YAZARLAR

Yaman çelişki: İktidar mı, ittifak mı?

Bahçeli’nin canla başla savunduğu bu ortaklık MHP tabanında eskisi kadar destek görmüyor. Bu yüzden, tabana yönelik “tek başına iktidara gelmek istiyoruz” mesajı ile, ünlü suç örgütü liderini serbest bıraktırmak dahil her dilediğini yaptırdığı iktidara yönelik “ittifaka bağlıyız” mesajları birkaç saat arayla yayınlanabiliyor. Çelişki mi? Yoo, bu seferki çaresizlikten.

İki ayı buldu. İnsanlar eve kapanmaktan da, eve kapanamamaktan da, salgını konuşmaktan da, yokmuş gibi yapmaktan da, hayatını kaybedenlerin sadece birer sayı olarak telaffuz edilmesinden de, telaffuz edilen sayıların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını tartışmaktan da sıkıldı. Dışarıda bahar geldi, geçiyor. Pencereden seyrettik çoğunu. Önce badem ağaçları, erikler, kirazlar çiçeklendi. Leylaklar geldi ardından. Erguvanlar temkinli, nazlı… Çalışma odamda masayı camın önüne çektim. Ters ışıkta çalışıyorum. Dışarıda hayat öyle ya da böyle akıyor. Görmek iyi geliyor. Bu ilk tecridim değil, ihraç günlerinden alışığım. Gidecek bir yerim kalmadığı için evde çalıştığım günlerden. Şimdilerde üniversitede çalışmaya devam eden arkadaşlar online eğitime geçmekten pek dertli. Benim ve benim gibi öğrencilerinden koparılan çokça arkadaşım için ders yapmanın, öğrencilerimize ulaşmanın tek yolu halbuki online ders. Ders vermek ve akademik çalışmaları sürdürmek için yurt dışına da çıkamıyorduk biliyorsunuz. Kimilerimiz İnsan Hakları Okulu’nda, Dayanışma Akademileri’nde veya yurt dışındaki üniversitelerde ders verme imkânı sunan Off University platformu üzerinden online ders verebildi. Bazılarımızın işini yapmasının tek yolu olarak sarıldığı uzaktan eğitim şimdi bizimle benzer bir tecridi yarı gönüllü yaşayan binlerce meslektaş açısından bilgi üretiminin metalaşmasının, akademinin prekaryalaşmasının, yabancılaşmanın ve emek sömürüsünün yeni bir aracı olarak tartışılıyor. Ne yaman çelişki.

Çelişkiler böyle kriz zamanlarında daha da belirgin bir hal alıyor. Yolun karşı tarafında subay lojmanları var. Penceremden görülüyor. Sağlık Bakanlığı'nın cep telefonuma indirdiğim uygulamasından bakınca bizim evin olduğu site mavi, güvenli bölge. Uygulamayı her açtığımda bugün nasılsın diye soruyor bana. İyiyim, çok teşekkür ederim, siz nasılsınız? Bizim küçük mavi halkanın etrafı hep kırmızılarla sarılı. Uygulamayı kullanıyorlarsa “bugün de iyi değilim” mi diyorlar acaba oralarda oturanlar? Karşıdaki lojmanlar büyük bir kırmızı leke. Ankara’nın en büyük kırmızı lekesi sanırım. Ya da bana öyle geliyor. Her gün bakıyorum düzelmiş mi, diye. Sağ tarafımızda, yolun bizden yanında bir büyük kırmızı leke daha var. Huzurevi o. Bir de sol tarafımızdaki küçük kırmızı leke. Dikmen vadisinin projelendirilmeyen üst kısmı... Kâğıt toplayıcılarının, mültecilerin, yoksulların kentsel dönüşüm için boşaltılmış kırık dökük evlerde yaşamaya çalıştığı yerler. Harita hiç iç açıcı değil.

Bir başka çelişki. Bu yazıyı anneler gününde yazıyorum. İki aydır, iki güzel çocuğun yedi yirmi dört annesiyim. Bazen yarım saat markete kadar gidip geliyorum. Hepsi bu. Evlatları yanlarında olamayan, evlatlarından zorla koparılan, evlatları öldürülen, zindana atılan, kaybedilen, kaza dedikleri cinayetlere kurban giden anneleri düşünüyorum. Cumartesi anneleri geliyor aklıma. 672 gündür Çorlu’daki “tren kazası”nda öldürülen çocuğunun adını haykıran, sorumluların cezalandırılmasını isteyen Mısra Öz Sel geliyor. Pasaportuna el konulduğu için yurt dışında tedavisini yaptıramadığı 8 yaşındaki oğlu Ahmet Ataç’ı iki gün önce toprağa veren annesi geliyor aklıma. Cizre’de 13 yaşındaki kızının cenazesini sokağa çıkma yasağı nedeniyle günlerce buzdolabında saklamak zorunda kalan anne geliyor. İsimleri yok. Gazeteler yazmıyor. Haftalardır evlatlarını göremeyen, sıkıca sarılamayan binlerce sağlık çalışanı anne geliyor. Tıpkı virüs nedeniyle hayatını kaybeden anneler gibi, evlatlarını kaybeden anneler gibi, onların da adları yok. Tepedekiler öyle uygun gördüğünde balkonlardan alkışlanıyorlar; hepsi bu. Şikâyet edecek değilim halimden. Annemin anneler gününü telefonda kutlayacağım bu yazıyı bitirince. Şimdi babamla birlikte haftalık güneşe çıkma iznini kullanıyordur. Pazar günü, dört saat.

