Pazar günü çocukları: 65 yaş üstü kadınlar
Kentleşme politikalarının, yerel yönetimlerin belirlediği ve yaşlıları dışlayan mekânsal düzen nedeniyle; yaşlılara saygıyı her fırsatta vurgularken onların görünmez olmalarını, hayatın ritmini yavaşlatmamalarını bekleyen kültürümüze özgü ikiyüzlü tavırdan dolayı; sevdikleri başka kadınlar kamusal alana gönül rahatlığıyla çıkabilsinler diye torun veya hasta baktıkları için ya da bedensel/zihinsel engelleri nedeniyle zaten sokağa az çıkan bu kadınlar şimdilerde gündelik hayatın döngüsünden bütünüyle mahrumlar. Bu yüzden içlerinde erkeklerin de olduğu 65 yaş üstü bir grup küsmüş kente, hayata…
Geçmiş yaz tatillerinden birini bir “her şey dahil oteli”nde yapabilmiştik. Belli bir gelir seviyesindekiler için çocuklu tatiller bu sıkıcılıkta, tekdüzelikte ve böyle masraflı geçiyor çağımızda. Otelde konaklayan aileler, çiftler havuz başında yerli yersiz didişir, çocuklar talepkârlıkları ve bitmeyen ihtiyaçlarıyla nem oranını arttırırlarken, bu gerilimlerden uzakta, sayılı tatil gününün her sabahına enerjik ve neşeli başlayan bir arkadaş grubu dikkat çekiyordu. Orta yaş ve üstü kadınlardan oluşan 6 kişilik bir ekip. Kahvaltı servisinde şen kahkahaları arş-ı alaya çıkar, hazırlanmak için odalarına yollanırlarken birbirleriyle tatlı tatlı çekişerek o güne dair planlarını yaparlardı. Sahilde, yemeklerde ve havuz başında hep onlara yakın oturur, sohbetlerine kulak kabartırdım. Hoş, buna gerek kalmazdı, çünkü istemeseniz de duyacağınız bir tonda laflarlardı. Yüzyıllık evliliklerinin ağırlığıyla birbirlerine sırtlarını dönüp oturan evli çiftler, etraftaki yakışıklı erkekler ve güzel kadınlardan birbirlerini kıskanan genç sevgililer, kocası cep telefonundan oyun oynar ve güneşlenirken çocukları tek başına eğlemek zorunda kalan anneler arasında o kadar parıltılı ve tasasız görünürlerdi ki, insanı kendilerine çekerlerdi. Herkese selam verir, bütün gezilere katılır, oyunlara en önce onlar dahil olur, düştükleri komik durumlara en çok kendileri gülerlerdi. Hatta bir seferinde otelin aşçısından tencere isteyip bir Çerkes yemeği bile yapmış, etraflarındakilere adeta zorla tattırmışlardı. Bakımından sorumlu oldukları aile bireylerinin yükünü atmış, dulluğun toplum tarafından tehditkar addedilmediği yaşlarda, özenilecek bir durum olmasa da ahlakın ve kültürün dayatmasıyla cinsel ve duygusal gerilimlerden uzak duran, belki de kocalarından bezmiş bir çeşit ekber ve erşed kadın grubuydular. Artık “teyze” hitabına içerlemeyecek yaş grubu.
Hadsiz uzman görüşleri ve isabetsiz bir kararla sokağa çıkması yasaklanan 65 yaş üstü nüfusa pazar günleri belli saatlerde sokağa çıkma izni verildiğinden beri balkondan, pencereden en çok o yaş grubu kadınları izliyor, gözlemliyor ve tatilde karşılaştığım şen kadınları yad ediyorum. Görüş alanımın dışında kalanlar için ise akrabalar, ahbaplar, arkadaş anneleriyle konuşup sınırlı zaman diliminde uzak düştükleri şehirle, semtle nasıl kucaklaştıklarını, kavuştuklarını dinliyorum. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden pazar şenliği fotoğraflarını gönderiyorlar bana. Pazar günleri uzun süredir sahipsiz kalan parklardaki banklar doluyor, yavaş adımlara alışık ara sokaklardaki kaldırımlar eski sakinlerine kavuşuyor, apartman bahçeleri kahkahalarla çınlıyor. Komşu teyzeler bir kaldırımdan diğerine, mesafeyi koruyarak selamlaşıyor, sohbet ediyorlar. Kimi avuçlarının içine gülüyor, kimi inadına tiz perdeden konuşuyor. Kimi huysuz kocasını geride bırakarak çevik adımlarla turlarken, kimi refakatçisinin koluna asılarak zorlukla yürürken bile etraftaki apartmanların bahçelerine, ev içlerine göz atıyor. Çamaşırların temizliğine, bahçelerin bakımlılığına not veriyorlar. Onlar içerideyken coşan tabiatı veya heyula gibi dikilen inşaatı şaşkınlıkla karşılıyorlar. Pencerelerden, balkonlardan onları izleyen “gençlere” laf atıyor, el sallıyorlar. Kimisi her bir izin gününü bir rotaya ayırmış, ince ince plan yapmış. Birbirlerine, onları neşelendiren ve bazen yegâne dışarı çıkma vesilesi olan marketlerin, eczanelerin açık olup olmadığını soruyorlar. Bazıları el ele, kol kola yürüyor kadın arkadaşlarıyla. Kimisi komşusuyla, arkadaşıyla, akrabasıyla randevulaşmış, buluşmuş bir köşe başında. Çoktandır yapamadıkları “gün”leri sokakta yapıyorlar adeta. Pasta-börek tariflerinin yerini ekmek tarifleri alıyor. Hatta poşetlerden atıştırmalıklar çıkarılıp ikram ediliyor. Sohbet, dertleşme, gıybet derken ev bir süreliğine sokağa taşıyor onlarla. Çoğu, o kuşağın aldığı terbiye gereği yabanlık kıyafetlerini giymiş, boyası gelmiş saçlarını şekle sokmuş, takıp takıştırmışlar çıkarken. E başka da vesile yok ki bu aralar şık giyinmek için.
