YAZARLAR

İmparator ve veba: Propagandanın mucize dokunuşu

Çaresizlik ve yalıtılmış içindeki Fransa’yı Roze misali kurtarmaya yetişen Napoléon’un elinde baton yoktur. Ölümün karşısında at üstünde değil dimdik ayakları üzerinde durmaktadır. Yüzünü kapatan başhekimine inat eldivenini çıkaran general çıplak askerin hıyarcığına dokunur.

Antoine-Jean Gros’un “Yafa’da Vebalıları Ziyaret Eden Bonaparte” adlı dev tablosunun propaganda ve ideoloji analizi açısından öğreteceği çok şey vardır. Napoléon neden en rezil yenilgisini anıtsal ölçekte bir tuvalde sergilemiştir? Aydınlanma'nın çocuğu olan Cumhuriyetin generali neden Ortaçağ hurafelerinin hastaları mucizevi dokunuşlarıyla iyileştiren kralları (les rois thaumaturges) rolüne soyunmuştur? Milliyetçilik monarşiyle cumhuriyetçiliği nasıl harmanlamıştır? Bu epik propagandada vebanın rolü nedir?

FRANSIZ EDEBİYATINDA VEBA

“18'inci yüzyıl Fransız edebiyatının muammalarından biri tam da veba Batı Avrupa’dan silinirken yükselen veba edebiyatıdır” diyor tarihçi Daniel Gordon. (1) Gordon’a göre bu edebiyat vebanın fiziksel zorluklarına karşı veya geçmiş veba edebiyatının bir uzantısı değil, Aydınlanma'nın sivil toplumculuğuna karşı bir söylemi ifade ediyordu.

Dönemin Fransız kültürü İngiliz kültüründen ayrılmaktaydı: Aristokrat salonlarının kültürü sohbet üzerine kuruluydu. Ansiklopedi’ye (1751-1772) göre filozof için sivil toplum yeryüzündeki ilahtı. Calvinizmin İngiliz edebiyatındaki etkisi ise bireyi vurguluyordu, toplumu değil. Gordon, “toplumun acılarını dile getiren şehir güzellemeleri” olarak tanımladığı Provence veba edebiyatının da Fransız edebiyatı içinde farklı bir yer teşkil ettiğine dikkat çekiyor. 1720’ten sonra yayımlanan Provençal (2) eserler önceki yüzyıllarda yazılmış bütün Fransızca eserlerin toplamından daha fazla. Güneyin veba edebiyatı 20'nci yüzyıla da uzanıyor: Jean Giono, Antonin Artaud ve güneyin kültürel havzasından Cezayir doğumlu Albert Camus. Daha 1721 yılında doktor Jean-Baptiste Bertrand Marsilya vebası üzerine eserinde (Relation historique de la peste de Marseille) “vebamızın edebi tarihi” başlıklı bir bölüm yazmış.

GÖZLE GÖRÜLMEYENLER: VİRÜS VE KORKU

85 bin nüfuslu Marsilya’da çalışan on iki doktordan biri olan Betrand veba sırasında hizmet verirken eşi ve iki kızını salgına kurban vermiş. 1722’de yayımladığı bir başka kitabında (Observations faites sur la pest qui règnent à présent à Marseille) Betrand, vebanın sebebini kötü havaya (miasma) izafe eden zamanın tıp teorilerinin aksine, “böcekler” olarak tanımladığı gözle görülmeyen organizmalardan bahsediyor. Hastalığın hem bir insanda uzun süre etkisini gösterebilmesi hem de çabucak bir başkasına bulaşabilmesi gözlemlerinden yola çıkan doktor vebaya ancak yaşayan ve üreyen bir organizmanın yol açabileceği sonucuna ulaşıyor.

Ansiklopedi (1751-1772) ise veba konusunda Versailles Sarayı'nın tabibi, Montpellier Tıp Fakültesi’nden François de Chicoyneau’nun kuramını tercih ediyor. (3) Bu kurama göre veba diye bir şey yok, vebanın nedeni veba korkusu. Ansiklopedi’nin tercihi ideolojik nedenlerden kaynaklanıyor. Zira Betrand’ın 1721’deki eserindeki üç ana tema Ansiklopedi yazarlarının ideallerine ters bir söylemi dile getiriyor: Marsilya vebasının biricikliği, toplum hayatının tamamen durması ve çökmesi; ve insanın elindeki araçların çaresizliği.

TİCARET, CUMHURİYET VE MONARŞİ

Marsilya’nın rakibi Montpellierli Chicoyneau’nun vebayı korkaklığa bağlaması için yeterli sebebi vardı: Fransa’nın Akdeniz ticaretini tekelinde bulunduran bu şehir zengin bir serbest ticaret limanıydı. (4) M.Ö. 600 yılında Foçalılar tarafından kurulmuş kentin ileri gelenleri bu antik geçmişe dayanarak özerk cumhuriyet geleneğini vurgulardı. Marsilya, cumhuriyet idaresini XIV. Louis’nin 1660 seferine kadar muhafaza etmişti. 1660'tan itibaren kent mutlakiyetçi projenin sacayağına dönüştü. Bu projenin itici gücünü Fransa’nın uluslararası piyasadaki hakimiyetini ve hazine gelirini arttırmayı hedefleyen Colbert reformları oluşturuyordu.

XIV. Louis’nin bakanı Jean-Baptiste Colbert Marsilya’da kentin yönetimine hakim olan patrisyenlerle büyük tüccarlar arasındaki rekabeti kullanarak kapsamlı bir kentsel dönüşüme girişti: Kent surları yıkıldı, topları kente dönük olan bir hisar inşa edildi, sınıflar arasındaki ilişkilerin düzenlendiği bir şehir planlaması yapıldı. Colbert’in projesinde Marsilya Fransa’nın Akdeniz’deki İngiltere ve Hollanda ticaretine meydan okuyacağı bir ticari üs olacaktı. Proje Dersaadet’le imzalanan 1673 kapitülasyonuyla meyvesini verdi. Bu tarihten itibaren Marsilya ticaretinin hacmi katbekat artacak, büyük tüccarlar muazzam bir servete ulaşacaktı.

Bu dönemde cumhuriyetçi düşünce yer altına çekilmedi, monarşiye uyum sağladı. Cumhuriyet kavramı zaten devletle özdeş kullanılagelmişti. 16'ncı yüzyılın mutlak egemenlik teorisyeni Jean Bodin’e göre monarşi en mükemmel cumhuriyetti. Monarşinin kendini tanımlamak için cumhuriyet (république) kelimesinden ziyade devlet (état) kelimesini tercih etmesi 17'nci yüzyıldaki din savaşları sırasında gerçekleşti. Yine de 1698’de yayımlanan Dictionnaire de l’Académie française cumhuriyet kelimesini hem bir siyasi rejim hem de genel anlamda hükümet olarak tanımlıyordu.

Marsilya, cumhuriyetçi söylemi Kuzey Fransa’ya nazaran daha itinalı bir şekilde muhafaza etti. Kentin zenginleşen ticari eliti XIV. Louis’yi bir işgalci değil yozlaşmış cumhuriyeti yeniden ihya eden bir Sezar olarak görmeyi tercih etti. Ancak Colbert’in önerdiği şehir planlamasını reddedip İtalyan cumhuriyetlerinin mimari tarzını benimsedi.

OLAĞANÜSTÜ HALDE KURTARICI CUMHURİYETÇİLİK

Marsilya modeli 1720-1722 yılları arasında 50 bin kişinin can verdiği vebayla krize girdi. Kentin uluslararası ve ulusal bağlantıları aniden kesildi. Servetin kaynağı olan ticaret artık ölümünün sebebine dönüşmüştü. Veba esnasında kenti idare edemeyen kral olağanüstü yetkilerle donatılmış bir yerel idare ihdas etmek zorunda kalmıştı. Vebanın merkezi idarenin sınırlarını zorladığı bir ortamda Marsilya cumhuriyetçiliği yeni bir anlam kazandı: Ticaretin özel çıkara dayanan ahlakına karşı, cumhuriyetin kamusal çıkara dayanan yurttaşlık erdemi merkeze alındı.

Michel Serre’in “La Tourette’te Şövalye Roze” adlı tablosu kent yönetiminde öne çıkan elitlerin cumhuriyetçi söyleminin güzel bir örneğini teşkil eder. Dönemin veba edebiyatındaki gibi tablo sivil toplumun ölümünü resmeder: Kentin en hareketli bölgesi La Tourette kordonu cesetlerle dolmuştur. Hiçbir hayat belirtisinin görülmediği bina cephelerinin önünde ölüme meydan okuyan Şövalye Charles Roze’yi görürüz. Şaha kalkmış atında sakin bir yüz ifadesiyle oturan Roze ölüleri kordondan kaldırmakla görevli bir kürek mahkumunu elindeki batonla dürtmekte, dönemin barok tablolarındaki mareşaller gibi sevk ve idare etmektedir. İspanya’daki savaş meydanından dönen patrisyen en çaresiz ve yalnız bırakılmış anında kentin imdadına yetişmiş, kendi canını riske atarak onu ölümden kurtarmıştır. Roze’ye ilişkin edebi güzellemeler resim sanatının da ötesine geçerek onun atından inerek kent yoksullarının yardımına koştuğundan bahseder.

ŞİFA DAĞITAN İMPARATOR

Napoléon’un konsülden imparatora dönüşümünü anlayabilmemiz için önceki yüzyılda monarşinin cumhuriyetçi söylemi nasıl kullandığını akılda tutmak gerekir. Gros’un tablosu bu dönüşümün kritik bir anına denk gelir: 1804 baharında generalin imparator olarak taç giyeceği açıklanmış ancak merasim aralık ayına kadar ertelenmişti. İmparatorluk rejimine hem cumhuriyetçilerden hem de monarşistlerden ciddi bir muhalefet yükseliyordu. Bu istikrarsız ortamda başarısız Mısır seferinin en tartışmalı anının sergilenmesini nasıl yorumlamak gerekir?

Darcy Grimaldo Grigsby’ye göre tablo dönemin en yaygın dedikodusuyla ilişkilidir: Yafa’dan çekilen Napoléon’un gemilere almak istemediği hasta askerleri zehirlettiği iddiası. (5) Sıkı bir sansür rejimine rağmen sanat eleştirisi üzerinden yürüyen siyasi tartışmalara bir son vermenin yöntemi veba misali dolaşan dedikoduya devasa bir tabloyla cevap vermekti. Tablonun temel tezi generalin İskenderiye’de hasta askerlere yaklaşmaya korkan eczacının bir eşek sırtında kadın kılığında dolaştırılırken sırtına asılmasını emrettiği ibareyle aynıydı: “Fransız vatandaşı olmaya layık değil, ölümden korkuyor”.

Tablo ilk bakışta tipik bir oryantalist manzara sunar: Sahnenin ortasında fiyakalı üniformalarıyla Fransız askeri erkanı, yerlerde çıplak bedenler, sarıklı cübbeli adamlar ve köleleri, gölgeler içinde develer ve çarşaflı kadınlar, Arabesk kemerler. Ancak tabloyu oryantalist resimlerden farklı kılan bir durum söz konusudur: Yorgun ve ölümün eşiğinde yere yığılmış çıplak bedenler oryantallere değil Fransızlara aittir. Doğu, Batı’nın üstünlüğünün değil çaresizliğinin sergilendiği bir sahnedir. Çaresizlik ve yalıtılmış içindeki Fransa’yı Roze misali kurtarmaya yetişen Napoléon’un elinde baton yoktur. Ölümün karşısında at üstünde değil dimdik ayakları üzerinde durmaktadır. Yüzünü kapatan başhekimine inat eldivenini çıkaran general çıplak askerin hıyarcığına dokunur. Bu hareket hem Ortaçağ krallarının şifa veren dokunuşlarına hem de dirilen Mesih'i gördüğünde gözlerine inanmak için çarmıh yaralarına dokunan kuşkucu Toma’ya bir göndermedir. Kuşku inancın ikiz kardeşidir. Korkusuz general, Chicoyneau ve Ansiklopedi’nin veba tezini günceller: Veba korkudan ibarettir. Mesih-havari rollerinin ters yüz edildiği bu propaganda muhaliflere karşı utanmazca İncil’de İsa’nın Toma’ya verdiği cevabı kullanır: “Görmeden iman edenlere ne mutlu!”

(1) Daniel Gordon, “The City and the Plague in the Age of Enlightenment”, Yale French Studies, Sayı 92, 1997, s. 67.

(2) Langue d’oc olarak da bilinen bölgesel dil.

(3) Gordon, “Confrontations with the Plague in Eighteenth-Century France”, Dreadful Visitations: Confronting Natural Catastrophe in the Age of Enlightenment içinde, (Der) Alessa Johns, Abington, Routledge, 1999, ss. 3-29.

(4) 1660-1720 yılları arasında Marsilya tarihi için vazgeçilmez bir kaynak için bkz.: Junko Thérèse Takeda, Between Crown and Commerce: Marseille and the Early Modern Mediterranean, Baltimore, The Johns Hopkins University Press, 2011.

(5) Darcy Grimaldo Grigsby, “Rumor, Contagion, and Colonization in Gros’s Plague-Stricken Jaffa (1804)”, Representations, Sayı 51, Yaz 1995, ss. 1-46.