YAZARLAR

Bir düşülke olarak Şirinler

Bu distopik günlerde ütopyadan bahsetmek giderek zorlaşıyor. Üstelik her şeyin beteri geleceğe yerleşmiş gibi görünüyor. Ama ütopya da geleceğe yerleşmiş bir şeydir ve gerçekleşmiş ütopyalar da vardır, “Şirinler” gibi. Aşağıda, onlarla ilgili 1999 tarihli yazımı paylaşıyorum. Eğer haylaz yetişkinler olursak belki Şirinler gibi bir ütopyayı bile gerçekleştirebiliriz!

Bazen ormanın sesini dinlerim

Kuşların cıvıltısını

Geyiklerin kahkahasını

Tavşanlar kayaların üstünden zıplar

Herkes onları dinlemekten hoşlanır

Tabii her zaman değil!

Şair Şirin

TV izlemem. Bunun çeşitli ve yazıyla ilgisi olmayan nedenleri var. Ama çocukluğumdan beri kaçırmadığım bir çizgi film dizisi var; Şirinler. “Uzun uzun yıllar önce ormanın derinliklerinde” diye başlayan bu sevimli toplumun hikâyesi aslından erdemden var oluşa, dayanışmadan bireyselliğe, özgürlükten kötülüğe çeşitli bilgi alanları, olgular, durumlar ve kavramlara ilişkindir.

Zaman’la ilgili yazımda (Bahçe Dergisi, sayı 14) artık muhalefet ve biçimlerinin de bizzat sistemin yaratıcı-yapıcılarınca tanımlandığını, hatta oluşturulduğunu öne sürmüştüm. Bu yazının sonrasına denk gelen Matrix filmi iyi bir örnek olmuştur. Bu filmde kişiler gerçekliği ve gerçeklik bilgisini radikal biçimde sorgulamaktadırlar. Oysa şikâyet edilen şey bizzat bütün film ekibi ve pazar potansiyelince korunmuştur ve korunmaktadır. Filmde anılan yazımla veya diğer şeylerle ilgili başka çıkarımlar yapmak da mümkündür. İşte Şirinler’i buna benzer filmlerden ayıran şey; bireyin, onun tıkanmasına neden olan gerçeklikle karşılaşması ve çoğu zaman onu yeniden üretmesi değil, kolektif bir yapı içerisinde yaşaması-yaratılmasıdır. Şirinler’de gerçekleştirilen devrim, sürekli ve toplumsaldır. Yani “Şirin Hayatı” yaratılmış, gerçekleştirilmiş bir şeydir. Son derece gelişmiş ve bütüncül bir bilincin ürünü olan dizi, kendi içinden çözüm üretebilecek donanıma ve belirgin bir bağımsızlığa sahiptir. Buradaki yöntem, süregelen ilişkileri yinelemek değil, yenilemektir.

Şirinler toplumu tam olarak 103 kişiden oluşur. 103. kişi, yıllar önce ormanda kaybolmuş, bizim Tarzanımız gibi bir geçmiş edinmesine karşın içindeki iyilik ‘önselliğini’ yitirmemiştir. Ona Vahşi Şirin dense de medeniyet merkezli bir yadsımaya maruz kalmaz. Yani ilkel halklarla karşılaşan Avrupa’nın, özellikle de Kilisenin Eurosantrik tavrına rastlanmaz.

İmece, Şirin hayatını düzenler. Herkes işini sevmekte, başkasına daha çok yardım etme ve eğlenmeye zaman yaratmak için düzenli biçimde çalışmaktadır. Şirinler’de değişim aracı olarak paradan söz edilemez, Şirin Çileği vardır. Ancak Şirin Çileği değişim değerinden çok birlikte yapılan bir şeyin anısı olarak değer görür. Bu yüzden faize yatırılamaz, repo yapılamaz. Bunun gibi servet ve başkalarından bir şey gizlemek de söz konusu değildir. Hatta Obur Şirin’i kendine hizmetçi yapmak için servet teklif eden bir krala Obur’un yanıtı şöyle olmuştur: “Biz böyle şeyleri şirinlemeyiz!”

Şirin Baba, Usta, Bilgin, Şair, Çiftçi, Sakar, Nine Şirin, Şakacı, Şirine, Korkak, Madenci, Heykeltıraş, Robot, Utangaç, Şaşkın, Müzisyen, Gözlüklü, Güçlü, Tembel, Süslü, Ressam, Şirincikler (çocuk Şirinler: Bebek, Örgülü, Arsız, Çocuk Şirin, Şirinkız) ve tabii yeni bölümlerde Huysuz adını alan Öfkeli, başlıca Şirinleri oluştururlar.