Kadınların yaşam sürelerinin erkeklere göre uzun olduğu malum. Hatta verilere bakılacak olursa, virüs kadınları erkeklerden daha az etkiliyor. Kadınların dayanıklılığı sadece hep görev duygusuyla yaşamalarından değil demek ki, fizyolojik boyutu da var. Yaşadığım semt otopark sorunundan dolayı genç nüfusun terk edip gittiği bir yer. Bu sebeple burada yaşayan 65 yaş üstü kadınların çoğu yalnız veya bakıcısıyla yaşayanlar. Kentleşme politikalarının, yerel yönetimlerin belirlediği ve yaşlıları dışlayan mekânsal düzen nedeniyle; yaşlılara saygıyı her fırsatta vurgularken onların görünmez olmalarını, hayatın ritmini yavaşlatmamalarını bekleyen kültürümüze özgü ikiyüzlü tavırdan dolayı; sevdikleri başka kadınlar kamusal alana gönül rahatlığıyla çıkabilsinler diye torun veya hasta baktıkları için ya da bedensel/zihinsel engelleri nedeniyle zaten sokağa az çıkan bu kadınlar şimdilerde gündelik hayatın döngüsünden bütünüyle mahrumlar. Bu yüzden içlerinde erkeklerin de olduğu 65 yaş üstü bir grup küsmüş kente, hayata… Haksızlığa uğradıklarını, küçümsendiklerini, dışlandıklarını, istenmediklerini düşünüyorlar. Bu yüzden de hiç çıkmıyorlar izin günlerinde. Adeta ölmeye yatmışlar. Yani benim gördüğüm neşeli topluluk 65 yaş üstü kadınları tam olarak temsil etmiyor maalesef.
ANNEANNELERİMİZİN/BABANNELERİMİZİN SESİNİ DUYMAK
Barış Özcan’ın anneannesi Ayten Hatunoğlu’nu dinlediği Anneannemin Sesi adlı kısa filmini, tam da balkondan 65 yaş üstü kadınlarla özlem giderdiğim günlerden birinin akşamında izledim. Şimdiki tabirle bir çocuk gelin olan Ayten, “benim için bir görevdi” diye özetliyor evlilik hayatını. Kocası hala hayatta Ayten’in ve Ayten ona hâlâ hizmet ediyor. Tüm ailenin yükünü omzuna almış, elden ayaktan düşmediğini kanıtlarcasına şiş, sızılı elleri ve ayaklarıyla işe koşmayı sürdüren Ayten, oldukça manidar bir biçimde zor hayatını yine zor, el oyalayan bir yemeği, içli köfteyi hazırlarken anlatıyor. “Bak kaç mesleğin işini yapıyoruz, hem de bir günün içinde” diyor mutfakta içli köftenin yanında yenecek diğer yemeği hazırlarken. Aşçı, çamaşırcı, ütücü, terzi, şifacı, bakıcı, öğretmen rollerine bürünüyor Ayten de diğer birçok kadın gibi. Hem de bir gün içinde. Hem de hiçbir maddi karşılık beklemeden ve bundan manevi tatmin duyması beklenerek… Hizmet edecek bir ailesi yoksa eksiklik hissetmesi için uğraşılarak… Lambadan bir cin çıksa ondan 3 şey dileyecek Ayten: Güzel şarkı söyleyip kocasını çocuklarını şarkıyla karşılamak, araba kullanmak, okuyup meslek sahibi olmak. “Hayatta en büyük eksikliği ve yalnızlığı birine sırtını dayamamak, başını bir omuza bırakamamak”ken, yine ailesini mutlu edecek bir yeteneği olsun istiyor.
Ayten gibi, benim anneannem ve babaannem gibi 12 yaşında çocukluktan kadınlığa atlayan, sadece anne, eş, büyükanne oldukları düşünülen, arzuları, hayalleri olan bireyler oldukları akla bile gelmeyen bu kadınlar güneşli pazar günleri boş sokaklarda çocukluklarına dönüyorlar. Çocukluktan erken çıkılınca, toplum baskısının da etkisiyle yaşlılığa erken teslim olunuyor. Aşağılanan, ayak altında dolaşmasın istenen, kendisini biraz donatsa “zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” yaklaşımıyla eleştirilen bu kadınlar yaşamın kaynağı, var oluş sebebimiz. Uzman ukalalığına, modern bilimin eril tahakkümüne karşı kocakarı, otacı, acuze denerek şeytansılaştırılan, değersizleştirilen kadim bir bilgelikle donanmış olanlar.
Anneannemin, annemin günlerinde ayaklarının dibinde, kucaklarında büyüdüğüm, ergenliğe geçerken, hep birlikte kikirdedikleri açık saçık fıkralarına kulak kabarttığım, yanlarında huzur bulduğum, çok şey öğrendiğim, bazen didişsem de buluşmaların sonu hep sarılmalarla biten bu kadınları çok özledim. Onlarla tatile bile giderim. Bu pazar yine onları balkondan sevgiyle izleyeceğim. Bu iş çabuk bitsin de market, pazar alışverişlerinde akıl verin bana. Yemek tarifleri, örgü modelleri, bitkisel formüller isteyeyim sizden. Konuşmanız bitene kadar kaçacakmışım gibi kolumu sımsıkı tutun. Birlikte kocalarınızı, hayırsız evlatlarınızı çekiştirelim, solgun fotoğraflarınıza bakarken gençliğinizden bahsedelim, olur mu?
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI