'Kaybetmedik, sadece zaman yetmedi'
Taktik dehası olmanın ilk ve en garantili yolu, oyuncular üstünde tartışmasız bir sorgulanmaz konum oluşturmaktı. Ferguson bu konum için çok şeyi göze aldı. Daha 1974'te St Mirren’i çalıştırırken, takım kaptanı, arkasından bir kulak işareti yaptığı için, onu takımdan kovmuştu. Öğrendiği ilk ciddi derslerden biri şuydu: "Oyunculara asla bağlanma, çünkü seni arkadan vururlar."
"Çalışma hayatımda sporla o kadar iç içeydim ki, spor hakkında fazla kitap okumak istemiyordum. Yine de raflarda yerini alan birkaç mihenk taşı kitap var. David Maraniss’in yazdığı, Green Bay Packers takımının büyük koçu Vince Lombardi biyografisini okurken," sanki beni yazmış, "ben de tıpkı Lombardi gibiyim" diye düşünmüştüm. Tam bir saplantı. Kendimi Lombardi’nin söylediği şu büyük söze çok yakın hissetmiştim. "Maçı Kaybetmedik, sadece zaman yetmedi."
Alex Ferguson’un sportif hayatı aşırı özmerkezli bir fenomenin, istikrar içinde biçimlenen hayatıdır. Tıpkı "maçı kaybetmedik, sadece zaman yetmedi" deyişinde olduğu gibi, o kesinlikle bir sahte doğallaştırma ustasıydı. Bu doğallaştırmanın etkileri, psikolojik yönden herhangi bir şekilde ikna edici olabilmek için, öznenin yani oyuncunun deneyimine nüfuz etmek zorundaydı. Sabit bir oyun kurgulamaya elverişli olmayan aşırı özmerkezli kişiliği Guardiola ve Klopp’tan farklı olarak, oyunun taleplerine değil, maçın taleplerine odaklanmaya daha uygundu. Guardiola futbol oyununun sabit noktası için seçimini alandan yana yaparken, Klopp zamanı, oyunun sabitlerinin zemini olarak değerlendiriyordu. Alex Ferguson’a göre de oyunu sabitlemek mümkün değildi, o nedenle maça odaklanıp oyuncu performansını sabit hale getirmek yeterli sonuçtu. Bütün futbol hayatı boyunca da bu sezgisel kavrayışına sadık kaldı.
"Oyuncularımı hep hazır tutmak, her oyunu bir ölüm kalım meselesi gibi düşünmelerini sağlamak benim sürekli kullandığım bir taktikti." Bu düşünce oyunu bir başka seviyeye taşımak için, oyunun temel prensiplerinde yenilikler yapmayı amaçlamaz. Bu düşüncesinin tek hedefi olur, o da o maçı kazanmak. Alex Ferguson’a "maç kazanma ustası" denilse buna hiç itiraz etmem. Öyleydi çünkü. Onun varlık nedeni, bir bütün olarak futbol oyununu başka bir seviyeye taşımak değil, ne olursa olsun maçı kazanmaktı. Futbolun teorik ve felsefi sorunlarına zaman ayırıp, çözümler üretmek yerine, maçın pratik sorunlarına odaklanıp, maçı kazanmanın pratik yollarını keşfetmek çok daha cazipti. Bu yaklaşım hiç şüphesiz Ferguson’u bir futbol düşünürü yapmıyordu, o deyim uygunsa bir taktik dehasıydı.
Taktik dehası olmanın ilk ve en garantili yolu, oyuncular üstünde tartışmasız bir sorgulanmaz konum oluşturmaktı. Ferguson bu konum için çok şeyi göze aldı. Daha 1974'te St Mirren’i çalıştırırken, takım kaptanı, arkasından bir kulak işareti yaptığı için, onu takımdan kovmuştu. Öğrendiği ilk ciddi derslerden biri şuydu: "Oyunculara asla bağlanma, çünkü seni arkadan vururlar." Oyunculara bağlanmak yerine, oyuncuların ona bağlanması için elinden gelen her şeyi yaptı. Liderliğinden ödün vermemek koşuluyla, oyuncularıyla sosyal ilişkiler kurmaktan geri de durmadı. Zarif bir mizah anlayışına sahip olduğu halde, özelikle beceri gerektiren durumlarda, tanık olduğu beceriksizliklere karşı da son derece acımasızdı.
"Eğer etrafınız hayatta kendini ifade etmekten çekinen insanlarla doluysa, bu ciddi bir sorundur. Çünkü bu kişiler aynı şekilde sahada da korkak davranacaklardır." Onun, Eric Cantona’ya ne o kadar hayran olduğu daha kolay anlaşılıyor. Roy Keane ile yaşadığı tutkulu aşk ve nefret ilişkisinde aynı bağlam içinde daha anlaşılır hale gelir. Ronaldo’ya koşarken dizlerini kırmaması gerektiğini öğreten de Ferguson’dur. Koşan bir oyuncu adımlarını kalçadan sallamalı. Geniş adımlarla koşan biri, belki biraz yavaşlar ama kesinlikle daha dengeli olur, diyen de o dur.
"Hücum oyuncularının kendimin yaptığına inandığım şeyleri yapamadığını görmek beni kızdırırdı. Onlar benim umudumdu. Onlara bakıp sen tıpkı benim gibisin, diye düşünürdüm. İnsan başkalarında kendini görür. Mesela Roy Keane’de Bryan Robson’da Kendimi görürdüm. Paul Scholes’te, Nicky Butt’ta Gary ve Phil Neville kardeşlerde kendimden esintiler görürdüm. Takımlar, teknik direktörlerin karakterini yansıtır. Asla pes etmek yok, bu büyük bir inanç ve felsefedir. Ben hiç pes etmezdim. Her türlü zor durumda daima bir şeyler kurtarabileceğimi düşünürdüm."
Sadece zaman yetmezdi.