YAZARLAR

Gerçekleşmeyen Cannes Film Festivali ve özgürlükler…

Cannes Film Festivali’nin her zaman ‘özgürlük’ fikriyle yakın bir bağlantısı oldu. Ve bu bağlantı her zaman var olacak gibi duruyor. Belki de, Cannes’ın kalbi, kırmızı halıda süzülen yıldızların arasında değil, Fransa sokaklarındaki ‘asi ruhta’ çarpıyor!

Bilindiği gibi dünyayı saran korona virüsü salgını, birçok sektörde bir durgunluk, yavaşlama hatta çoğu zaman bir ‘durdurma’ yaşattı. Her ne kadar salgından etkilenen ülkeler belli ölçülerde, özellikle ekonomik açıdan düzelmeye çalışsa da, bu salgının birçok büyük şirkete, spor dünyasının dev kulüplerine ve bu arada ‘blockbuster’ olarak adlandırabileceğimiz, büyük bütçeli filmlerin çekilmesine ve dağıtılmasına da çok ciddi bir darbe vuracağı kesindi ve nitekim sonuç da böyle oldu.

Bir diğer merak konusu tabii ki ülke hatta dünya çapında film festivallerinin geleceği ve bu beklenmedik ‘felakete’ karşı gösterecekleri tepki ve alacakları kararlardı. Özellikle büyük festivallerin, dünyanın birçok ülkesinden yönetmen, senarist, oyuncu, sinema eleştirmeni, akademisyen gibi davetlileri ağırladığını göz önüne alırsak, bu salgından en fazla etkilenecek olanlar Berlin Film Festivali, Venedik Film Festivali ve tabii ki Cannes Film Festivali gibi görünüyordu. Berlin Festivali tamamen rastlantısal olarak salgın patlak vermeden birkaç gün önce tamamlandı. Venedik Film Festivali ise o zamana kadar salgının kontrol altına alınacağını umarak, (şimdilik!) eylül ayının başındaki festival tarihini değiştirmeyeceğini açıkladı. Ancak durum tabii ki mayıs ayının ortasına doğru başlaması planlanan, 73'üncü Cannes Film Festivali için çok daha ağır ve farklı oldu.

Aslında bilindiği üzere bu, Cannes Film Festivali'nin yaşadığı ilk tarihsel ‘iptal’ kararı değildi. Film festivali, 1939 ve 1968 yıllarında iki defa daha yapılamamıştı. İlk seferinde daha başlamadan bitmiş, ikincisinde ise normal bir şekilde başlayıp, sert tepkilerle sekteye uğrayıp, önce durdurulup sonra iptal edilmişti. Cannes Film Festivali’nin bu seneki ‘korona virüsü’ nedeniyle iptalinin şiddetini ve sonrasında izlenebilecek yolları daha iyi görebilmek için daha önceki iki ‘kaldırılma’ ortamlarına ve koşullarına yakından bakmakta yarar var:

1 Eylül 1939'da Cannes şehrinde yapılacak ilk uluslararası film festivali için bütün hazırlıklar yapılmıştı. On beş ülke filmleriyle katılacağını iletmişti, dönemin ünlü ressamı Jean-Gabriel Domergue festival için özel bir afiş tasarlamıştı ve festival jürisinin başında efsanevi sinemacı Louis Lumiere bulunuyordu. Hatta onlarca Amerikalı ‘yıldız’ bile kırmızı halıda boy göstermek için kıtalar arası bir yolculuk yapıp gelmişlerdi. Kısaca her şey, çok çarpıcı ve ses getirecek bir ‘ilk’ festival için planlandığı gibi gidiyordu.

Ancak ne yazık ki tam olarak aynı tarihte Almanya orduları Polonya’yı işgal etti. Ardından Fransa ve Birleşik Krallık'ın Almanya’ya savaş ilan etmesiyle doğal olarak festival önce ertelendi, sonrasında iptal edildi. Festivalin tekrar yapılması, İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, 1946 yılını bulacaktı.