Ama hemen yarın, yani siz bu yazıyı okurken sevgili okurlar, AVM’ler açılacak. Salgınla mücadeledeki başarısında olduğu gibi, normalleşmede de dünyaya örnek olacak bir uygulama. Hiç bilmiyorum, haftalardır eve kapattığı yaşlılara ve çocuklara bir kez dört saatliğine sokağa çıkma izni verdikten sonra normalleşmede ilk adım olarak AVM’leri açan başka bir ülke var mı? Salgınla mücadele önlemleri adı altında ilk iş konut kredilerini kolaylaştıran bir ülke? İş bulamıyorsan o zaman ev al! Dört milyon gencin yollara döküleceği, iyi havalandırılmayan sınav salonlarında bir araya geleceği üniversiteye giriş sınavını önlem olarak önce erteleyip sonra sınavdan çıkanlar yazlıklara, tatil yerlerine akabilsin diye yeniden öne alan bir ülke?

Çelişkiler listesi uzayıp gider. Ekonomi kötü yönetiliyor demenin suç olduğu, döviz kurlarından bahsetmenin yasaklandığı, bu iktidar gidecek diyen muhalefet partisi mensuplarının sırf iktidara aday oldukları, yani muhalefet etmek yoluyla işlerini yaptıkları için darbecilikle suçlandığı ve bunların hepsinin “demokrasi adına” yapıldığı bir yerden söz ediyoruz. Bütün bunlar yaşanırken gazeteciler ve yazarların hapiste olduğu ama yazar olduğu söylenen bir kadının ekrana çıkıp “Bizim aile en az elli kişiyi götürür, madden de manen de buna hazırlıklıyız, ayaklarını denk alsınlar!” diyerek aynı sitede oturduğu komşularına tehditler savurabildiği bir yer.

İşte, böyle böyle, insanın “Bu ne yaman çelişki anne” demediği gün geçmiyor. Misal, dün Cumhur İttifakı’nın ortağı Devlet Bahçeli’nin eski tarihli bir konuşmasından alınan “Üç hilalin tek başına iktidarı artık bir zorunluluktur” sözleri MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın tarafından paylaşılınca gündem yokluğundan sündürüldükçe sündürülen “erken seçim olur mu” tartışmalarına da yeni malzeme çıkmış oldu. Malum, Türkiye’de bir erken seçim olacaksa çağrının Devlet Bahçeli’den geldiği tecrübeyle sabit. Sayın Bahçeli, adeta erken seçimlerden sorumlu devlet bakanı edasıyla, uygun gördüğü zamanlamayla birkaç yılda bir referandum olur, erken seçim olur, çeşitli vesilelerle sandıkları kurduruyor.

Her neyse, Bahçeli’nin üç hilali tek başına iktidar yapma arzusunun gündeme düşmesi “Yok canım, ekonomik kriz var, korona zamanında erken seçim de nereden çıktı, olmaz öyle şey” diyenleri bile şüpheye gark etmiş, “Cumhur İttifakı çatlıyor mu acaba?” diye sordurmuşken düzeltme geldi: Semih Yalçın “Cumhur İttifakı dimdik ayaktadır” açıklaması yaptı. Ardından Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı’nın pazartesi günleri yaptığı ulusa seslenişlerde en az on beş dakika süreyle CHP’yi hedef aldığı sözlerinin benzerlerini yinelediği tweetler geldi. İnsana aynı yerden mi kaleme alınıyor diye düşündürtse de, Bahçeli’nin kendine has üslubuyla kullandığı “insan da biraz edep olur”, “bir insanın damatlığıyla siyaset üretenler artık çürümüştür” gibi ifadeler, çatırdamak şöyle dursun birbiriyle birebir aynı düşünerek adeta birini öbürünün kopyası haline getiren ittifakın ortaklarının en azından söz yazarlarının ayrı olduğunu görmemize yardım etti. Öyle ya, iktidarda olmayıp da iktidarın nimetlerinden dilediğince yararlanan bir MHP’nin seçim çağrısı yapması ve bu seçimde de tek başına iktidar olmayı istemesi için pek de uygun bir zamanlama değil. Ekonomi baş aşağı gitmiş, krizden çıkılabileceğine dair en ufak bir işaret yok. “Bu pazar seçim olsa kime oy verirsiniz?” anketlerine bakılacak olursa AKP oy kaybediyor ama diğer yandan iktidara yakın şirketler bile MHP’nin baraj altında kaldığını ya da barajı kıl payı geçebildiğini tahmin ediyor. Yani Bahçeli’nin canla başla savunduğu bu ortaklık MHP tabanında eskisi kadar destek görmüyor. Bu yüzden, tabana yönelik “tek başına iktidara gelmek istiyoruz” mesajı ile, ünlü suç örgütü liderini serbest bıraktırmak dahil her dilediğini yaptırdığı iktidara yönelik “ittifaka bağlıyız” mesajları birkaç saat arayla yayınlanabiliyor. Çelişki mi? Yoo, bu seferki çaresizlikten.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.