu başlamadan önce takım dağılmak üzereydi. Oyuncular, teknik ekip ve takım yönetimi arasında ciddi bir kaos vardı.

Genel Menajer (GM) Jerry Krause, koç Phil Jackson'ı takımın başında istemiyordu. Takımın ikinci büyük yıldızı Scottie Pippen'ın ise sözleşmesiyle ilgili bir sıkıntı vardı ve takımdan takasla gönderilmesi söz konusuydu. Michael Jordan ise “Phil Jackson yoksa ben de yokum” gibi söylemlerde bulunuyordu. Aksi takdirde bu 'Son Dans' sezonunda takımın başında Phil Jackson olamazdı. Sezon başladı ve Scottie Pippen takıma çok geç katıldı.

Sezon devam ederken GM Jerry Krause önümüzdeki yıl çoğu oyuncuyla yolların ayrılacağını ve takımın başında Phil Jackson'ın olmayacağını söylüyordu. Bu nasıl profesyonellik gerçekten enteresan. Düşünsenize takımınız şampiyonluğa yürüyor, sen ise takımın kimyasını alt üst edecek saçma sapan demeçler veriyorsun basına. Burada takımın patronu, yani sahibi Jerry Reinsdorf'u da eleştirmek gerek. Sonuçta nasıl koç ve oyuncular onun profesyoneliyse, Jerry Krause da aynı şekilde. Yani bu meydanı ona vermiş olmaları bile enteresan bir yöneticilik skandalıdır.

İşte 'Son Dans' ismi buradan geliyor. Sezon başlarken koç Phil Jackson koymuştu bu ismi. Çünkü biliyordu ki sezonun devamında şampiyon olsalar bile bu takımın bir arada kalamayacağı kesindi. Size hikayenin en başını anlatmam gerekiyordu. Bazen bir yolculuğun anlamını yolun başında bulursunuz. Yol boyunca taşırsınız ve yolun sonunda öğrenmiş olursunuz. Çünkü olayları okuduğumuz süreç yolculuktur. Ve her cümlenin, her satırın bir de başı vardır; sonu olduğu gibi.

Ben çok şanslı bir jenerasyonda doğmuş bir gazeteci ve basketbolseverim. Çünkü bugün bu belgeseli hayretler içinde izleyen 25 yaş ve altı gençlerin anlamaya çalıştıklarına gözlerimle tanıklık ettim ve hissettim. 'Michael Jordan miti'nin şahidiyim. Zaten Michael Jordan'ı, Leonardo Da Vinci'nin 'Son Akşam Yemeği' tablosundaki ortada oturan adam olarak anlamlandıran, benzeten benim. Evet, böyle. Peki neden böyle? İşte bunu anlamak lazım başka açılardan.

1990'larda sosyal medya yoktu. O zamanlar Michael Jordan, maçtan maça görebildiğimiz bir uzaylıydı. Dokunulamaz, konuşulamaz, ulaşılamaz ve bir bakıma suyun üzerinde yürüyebilen adam algısı. Görüntülendiğinde etrafında bugün Donald Trump'ın, Recep Tayyip Erdoğan'ın bile sahip olamadığı kadar koruma ordusu olurdu. Onu bir insan olarak algılamıyorduk çünkü yaşantısına gerçekten şahit olamıyorduk. Halbuki o da akşamları masaya oturup yemeğini yiyor ya da tuvalete gidiyordu. Dünya öyle bir yerdi bir zamanlar. Ama dünya bir bakıma değişti. Algılar. Artık çok büyük bir star, ikon olmak için Michael Jordan veya Michael Jackson gibi bir uzaylı olmak işe yaramıyor. Sosyal medya var artık. Biz LeBron James'in evinde hanımı ve çocuklarıyla mangal partisini görüyoruz. Akşamları evde uzanıp TV'de ne izlediğini bile biliyoruz. Artık pazarlanan şey; dokunulmazlık değil samimiyet. Evet, bu samimiyetin gerçekliği ve kurgusallığı tartışılabilir elbette. Ama pazarlanan ve entegre edilen kültürün var olan gerçekliğini yok sayamaz bu. Her şey 'etkileşim' üzerine kurulu. Eskiden UFO, 'unknown flying object' yani 'bilinmeyen uçan cisim' olarak odaklanıyorduk Michael Jordan'a. Şimdi ise evet, yine temas edemiyoruz ama kendimizden biri olarak hissettiğimiz, daha doğrusu hissettirildiğimiz figürlerle bağ kurmaya başlıyoruz.

Şimdi diyeceksiniz ki; bunların 'The Last Dance' ile ne ilgisi var? Aslında işin temelinde 90'ların NBA'sini , popüler kültürünü ve Michael Jordan algısını anlamanın temelinde bu unsurlar yatıyor. Yoksa siz Michael Jordan'ın gelmiş geçmiş en büyük basketbolcu olarak kabul edilmesinde sadece vurduğu smaçlar ve kazandığı şampiyonluklar mı olduğunu düşünüyordunuz?