Bu ‘yapılamayan’ ilk Cannes Film Festivali’nin en önemli yönlerinden biri de şuydu: Dönemin Milli Eğitim ve Sanat Bakanı Jean Zay, (pek bilinmemesine rağmen) ‘Cannes’ projesini başlatanlardan biriydi ve bu ‘ilk’ festivali, 1938 yılındaki, açıkça faşist bir yolda ilerleyen Venedik Bieanali’nin (Fransa festivalden çekilmişti!) karşısında olan, bir ‘özgürlük’ festivali gibi düşünmüştü. Ne yazık ki bu ‘özgürlük’ düşüncesi, yükselen ‘faşist’ dalgayla ve patlak veren dünya savaşıyla gölgelendi.

Yaklaşık otuz yıl sonra, apayrı ‘damardan’ gelen bir olayla 21'inci Cannes Film Festivali yeniden sarsıldı: 10 Mart 1968 tarihinde Paris şehri politik açıdan ‘alev alevken’ Orson Welles, Louis Malle, Roman Polanski ve eşi Sharon Tate gibi isimler ‘Cannes’ın ‘ünlü’ kırmızı halısının üstünden geçmekteydi.

O esnada Paris’te ‘genel grev’ kararı oylanıyordu ve bu kadar ‘haraketli ve hassas’ bir politik dönemde film festivalinin devam etmesi dönemin ruhuna aykırı hatta ‘trajikomik’ bulunmaya başlanmıştı. Paris’te bulunan yönetmen arkadaşlarının da çağrısıyla Cannes’da bulunan Françoiş Truffaut, Claude Berri ve Jean-Luc Godard bir sinema seansını durdurarak, o dönemin işçi ve öğrencilerine destek vermenin ‘öncelikli’ olduğunu söyleyen çok sert bir basın açıklaması yaptılar. Kısa bir süre sonra, Roman Polanski ve Lelouch gibi başka yönetmenler de ‘destekler’ bir biçimde onlara katıldı. Bu olay Cannes’da ‘soğuk duş’ etkisi yarattı, katılımcılar arasında tartışmalar ve protesto sesleri yükseldi ve bu yönetmenler, filmlerini festivalden hemen geri çektiler. Festival aynı günün akşamında, çabucak, panik halinde, o sene için temelli olarak ve ödül verilmeden iptal edildi.

Sanki 30 sene önce düşünülen ‘özgürlük’ çağrısı bu sefer festivali iptal etmek pahasına karşılık bulmuştu!

Durumu ironik kılan ise şuydu: Uzun yıllar önce, bu önemli sanat olayı, baskıcı bir politik ortam ve süreç tarafından geciktirilmişti. Oysa bu sefer savunduğu ‘özgürlük’ amacı ve reaksiyonu açısından ‘eksik’ (hatta biraz duyarsız) kalmaktan dolayı sekteye uğruyordu.

Sonuçta, dünyanın en önemli sinema festivallerinden biri olan Cannes, tarihinde üçüncü kez, bu sefer de bir salgın hastalığın insanların elinden aldığı ‘dışarı çıkma özgürlüğü’ yüzünden gerçekleşemiyor. İnsanların akıllarına gelen ilk çözüm olan ‘online festival’ yapmak fikri, ‘Cannes’ın ölçeği ve ruhu açısından sorunlu bulunarak hemen ‘rafa’ kaldırıldı. Diğer festivallerle ortaklaşa çözümler aranıyor. En azından iptal edilen festivalin jüri başkanı olacak yönetmen Spike Lee aynı görevi, seneye yapılması halinde yine kabul edeceğini açıkladı.

Son olarak diyebiliriz ki, Cannes Film Festivali’nin her zaman ‘özgürlük’ fikriyle yakın bir bağlantısı oldu. Ve bu bağlantı her zaman var olacak gibi duruyor. Belki de, Cannes’ın kalbi, kırmızı halıda süzülen yıldızların arasında değil, Fransa sokaklarındaki ‘asi ruhta’ çarpıyor!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .