YAZARLAR

Cefa ile baş etme ve bilinmezler konusu

Işın Eliçin'in Paul Arbair ile söyleşisinde sistemin dayandığı sürdürülemezlik noktası önemli yer kaplıyor. İnsanlığın geleceğine dair kafa yoran herkesin okumasında büyük yarar var. Arbair, doğayı denetim altına alma hedefiyle yapılanların yarattığı varoluşsal bunalımı yine aynı şeyleri daha fazla yaparak aşmaya kalkması kaçınılmaz insan evladının bu yüzden işin içinden çıkamayacağı yolundaki görüşünü anlatıyor.

Avrupa Birliği danışmanlarından Paul Arbair, Medyascope’tan Işın Eliçin’in kendisiyle (e-postayla) yaptığı söyleşide, salgının ilk günlerinden beri aklıma takılan, ama dile getirmeye cesaret edemediğim bir sorunun meşruluğunu -en azından bana- gösteriyor. Salgın ve ölüm tehlikesi karşısında “gösterdiğimiz tepki,” diyor Arbair, “yani bizden önceki kuşakların akıllarından dahi geçirmediklerini yapıp, pandemiyi kontrol edebilmenin en mantıklı yolu olarak neredeyse her şeyi kapatmayı düşünür hale gelmemiz, son 20-30 yılda risklerle, ölümle ve cefa ile baş etme becerimizde keskin bir gerilemeye işaret ediyor.”

Açıkçası, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre geçen yıl 650 bin insanın “normal” gripten, yaklaşık o kadarının HIV/AIDS’ten, 370 bin kişinin sıtmadan, 140 bin kişinin kızamıktan öldüğü, her yıl 6 milyon çocuğun açlıktan can verdiği bir dünyada Covid-19’un oturtulduğu makam ve müsebbibi kılındığı tedbir seferberliği tabiî ki soru işaretleri yaratmalı. Virüsümüzün kısa sürede sergilediği müthiş terminatörlük başarısına -“normal” gribe (influenza) göre on kat daha öldürücü olduğu iddia edildi- rağmen.

Şüphesiz virüsün laboratuvarda yaratılmış biyolojik savaş aracı olduğu veya bazı denetim mekanizmalarını kurabilmek için çeşitli iktidar odaklarının virüs etrafında işe yarar efsane yarattıkları yollu komplo teorilerine kapı aralamıyorum. Virüsü yarattı-yaydı denen kitle katliamcısı adayı devletler ve ekonomi imparatorları böyle şey yapmaz diye değil. Muktedir gözü dönmüşlüğünü ve acımasızlığını ruhumuzla bedenimizle tecrübe ettiğimiz yerde yaşıyoruz, saflığın bu kadarına düşmeyiz. Lâkin bizzat söz konusu küresel muktedirlerin bu işten gördüğü zararı göz önüne alan aklı başında kimse komplo saçmalıklarına itibar etmez. Koca sistem çöküyor neredeyse.

SÜRDÜRÜLEMEZLİK NOKTASI

Elbette sadece karantina tedbirleri yüzünden değil. Sistem, isterseniz çöküş, isterseniz niteliksel dönüşüm diye adlandırabileceğiniz badirenin dibine batmak üzere. Yalnız insan hakları, demokratik temsil ve denetim mekanizmaları değil, bizzat ekonomi ve toplum örgütlenmesi olarak kapitalizmin bildik yapısı sürdürülemez hale geldi. (Bunu herkes tekrarlıyor da, söylediğiyle ne kastettiğini bilenlerin sayısı çok değil.)

Işın’ın Paul Arbair ile söyleşisinde sistemin dayandığı sürdürülemezlik noktası önemli yer kaplıyor. İnsanlığın geleceğine dair kafa yoran herkesin okumasında büyük yarar var. Arbair, doğayı denetim altına alma hedefiyle yapılanların yarattığı varoluşsal bunalımı yine aynı şeyleri daha fazla yaparak aşmaya kalkması kaçınılmaz insan evladının bu yüzden işin içinden çıkamayacağı yolundaki görüşünü anlatıyor. Konu bu olunca korona virüsü salgını ve karantina şüphesiz geçici ayrıntıdan ibaret kalıyorsa da, şu anda bütün hayatımızı kapladığından, bizim için ayrıntı değil mevcut gerçeklik haline gelmiş bu olguyla uğraşalım.

CANI KIYMETLİ GRUPLAR

İnsanın “ölümle ve cefayla baş etme becerisinde gerileme”yi sorun eden Arbair, “bu değişime neyin yol açtığını, risk karşısındaki tutumumuzun neden bu kadar keskin değiştiğini” araştırırken, bir yandan da son salgının “canı kıymetli” toplum kesimlerine tehdit yaratmış oluşunu, böyle sunmaksızın, başlı başına nedenler arasına katıyor: “Refah düzeyinin artması, yaşam koşullarının iyileşmesi ve genel olarak ekonomik, sosyal ve teknolojik ilerleme, -belli bir süre evde kalmak, uzaktan çalışmak, çevrimiçi sosyalleşip eğlenebilmek ve izindeyken veya işten çıkarılma durumunda bile belli miktar para almak gibi- önceki kuşaklar için imkansız olanı yapabilmemizi sağladığı için olabilir.”

Burada dünya nüfusunun dörtte üçünden bahsedilmediği açık. Hem Arbair Avrupa’yı eksene oturtarak konuşuyor hem de herhalde ilk defa bu salgında, virüsten daha çok mustarip olanlar, yaşamlarını çeşitli risklerden uzak tutmaya alışmış, evet, “canı kıymetli” insan grupları.

