Milletvekilliklerinin düşürülmesi sürpriz miydi?
İktidar, bu hamlesiyle bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefliyor. MHP’nin diline ve siyasetine tamamen teslim olmuş AKP, CHP’yi, HDP ile resmileştirilmemiş ortaklığını ifşaya zorluyor kendince. Bunu yaparken ne kadar kudretli olduğunu da “dosta düşmana” gösteriyor.
AK Parti’nin tek başına iktidar çoğunluğunu elde edemediği 7 Haziran 2015’ten bu yana, toplumun birbirinden farklı kesimleri için -ki bunlar seçim sonuçlarına göre seçmenin neredeyse yarısına karşılık geliyor- umut etmek her geçen gün daha da zorlaştı.
Kitlesel katliamlara, cezasız bırakılan suçlara, ağır hukuksuzluklara, akraba kayırmacılığına, liyakatsizliğin her türlüsüne, çıkarcılığın tüm değerleri yok saymasına, siyasette ötekileştirici üslubun pervasızlığına ve niteliksizleşmeye maruz bırakılan insanların, halkın seçip Meclis’e gönderdiği milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülüp gece yarısı gözaltına alınmalarına karşı güçlü bir ses çıkaramamasını anlamak lazım.
Organize suç örgütü yöneticilerini serbest bırakanlar, cezaevlerini siyasetçilerle, gazetecilerle doldurmaya devam ediyor.
İKTİDAR BLOKU DAHA DA OTORİTERLEŞECEK
İktidar bloku, siyaset üretemedikçe, işsizliği önleyemedikçe, topluma umut veremedikçe daha da sertleşecek, otoriterleşecek. Ekonomi bu haldeyken kendi kitlesini muhafaza edebilmesinin en kolay yolu bu. Peki muhalefet ne yapacak? Muhalefete çok iş düşüyor ama siyasi iktidar, tüm zayıflığına ve yıpranmışlığına rağmen gündem belirlemeye devam ettikçe muhalefet genelde iktidarın sınırlarını çizdiği alanda manevra yapabiliyor.
Bir CHP’li, iki HDP’li milletvekilinin dokunulmazlığının birlikte ve aynı gün düşürülerek neyin hedeflendiğini anlamak için karmaşık analizlere gerek yok. CHP, Enis Berberoğlu, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekilliklerinin düşürülmesine itiraz edince iktidar blokundan aynı cümlelerle karşılık verildi: Kemal Kılıçdaroğlu değil miydi dokunulmazlıkların kaldırılmasını savunan!
AKP’nin yaptığı düzenlemeye Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen ‘evet’ diyeceklerini belirten Kılıçdaroğlu, aksi halde AKP’nin bu durumu istismar edeceğini söylemişti. Sonra HDP eş genel başkanlarından başlayarak kimler girmedi ki cezaevlerine!
İKTİDAR BİR TAŞLA BİRKAÇ KUŞ VURMAYI HEDEFLEDİ
İktidar, bu hamlesiyle bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefliyor. MHP’nin diline ve siyasetine tamamen teslim olmuş AKP, CHP’yi, HDP ile resmileştirilmemiş ortaklığını ifşaya zorluyor kendince. Bunu yaparken ne kadar kudretli olduğunu da “dosta düşmana” gösteriyor.
CHP, kendi milletvekilini savunup HDP’li milletvekillerini savunmasa HDP kitlesi haklı olarak tepki gösteriyor. “Ama”sız “fakat”sız, üç milletvekiline yapılana da itiraz edenler ise “Bakın biz ne diyorduk? Alın CHP-HDP ortaklığının ispatı!” denilerek, yıllardır “milletin bekası” retoriğiyle milliyetçi çizgiye sıkıştırılmış kitlelerin önüne atılıyor.
HDP’ye yapılan haksızlığa itiraz etmenin bir bedeli var bu ülkede. Siyasi iktidar herkese o bedeli ödetmeye zorluyor. Bu sığ ama siyasi iktidarın istediği sonucu alması muhtemel senaryoya yüksek sesle itiraz edilememesinin hazırlığı ise epeydir yapılıyor.
MÜTEDEYYİN MUHAFAZAKÂR KİTLELERİN KONSOLİDASYONU
Son yıllarda yapılan her seçim öncesi, fısıltı gazetesiyle darbe senaryoları yayılıyor kulislere. Darbenin kimler tarafından yapılacağı belirsiz… Seçimler geçiyor, ekonomik kriz tüm ağırlığıyla sürüyor, iktidar bloku sıkışıp siyaset üretemez hale geldiğinde bu kez bizzat siyasi iktidar “bize darbe yapacaklar” iddiasına sarılıyor. Yetmiyor, Gezi, 8 Mart, LGBTİ Onur Yürüyüşü vb. yıl dönümlerini, mütedeyyin muhafazakâr kitleleri konsolide etmenin bir aracına dönüştürüyor. Bunu yaparken de ayrımcı dilini nefret söylemine vardırmaktan, nefret suçlarına zemin yaratmaktan çekinmiyor. Muhalefet ise siyasi iktidarın “zor” kullanmaktan başka bir “gücünün” kalmadığı en zayıf anında dahi bu korku ikliminden uzaklaşmayı başaramıyor. Siyasi iktidara gerçeğinden fazla rol biçmeye devam ettiği için, dolaşıma bilerek sokulan senaryoların esiri olmaktan kurtulamıyor.
YURTTAŞLARIN İTİRAZ HAKKI GAYRİMEŞRU İLAN EDİLDİ
Şu cümleyi ve benzerlerini 16 Nisan Referandumu'nda ve kritik başka zamanlarda defalarca duyduk, duymaya devam ediyoruz: Muhalefeti sokağa çıkmaya zorluyorlar aman ha!..
Oysa Anayasa'nın 34’üncü maddesine göre, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”. Siyasi iktidar, kendisine muhalefet edeceğini düşündüğü herkesi, bu maddenin ikinci fıkrasında değerlendirmeyi tercih ediyor. O fıkra ise şöyle: “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir”.
Öyle bir yere sıkıştırıldı ki toplum, birileri “benim şu uygulamaya itirazım var” diyerek sokağa çıkmaya kalksa, milli güvenliğe ve kamu düzenine zarar vermekle(!) suçlanarak başına her türlü kötülük gelebiliyor. İnsanların itiraz etme hakkı gayrimeşru ilan edildi. Savaş demek de suç, barış demek de. Yapılanların hesabını sorma, denetleme hakkı elinden alındı yurttaşların.
BEKLETİLEN KOZ MUYDU YOKSA ADI KONULMAMIŞ ANLAŞMA MI BOZULDU?
Gündem öyle hızla değiş(tiril)iyor ve toplum öyle şaşkına dönüyor ki! Bu ortamda doğru analizleri yapmak ve yurttaşların anayasal haklarını kullanarak meşru tepkilerini göstermesinin zeminini yaratmak, güvenilir bir örgütlülükten geçiyor. Ancak son beş yılda, siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine, yerel yönetimlerden sendikalara kadar pek çok örgütlü yapı ağır yara aldı. Kimi paramparça edildi, kimi korkuyla sindirildi, kimine ise -odalara ve barolara yapılmak istenenler gibi- boyun eğdirmenin yolları aranıyor.
“Üç milletvekili hakkında uzun süredir Meclis Başkanlığı'nda bekletilen Cumhurbaşkanlığı tezkereleri sürpriz bir kararla işleme konuldu ve Genel Kurul’da okundu”. Dünkü haber kamuoyuna böyle duyuruldu. Yapılan iş bir anlamda sürprizdi evet çünkü milletvekilleri hakkında verilen kesinleşmiş yargı kararlarına karşın düne kadar bu üç ismin milletvekilliğini düşürmek için adım atılmamıştı. Ancak iktidar blokunun, bu durumu siyasi rakiplerine karşı bir koz olarak kullanmak üzere beklettiği de düşünülüyordu.
Fezlekelerin işleme konulmamasının sebebini sormak için kapısını çaldığım tüm siyasetçilerden hep benzer yanıtlar almıştım. Yapılan üstü kapalı yorumlardan çıkardığım sonuç, Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı döneminde fezlekelerin Genel Kurula gelmemesi yönünde adı konulmamış bir sözlü anlaşmaya varıldığıydı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin işaret fişeğini yakmasına kadar da fezlekeler gündeme getirilmedi.
Bahçeli, Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, bir süredir AKP'nin üzerinde çalıştığı kamu kurumu niteliğindeki meslek odalarına ilişkin yasa değişikliği, TBMM İçtüzük değişikliği, "milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili kamuoyundaki beklentilerin karşılanması" ve Siyasi Etik Yasası'nın çıkarılmasını istemişti.
AKP’NİN, KENDİ KİTLESİYLE ARASINDAKİ DUYGUSAL BAĞ GİDEREK ZAYIFLIYOR
MHP’nin diline ve siyasetine teslim olan AKP, giderek el yükseltiyor, sertleşiyor, otoriterleşiyor. Bunu yaparken sadece muhalefeti sindirdiğini düşünüyorsa yanılıyor. Kendi kitlesiyle arasındaki duygusal bağ da giderek zayıflatıyor. AKP’nin kitlesi de “AK trollerden” yaka silker hale gelmiş durumda. Ekranda gördükleri, iktidarın her icraatını övüp muhalefetin her icraatını yeren propagandistler, onları dahi ikna edemiyor.
HDP’li belediyelere kayyım atanması, HDP’li siyasetçilerin tutuklanması, CHP’li siyasetçilere aba altından sopa gösterilmesi, gazetecilerin her türlü baskıya maruz kalması, Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimiyle tüm muhalefete gözdağı verilmesi ve diğer hukuksuzluklar karşısında kitlelerin sessizliğini onay zanneden iktidar bloku, gerçekle 31 Mart seçiminde yüzleşti aslında. Artık kendi kitlesiyle arasında sevgi-saygıya değil korku-çıkara dayalı bir ilişki var.
MÜTEDEYYİN MUHAFAZAKÂR KESİM ONURLU BİR GELECEK İSTİYOR MU?
Rıza üretemiyor. “Dinsiz CHP, bölücü HDP” retoriğiyle esir alınmış mütedeyyin muhafazakâr kesimin “hata da yapsa bizimkiler yapsın, iktidar giderse sonumuz harap!” korkusundan kurtulamayışının ekmeğini yiyor siyasi iktidar hâlâ.
ABD’de başlayıp Fransa ve İngiltere’de de halkın sokaklara dökmesine sebep olan ırkçılığa karşı bugünlerde Martin Luther King’in şu sözleri çok sık hatırlatılıyor, “Siyahların özgürlüğü önündeki en büyük engel Beyaz Yurttaşlar Konseyi, Ku Klux Klan’cılar falan değil, kendisini adaletten çok ‘düzen’e adamış ılımlı beyazlardır. Onlar gerilimsiz bir negatif barışı, adaletin var olduğu pozitif barışa yeğler”.
“Onurlu barış” tam da buna itirazdır. Yıllardır bu talep uğruna mücadele verenlerin ödediği ağır bedeller yetmedi mi? AK Parti’nin ve MHP’nin ülkeyi getirdiği yere itirazı olan mütedeyyin ve muhafazakârların sesini ne zaman duyacağız? DEVA, Gelecek veya İYİ Parti’de kendisine yer bulmuş parmakla sayılır birkaç ismin dışında güçlü bir itiraz duyan var mı? Onurlu bir toplumsal barış için hep aynı isimlerin dışında başka bir ses duymayacak mıyız?
Onursuz bir yaşam mı, onurlu bir gelecek mi? Mütedeyyin muhafazakâr kesim korkularından arınmanın bir yolunu bulup ilkesel bir duruşla, 'ama'sız 'fakat’sız yapılan tüm hukuksuzluklara, gayriahlaki işlere, kötülüklere itiraz etmezse bir daha söz söyleme hakkı olmayacak.