Şirin Baba

Karşınızda Şirin Baba

En tatlımız ve en yaşlımız

Hep aynaya bakan da kim

Süslü adında bir Şirin

Kapı açılır aniden

Elinde kepçesi Obur Şirin

En güçlüsü Güçlü Şirin

Korkar ondan Gargamel bile

Öfkeli bir Şirin O

Gülmez hiç bilinmez niye

En güzelimiz Şirine’dir

O sarı saçlı bir afettir

Baba’ya koşar tüm Şirinler

Varsa bir sorunu

Yüzyıllardır ormanda onlar

Bir mantarın dibinde yaşarlar

Onlar mavi Şirinlerdir

V. ve T. Culliford

Şirin Baba, gelenekten güncel sorunlara çözümler bulmak için yararlanır. Gelenek, toplum hayatı üzerinde otorite oluşturacak kadar güçlü kılınmamıştır. Şirin Baba, gerilimlerin üstüne sağduyulu kişiliği, çözümleyiciliği, bilgisi ve yapıcılığıyla gider. Bu noktada bir uzlaştırıcı olmaktan başka ayrıcalığı yoktur; o da çilek toplamaya gider, o da boya işlerine katılır. Bu düşülkenin (ütopyanın) Şirinlerden çok daha yaşlı biri olarak Şirin Baba tarafından kurulduğu düşünülebilir. Ancak bununla ilgili bir veri yoktur. Genel izlenim, düşülkenin tüm Şirinlerce gerçekleştirildiği yönündedir. Şirin Baba, Büyükbaba Şirin adlı babasıyla Şirinler’in sorunları üzerine sık sık konuşur; ondan fikirler alır. Şirinleri çok sever. Onlardan “benim küçük Şirinlerim” diye söz eder.

Şirine kişiliğinde temsil edilen kadınlık ise, özgür bir kadınlıktır; böylece erkekler de özgürleşmişlerdir. Şirine hiçbir erkek tarafından rahatsız edilmez. Kadınlık, cinsel bir olgudan çok bir cinsiyet özgünlüğünün ifadesidir. Şirine incelik, barış, vefa ve ılımlılığın adıdır. Toplumuyla sağlıklı bir aidiyet üzerinden ilişkiye geçer. Aslında Şirine, Gargamel tarafından büyüyle yaratılıp ajanlık için Şirinlerin arasında gönderilmiştir –Tanrı da benzer bir şey yapmıştı! Hatta bir süre muhbirlik de yapar. Ancak o da iyi kalpli Şirinlerin arasında hatasını anlar ve Gargamel’le ilişkisini keser. Şirine cinsiyetiyle barışıktır ve onu derinlemesine kavramıştır. Kadınlaşmaktan erkekleşmeyi anlamaz. Buna karşın Şirinler’de cinsellik pek vurgulanmaz. Cinsellik ya özel alana girdiği için saklıdır ya da genel bir halin doğallığı içinde sözü edilmesine gerek duyulmayan bir şey olarak anlaşılmaktadır. Yine de çocukların (beş kişi) nasıl doğdukları belirtilmemiştir. Şirinler’in hava ulaşımını sağlayan iyi yürekli leylek tarafından getirildiklerine inanılır. Bu, bilimsel değilse bile imgeseldir!

Usta, toplumun refah ve mutluluğu için makineler icat eder. Bütün amaç, ağır işlerin aldığı zamanı eğlenme, dinlenme ve gelişmeye aktarmaktır. Makineler üyeler arasındaki ortak çalışmadan kaynaklanan sosyalleşmeyi yok etmez; çünkü, daha önce aynı tarlada kol emeğiyle çalışan Şirinler, bu kez aynı şeyi yapan makineyi izlemeye gelirler ve bu arada piknik de yaparlar. Şirinler’de çalışma, liriktir! Sevgi ve paylaşım esaslı bir toplumsal yapının neredeyse sonucudur.

Bilgin Şirin ‘uzmanlaşmış’ değildir. Şair Şirin, saygınlık ve meşruiyetini sanatsal bir özerklikten değil, özgün ve kolektivist bir kişilik olmasından alır. Çiftçi, tarımsal gereksinimleri sağlarken fazla yorulmaz; yardım görür. Adı üstünde olan Sakar, sakarlığın bilgisine sahiptir ve bu yeteneğin de önemli olduğunu varlığıyla vurgular. Pek yaratıcı sayılamayacak olan –çünkü hep aynı şakaları yapar- Şakacı, insanları afallatmaktan çok rutinlikten kurtarmak için vardır. Süslü, kendisiyle ve başka herkesle barışıktır. Çocuk Şirinler, büyüklerce kollanan ama aynı ölçüde özgür bırakılan çocuklardır. Öfkeli demeyi sürdürdüğüm ve çocukluğumdan beri çok sevdiğim Huysuz Şirin, genel ya da durumsal doğruları değilleyen yönüyle canlı bir diyalektiktir. Örneğin acilen çilek toplanması gerekmektedir; Öfkeli repliğini söyler: “Çilekten nefret ederim!” Gargamel’den kaçılacaktır: “Kaçmaktan nefret ederim!”