Arbair, yaygın sokağa çıkma ve seyahat yasakları, ekonominin kimi sektörlerini durdurma ve insanları birbirinden uzak tutma içeren seferberlik tedbirlerinin bir noktadan sonra mantık dışı tesirlerle böylesine dal budak salmış olabileceğine de ihtimal veriyor: “…bu durum, kısmen, internet çağında enformasyon -ve dezenformasyonun- çok hızlı yayılıyor oluşundan ve sosyal medyaya egemen olan çevrimiçi aktivizm ve öfke kültürünün politika-yapıcılar üzerindeki inanılmaz baskısından kaynaklanıyor da olabilir.” Arbair’e göre, İtalya’nın sokağa çıkma yasağının yol açtığı sosyal medya baskısı, Avrupalı liderlere başka seçenek bırakmadı. “Elbette hiçbiri kitlelerin ölüm emrini veren bir katil gibi teşhir ve rezil edilmek istemedi,” diyor Arbair. “Neredeyse bütün Avrupa’da sokağa çıkma yasakları uygulanmaya başlandıktan sonra da, dünyanın geri kalanının aynı şeyi yapmaktan başka çaresi kalmamıştı.”

'BİLMİYORUZ'

Başka çare var mıydı ki? Arbair, görece fazla hasta ve ölüm sayısına rağmen salgının yayılma ve öldürücülük eğrisinin İsveç’te de düzleştiğine dikkat çekiyor, ülkeler arasındaki istatistikî farkların sadece alınan tedbirlere değil, sağlık sisteminin salgın öncesi durumundan başlayarak, başka pek çok etkene bağlı olabileceğine dikkat çekiyor. Dolayısıyla hâlihazırdaki genel sokağa çıkma yasaklarının zaruretini sorguladığı gibi, daha da ileri giderek, alınan önlemlerin “toplumlarımız ve dünya için hafifletmeye, azaltmaya çalıştığımızdan daha büyük riskler üretiyor olabileceğini” öne sürüyor. İşçiler için toplama kampı benzeri tesislerin inşasına girişilen şu günlerde üzerine düşünmek şart.

Işın’ın Arbair’le söyleşisinden benim esas aktarmak istediğim, “bilinmezlik” konusu. Arbair, hâlihazırdaki verilere göre, “dünyanın en zengin iki bölgesini, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’yı kırıp geçirirken”, virüsün, “sağlık sistemlerinin kapasitesi ve hijyen koşulları bakımından daha kırılgan olan” yoksul ülkelerde beklendiği gibi, felaket düzeyinde etkili olmayışına dikkat çekiyor, salgının yoksul güneyi değil zengin kuzeyi perişan ettiği İtalya örneğini de ortaya sürüyor. Tabiî bu tablonun “geçici olabileceğini” kayda geçirerek.

Ve gerçekte birçok açıdan daha önemli olan, ama dile getirilmediğinde öyle gözükmeyen, gelecek öngörülerine zemin yapılması gerekirken ihmal edilen gerçeğe yöneliyor: Virüsün nereyi niye daha fazla etkilediği “henüz tam anlaşılamadı”! Ve tıp ya da virüs uzmanı olmasa da zihnini azıcık çalıştırabilen herkesin farkına vardığı gerçeği tekrarlıyor: bu virüsün doğası ve bulaşma mekanizması konusunda henüz yeterli bilgimiz yok.

Uzman kimliğiyle karşımıza geçip konuşanların çoğunun hiç değinmediği şu olguları hatırlatıyor Arbair: (1) Bu kadar çok bilinmeyenle aşı geliştirilmesi çok uzun süre alır. (2) Bilinen korona virüsü türleri için de onaylanmış aşı henüz yok. (3) Önceki korona virüsü türlerine yakalanan kimselerin kalıcı olarak bağışık kılınabileceği kanıtlanamadı. (4) Tek çare gibi gözüken kitle bağışıklığına, bu virüs söz konusu olduğunda ulaşılabilir mi, bu mümkünse ne zaman, nasıl olur, bilinmiyor.

Bunların sonucunda Arbair, sizi bilmem ama beni en çok korkutan ihtimalin hiç de hafife alınmayacak bir mecburî yola dönüşebileceğine işaret ediyor: “Covid-19 öncesi dünyaya –en azından mesafesiz sosyal etkileşimler bağlamında- bir daha hiç dönme şansımız olmayabilir.” Sonra da hepimizi şöyle teselli ediyor: “Biz yine de böyle bir yazgıdan kaçabileceğimizi ümit edelim.” Bilmiyorum, dünya çapında hizmet sektöründe iş yapanlar (çalışan nüfusun yaklaşık yarısı) buna ne der...

Devletlerin fırsattan istifade kurmaya-yerleştirmeye çalıştığı, bireyin özel yaşamı, mahremiyeti, özgürlüğü nâmına ortada kırıntı bırakmayacak, yeni feodallerin ve savaş beylerinin elindeki ileri teknolojili gözetim-denetim mekanizmalarıyla, can alıcı bütün sektörleri kontrol edecek bir avuç ekonomi imparatorunun insafına terk edilmiş zorunlu çalışma hayatıyla, ancak birbirini alt ederek yaşamını iyileştirme imkânına sahip, kanunsuz, kuralsız, kalabalıkların tahripkâr yoksunluk ve kavga ortamıyla yüz yüze kalacak insanlığın isyan edebileceği ve türün bizzat yok ettiği yaşama koşullarını da yeniden iyileştirmek üzere küresel elbirliğine yönelebileceği ihtimalini herkes yok sayıyor. Arbair, en azından, “yanılıyor olmayı ümit” ediyor.

Ancak böyle bir ihtimali var edebilmek için, posası çıkmamış idealler, heves uyandırıcı, ikna edici hedefler ve “cefa ile baş etmeyi” bilen ve göze alabilen insanlar gerekiyor.