YAZARLAR

Bahçeli etkinliği için yakın hafıza tazelemesi

2018 seçiminde Bahçeli’nin biçimlendirdiği ittifaklı seçim formülünün, “alabildiği sonuca” rağmen özellikle AKP için bariz hale gelen sakıncaları, çok kısa süren “başka arayış” rüzgarlarını estirdi. Benzer bir rüzgar yerel seçimin hemen ardından ve galiba şimdilerde de yine bazı kulaklara biraz sert esiyor. Bütün bu noktalarda Bahçeli’nin sadece siyasi aksiyon başlatan olmayıp, olası gelişmeleri ve girilebilecek yeni yolları kesen, kapatan rolünün de hiç küçümsenmemesi gerektiği daha iyi anlaşıldı: Başlatıcı olduğu kadar iyi bir durdurucu olabileceğini defalarca gösterdi.

Toplam bir haftaya sıkışan kısa hikaye şöyle yaşandı: Önce Bahçeli, seçim yasasından siyasi partiler yasasına, iç tüzükten siyasi etik meselesine kadar çerçevesi belirsiz bir dizi düzenleme talep etti. Bütün bunların baskın bir erken seçimle ilişkisi olabileceği iddia edildi. Erdoğan, “virüsle birlikte sorunlu siyasetçilerden kurtulacaklarını” dile getirince ve bütün adımlar da bununla uyumlu olunca, siyasi alanın daha da daraltılması niyeti anlaşıldı. Devamında Abdulkadir Selvi, “aslında bir hazırlık yok ama seçim barajı da gündeme gelebilir” yazdı. 50+1’in zorlukları ve aşmaya dönük formüller üzerinde çalışıldığı yeniden konuşulur oldu. Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya, AKP’li Mustafa Elitaş ve Bülent Turan’a dayandırarak, bu düzenlemelerin gündemde olmadığı, bir hazırlık yapılmadığını haberleştirdi. Ancak bu bilginin dumanı tüterken, AKP’nin Grup Başkanı Naci Bostancı’dan düzeltme geldi: “MHP ile konu üzerine çalışıyoruz.” Bu hızlı manevranın, neden ve nasıl gerçekleşmiş olabileceği, son yılların maceralı siyasi yolculuğunda saklı.

Devlet Bahçeli’nin iktidar üzerindeki ağırlığı ve asıl olarak da siyasetteki belirleyiciliği konusunda, şüphe duyan sayısı artık yok denecek kadar azalmış durumda. İktidarla ittifak oluşturduğu ilk zamanlardaki “koltuk değneği”, “anahtar teslimi” benzetmelerini, MHP’nin eriyip yok olacağı öngörülerini pek dile getiren çıkmıyor. Son yılların önemli siyasi aksiyonlarının başlatıcısı olarak hep Bahçeli’yi izleyip, neredeyse bütün işaret fişeklerinin onun tarafından ateşlendiği görülünce, önce bakış sonra da değerlendirmeler değişti. Sadece rotaların değil zamanlamanın, hızın ve ritmin üzerindeki Bahçeli etkisi görüldükçe, “ne olacağına” ilişkin kestirimler için asıl bakılan odak haline geldi.

Muhalefet çevrelerinde çok hızlı yayılan algı değişimi, zamanla fazla abartılı bir hale de dönüştü: Son zamanlarda -kimi eski ortaklarının özel çabalarıyla- iktidarın bütün yanlış işlerinin (daha doğrusu politik tercihlerinin) sorumlusu olarak MHP işaret edilmeye başlandı. Kısmen Ergenekon bağlantısıyla birlikte gerilim ve sertlik politikaları, Avrasyacılarla paralel dış politika tercihleri gibi başlıklarda, MHP’nin belirleyiciliği kuvvetli bir ezbere dönüştü. Bazen eski ortak liberaller, bazen eski müttefik cemaatçiler, bazen bazı Kürtler, bazen henüz taraf değiştirmemiş ulusalcılar, “hep bunları Bahçeli yapıyor (yaptırıyor)” tezini kullandılar. İktidar ve özellikle Erdoğan çevresi, bazı açılardan sıkıntı yaratsa bile bu genel havadan fazla rahatsız olmadılar, hatta önünü açtılar. İktidarın icraatından kendisini uzak tutan MHP açısından da itiraz edilecek bir durum değildi.

Denklem üç taraf açısından da elverişli işliyordu. Bahçeli ve MHP açısından iktidarın bütün faturalarını üstlenmeden çok önemli alanlardaki kritik belirleyici rolü edinmek, fazla külfeti olmayan nimetler yaratıyordu. Bir kısım muhalefet (veya öyle durmak zorunda kalanlar) açısından, tehlikeli çatışmalarından biraz daha uzakta, kolay kullanılır ve ikna edici olabilen verimli ama gerçeğe uymayan tespitleri bol keseden kullanma rahatlığı sağlıyordu. Erdoğan başta olmak üzere iktidarın merkez aktörleri açısından, içeride ve dışarıda hala temas kapısını açık tutmak istedikleri kesimlere dönük ve fazla zahmete girmeden heveslilerince devreye sokulan bahanelere sahip olma lüksü veriyordu. Yarattığı sorunların bile herkesçe kullanılabilir olduğu tam bir “kazan-kazan” formülü.

Meselenin sayısal cephesinde tablo şöyle gelişti: 2015 itibarıyla Kılıçdaroğlu’nun (yüzde 40 iktidar, yüzde 60 muhalefet) oy dengesi tarifine “o iş öyle değil” diyen Bahçeli’nin milliyetçi-maneviyatçı çoğunluk formülü, başkanlık referandumuna ikna olmayan MHP’liler yüzünden tam gerçekleşmedi. Ancak MHP’nin kalanı bile iktidarın vazgeçemeyeceği bir belirleyicilik ve vazgeçilmezlik sağladı. Yetmese de idare eden -en azından rakiplerin çok kolay toplanabileceğine inandırıldığı- bir konsolidasyon havası yaratılabildi. Hadisenin politik tarafında ise tablo çok daha verimli işledi: Kendisini “fikren iktidarda” gösterebilen MHP’ye karşılık, AKP de çok kuvvetli bir ideolojik destek temin etti. Semboller torbasına bayrak gibi, ordu gibi, “tam bağımsızlıkçılık” gibi unsurları (bir kısmını muhalefetin elinden alarak) çok kolay ekledi. Koruyucu kalkanını daha güçlü hale getirdi, muhalefeti bozacak imkanlarını epey büyüttü.

İttifakın ilk kurulduğunda, aceleci yorumcuların MHP’nin AKP içinde eriyeceği düşüncesi, olması gerektiği gibi hayat tarafından doğrulanmadı. Hatta ittifak içindeki oy kayışının AKP’den MHP’ye doğru gerçekleştiği ortaya çıktı. Ancak bu ittifak içi oy hareketliliği, MHP’yi ziyadesiyle memnun etmesinin yanı sıra, AKP ve özellikle de Erdoğan tarafından da iki nedenle çok sakıncalı bulunmadı: Birincisi AKP’den kaçan oyların muhalefet bloğuna geçmeyip MHP tarafından “tutulması”; ikincisi iktidarın oy kaybının MHP’nin fazla zorladığı sertleşme politikalarına bağlanarak açıklanmaya başlanması. Bu ikinci fayda, sadece “yumuşama” alametleri muştulayanlarca köpürtülmüyor. AKP’nin kendi içindeki memnuniyetsizleri yatıştırmak için kullanışlı bir kaçış sunuyor. Muhalefet partilerinin bazılarını da heveslendiren bir ökse oluyor.

Bahçeli ve Erdoğan’ın -kimin daha karlı çıktığı tartışmalı elbette- karşılıklı olarak birbirlerini hem destekçi, hem zorluk bahanesi olarak kullanabilme dengesini bozan, başta ekonomik kriz olmak üzere “gerçek sorunlar” oldu. Sahici ve yakıcı sorunları siyasi hamlelerle geriye itebilme veya bu sorunların üzerinden atlayarak ileriye kaçma imkanını fazla abartan iktidar, kalıcı hasar almaya ve daha hızlı erimeye başladı. Sembolleri çoğaltan, milliyetçiliği kuvvetli biçimde merkezileştiren iktidar, hassasiyet zenginliği getirmeyip siyasi bir daralmaya sıkıştı. Destek olarak çağrılan milliyetçilik diğer hassasiyetleri fazla ezdi, onları geri getirmek için yapılan agresif ataklar rahatsızlığı büyüttü. Çözüm kapasitesi zaten sıkıntıya girmiş olan iktidar, siyaset üretme imkanından ve gündem kurma avantajında da geriye düştü. Büyük ölçüde Bahçeli’nin armağanı, fazla gürültülü beka davası, metal yorgunluğu yaşayan tek alet haline geldi.

2018 seçiminde Bahçeli’nin biçimlendirdiği ittifaklı seçim formülünün, “alabildiği sonuca” rağmen özellikle AKP için bariz hale gelen sakıncaları, çok kısa süren “başka arayış” rüzgarlarını estirdi. Benzer bir rüzgar yerel seçimin hemen ardından ve galiba şimdilerde de yine bazı kulaklara biraz sert esiyor. Bütün bu noktalarda Bahçeli’nin sadece siyasi aksiyon başlatan olmayıp, olası gelişmeleri ve girilebilecek yeni yolları kesen, kapatan rolünün de hiç küçümsenmemesi gerektiği daha iyi anlaşıldı: Başlatıcı olduğu kadar iyi bir durdurucu olabileceğini defalarca gösterdi. O tarihten bu yana hem Erdoğan hem Bahçeli, aynı anda geçerli olan hem fazla yapışıklığın hem mesafeli görüntünün yarattığı sorunları, hem kendileri hem ortakları için biraz hafifletmeye, hem istekli hem mecbur oldular.

İki seçimde en öndeki iktidar sözcüsü olmak, kampanyanın ruhunu ve şeklini belirlemek, istifa eden bakanlarla ilgili tasarruf konusundaki ilk çıkışı yapmak, muhalefet partileri ve özellikle AKP içinden çıkanlarla iktidar adına polemiği yürütmek, sadece “harici ortak” pozisyonuyla açıklanabilir bir angajman değil. Bahçeli’nin son Berat Albayrak desteğinden de anlaşıldığı üzere, sorunlu icraattan ayrı durmak tercihinden de vazgeçtiği anlaşılıyor. “Birlikte kaybetme” rotasına girmiş kader ortaklığında, karşılıklı olarak daha çok sorumluluk, gerekirse gönüllü paratoner rolünden kaçınmamak gerekiyor. Seçimi bile ikinci plana atabilecek yeni bir vesayet düzeni yaratabilmek için, iktidar çimentosunu daha sıkı karmak gerekiyor. Veya bu konuda başka arayışların akıllarda dolaşmaya başladığı söylentileri, bu konudaki hatırlatmaları daha açık hale getiriyor. İlk paragraftaki kısa hikayeyi bir de böyle okumak gerekebilir.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).