Adlarıyla uyumlu işler ya da özellikleri olan Şirinler, aslında farklı bir uyumluluk tanımına da tekabül ederler: Buna göre herhangi bir konuda iyi veya usta sayılan Şirin, diğer Şirinlerin de katkısına, yönlendirmesine, yüreklendirmesine muhtaçtır. Böylece ‘uzmanlaşma’ engellenir. Kimlikler, özellikler arasında bir geçişim söz konusudur. İşte toplumsal ve bireysel ihanetin önü de bu şekilde alınır.

Şirinler’de kötülük gizemselleştirilmemiş, Gargamel ve –filme çok sonraları katılan- oğlu Miskin (bazı bölümlerde adı Afacan’dır) ile kedisi Azman şahsında temsil edilmiştir. Gargamel, iyi bir kötü değildir. Hem bir ruh hastası hem de zengin olmaktan başka derdi olmayan bir yoksuldur. Şirinleri yakalayıp “Şirin çorbası” yapmak dışında bir amacı olmadığı gibi bir hayatı da yoktur; araçlaşmış ve yabancılaşmıştır. Ona âşık olan Büyücü’den nefret eder. Söylemeye gerek var mı bilmem; Gargamel insandır. Miskin, pop bir kötüdür. Gargamel gibi adandığı bir ideali bile yoktur. Babasına Gargi diyen bu velet tam bir baş belası ve gamsızdır. Gargamel’in kedisi Azman, kötü hayvanı temsil eder. Onun karşıtı ise, Şirinler’in tatlı köpeği Patpat’tır.

Şirinler’de din yoktur. Doğa Ana ve Zaman Baba, kendi merhametleri doğrultusunda adını aldıkları şeyleri düzenlerler. Aslında Şirinler, yaşadığımız dünyadaki sorunları yaşayanlardan oluşmuş bir toplumdur. Her bölümde bir olay gerçek dünyaya göndermeler yapılarak işlenir.

Şirin Diyarı

Şirinler diyarı bu

İyilik diyarı bu

Mutlu Şirinler bu ülkedeler

Şirinler ülkesi çok güzel

Şirinler şarkı söyler

Görünce gülen yüzler

Bu diyarda eğlence var

Hep güleçtir yüzleri

Sıralanmış tüm Şirinler

Bekliyor seni, özlüyor seni

V. ve C. Culliford

Şirinler, teknolojinin toplum ve bireyin yararına kullanılmasından yanadırlar. Emek en ön plandadır ve gizemsel kılınmaksızın gerekli saygıyı görür. “Obur Grevde” adlı bölümde 102 kişiye yemek hazırlayan ve diğer Şirinler gibi işini gerçekten çok seven Obur, yaptığı işin sözel bir iltifat görmemesi karşısında içerler. Oysa bölüm sonunda kendisinin de kabul ettiği gibi duygusal bir anına denk gelmiştir bu. Zira hiçbir Şirinin Obur’un işine gerekli ve yeterli bir saygı duyduğundan şüphe edilemez. Obur, yemek yapmayıp ortadan kaybolunca Usta Şirin, otomatik bir yemek makinesi yapar. Yemek doyucu olmasına doyurucudur, ama tadı yoktur; çünkü canlı bir sıcaklık ve emekle yoğrulmuş değildir ve bu yüzden de “kuru”dur.

Matbaa kuran Gazeteci Şirin, gazetesinin tirajını artırmanın yollarını arar. Ancak “Şirin Baba Bugün Balık Avına Çıktı”, “Gözlüklü Şirin Yeni Kitabı Üzerinde Çalışıyor”, “Süslü Aynasını Sildi” gibi haberler bütün Şirinlerin malumudur. Sonunda doğrulanmayan bir haberi basar: “Şirine’nin Çiçekleri Plastik mi?” benzeri bu haber, gazetenin yok satmasını sağlar. Bunun üzerine herkes hakkında uydurma haberler, dedikodular, sırlar ifşa edilmeye başlanır. Çok geçmeden ciddi dargınlıklar, haksızlıklar, kırgınlıklar yaşanır. Sonunda sorun genel gazetecilik ilkeleri doğrultusunda ve Gazeteci Şirin yitirilmeden çözümlenir: “Özel hayata giren konular ve doğrulanmayan haberleri yayınlamak yanlıştır.” Görüldüğü gibi bu da yasal bir zorunluluk olarak değil, bir çıkarım olarak erişilen bir kanıdır. Yani Şirinler’in bir Sibel Can’ı olmadığı gibi, bir Nusret Demiral’ı da yoktur!

Jenerikte, “Siz de iyi çocuklar olursanız bir gün onlarla karşılaşabilirsiniz!” deniyor. Böylelikle her bir Şirin, iyi’nin bir temsilcisi olarak görünmeye başlar, en azından böyle idealize edilir. İzleyici bir metaforlar dünyasına çağrılıp konuk edilir ve yaratılan ve anıştırılan birtakım sorularla baş başa bırakılır. Çözümün topluluk ritüelleriyle gerçekleştirilmesi, izleyiciye bir örnek oluşturmaktan çok imgesel –hatta şiirsel- bir imkân sunar. Gerçeği bu sevimli prototipi, gerçeklikten kaçışın –diyelim katharsis’in- değil, gerçekle yüzleşmenin aracına dönüşür. Bu toplum bir kahramanlar toplumu olmadığı gibi, kahramanları olmayan bir toplumdur da. Fazlasıyla önemli bir şeydir bu; zira kahraman, giderek imgesinin altında kalmaya mahkûmdur ve diğerleri için imkânı değil, imkânsızlığı temsil eder.

Şirinler’de birey çok önemlidir. Herkes kendini, kendi özellikleri ya da edinmek istediği özellikler ile tarif eder. Toplumsal örgütlenme buna çok geniş imkânlar sağlamıştır. Birey, bireyliğin sınırlarını kendisi öğrenir. Bu sınır öteki bireyselliklerin sınırında değil, öteki esnekliklerin sınırında biter. Bu geniş hoşgörü, öğrenilmiş bir saygıyı ortaya çıkarır. Kabahat işleyene bireysel bir haddini bildirme hakkına kimse sahip olmadığı gibi niyetli de değildir. Sorun, Gazeteci Şirin örneğinde olduğu gibi toplumsal bir refleks ve kabahatlinin yeniden kazanılması, tanımlanması ve kabahatlinin kabahatinin sonuçlarını ortadan kaldırmasıyla çözümlenir.

Şirinler, bir düşülke, ancak gerçekleş(tiril)miş bir düşülkedir; sosyalist bir demokrasinin, barışın ve erdemin düşülkesi! Herkesin bir repliği vardır burada. Ve bu, genellikle gerçeklik bilgisinin türevi olarak söylenir, hatta çoğu yerde bir değillemedir. Hileyle Şirin dostu olan Prens Theodore’a sihirbaz seçilen Gargamel, bu başarısını Miskin’e övdüğünde, Miskin’in yanıtı veciz bir değillemedir: “Biliyorsun ki Gargi, prensler de yanılabilir!” Böyle resmi paradigmanın oluşmasının önü alınır, hatta makul bir paradigma olarak iyilik’in bile niteliği sorgulanır hale gelir.

Şirinler’in dünyası Gargamel’in hempası (emperyalizm!) dışında doğaüstü (ama semavî olmayan) güçlerin de tehdidi altındadır. Onlara karşı deneyimlerinden ve kitaplardaki büyü tariflerinden yararlanırlar. Ancak bunlar da “akbüyü” türüne giren büyülerdir. “Dış mihrak” kavramını kullanmayan Şirinler, toplumsal taleplere karşı duyarlıdırlar. Komplocu bir zihinleri yoktur.

İnsan yalnızca düş gören değil, düş kuran bir canlıdır da. Bu noktada düşülke, gerçeklikten kaçış anlamına gelebildiği gibi, gerçekliği değiştirmenin imgesi de olabilir. Bu gerçekten de şirin bir fikir! Ve bunu gerçekleştiren Şirinlerin arasına biz de katılabiliriz!

Thomas More’un Utopia, Yevgeni Zamyatin’in Biz, Campanella’nın Güneş Ülkesi, Adam Şenel’in Ozmos Kronos ve Parmenides’in Altınçağ’ıyla hemen hemen bütün düşülkelerin en küçüğü ve belki de en şirinidir Şirinler! Küçük ya da büyük çocuklukların düşülkesi…

Şirinler iyi, kötü ya da tanımsız bir şeyle karşılaşınca hep aynı cümleyi kullanırlar:

-Çabuk, bunu ötekilere anlatmalıyız!

Bahçe Dergisi, sayı: 16 (Kış 1999), ss. 41-46.


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.