Belgeseli izleyenler muhakkak fark etmiştir. İzlemeyenler ise artık izleyince farkeder. Michael Jordan'ın takım ile birlikte olan görüntülerini dikkatle izlerseniz şunu çok net görebiliyorsunuz. Michael, oradaki takımın bir unsuru değil, 'o' ve takım arkadaşları olarak bir yapının kurulmuş olduğunu fark edeceksiniz. Yani aynı soyunma odasında soyunup giyindiği takım arkadaşlarının gözünde bile başka bir evrene ait süper kahraman gibi. Ben buna benzer bir auraya hayatımda tanıklık etmedim.

Michael Jordan'ın belgeselin yayınlanmasına bir kaç gün kala şöyle bir demeç vermesi bile enteresan; “Bu belgeseli izleyenler benim kötü bir insan olduğumu düşünecekler.”  Yahu arkadaş? Merak etme, biz zaten biliyorduk senin nasıl biri olduğunu. Hiç tereddüt etmeden kendi takım arkadaşını dövüp çenesini dağıtan acımasız biri olduğunu biliyoruz. Hem de kaç kere oldu bu tür hadiseler.

Size bir şey anlatayım; Michael Jordan neden büyük biliyor musunuz? Nasıl bu kadar sert bir insana dönüştü? Michael bugünün NBA'sinde biri kötü bir tweet attı diye ağlayan muhallebi çocuğu kıvamındaki oyuncular gibi değil. Michael'ın bütün hayatı, bütün kariyeri hep bir engeli aşmaya çalışmakla geçti. Hep mücadele içinde.

Çocukken, ağabeyi Larry ile basketbol oynarken, Larry'nin hep onu yenmesi, ona çocuk olmasına rağmen sert oynaması, babasının hep onu baskı altına alması, hiç takdir etmemesi... Michael Jordan, lise basketbol takımına alınmadı. Kesildi, seçmelerde. Bunu bile aşmaya çalıştı. Üniversite yıllarında çaylak sezonunda çok sert bir seviyede oynatıldı. NBA kariyeri başladı. Rakipler onu döve döve yendi. Detroit Piston, onu teknik olarak dövdü. Gerçekten döve döve yendiler. Michael'ın yemediği yumruk, tokat, çelme kalmadı. Bunlara karşı mücadele etti. Bunu aşmaya çalıştı. Yıllarca Pistons'ı aşmaya çalıştı. İkinci sezonunda, kırık ayakla bile tam iyileşmeden oyuna dönmeye çalıştı. Kariyerinin zirvesindeyken basketbolu bıraktı. Babası öldürüldü. Baseball oynadı. Tekrar basketbola döndü. Yeniden şampiyon olmayı başardı. Üç sene üst üste. Son sezonu, yani bu 'Son Dans'ı düşünün. En önemli takım arkadaşı kontrat işleri yüzünden takımda yerini almıyor. Jordan bir şekilde yarışta tutunmaya çalışıyor. Yönetim, oyuncular ve teknik kadro bir kaos halinde problemli ilişkiler yaşıyor. Takım yönetimiyle mücadele ediyor. Bunun üstesinden geliyor. Dahili ve harici düşmanları oldu hep. Bunlarla mücadele etti.

Bu yazdıklarımız sayesinden Michael Jordan olmadı o. Bunlar onun etrafında O'nun PR'ını yapmak için tasarlanmış dekorlar değil. Bunların sayesinde değil, bunların yüzünden Michael Jordan oldu o. Bu yüzden 'Son Dans'ı izlerken bunları aklınızın bir yerinde kendinize fısıldayın. Çünkü bunlar gerçek. Hem Michael Jordan'ın gerçeği, hem de dolayısıyla Chicago Bulls'un.

Not: İlerleyen günlerde bu konuyu farklı uzantılarıyla incelemeye devam edeceğiz.

Son Dans ve Michael Jordan: 2. klasörSon Dans ve Michael Jordan: 2. klasör

Son Dans ve Michael Jordan: 3. klasörSon Dans ve Michael Jordan: 3. klasör


Ara Gözbek Kimdir?

Yayın hayatına 2005'te üniversite radyosu CIU FM'de başlayan Ara Gözbek aralıksız üç sene İngilizce ve Türkçe yayınlarla canlı radyo programı hazırladı ve sundu. 2005'te CNN Türk'te Frekans programında yapım asistanı ve muhabir olarak görev aldı. Gazeteciliğe ilk olarak 2006'da BirGün gazetesinde adım attı. BirGün'de Pazar eki ve spor bölümlerinde 400'den fazla makale yayınladı, ardından Türkiye'nin en çok takip edilen spor haber sitesi sporx.com yazarlığa devam etti. 2007 yazında staj yaptığı TRT'de “NBA Europe Live” adı altında NBA'in uluslararası projesinde TRT'yi NBA muhabiri olarak temsil etti. SporX TV'de “NBA ARA'SI” programını yaptı. Bunların dışında Taraf gazetesi, tempo24.com.tr ve birçok sitede makaleleri ve haberleri yayınlandı. Döneminde çok popüler bir radyo olan Metro FM'de pek çok programa konuk ve yorumcu olarak katıldı. sokaksesi.com sitesinin ve Android ile Apple'larda uygulaması da olan Sokak Sesi Radyosu'nu kurup burada uzun bir süre “underground” radyo yayınları yaptı. Halen Gazete Duvar'da yazmaktadır.