Yolları Haziran’da kesişen üç gemi: Ertuğrul, Yavuz, Kısmet...
7 Haziran, tarihte yer etmiş iki gemi için özel bir gün. Bu vesileyle onları andım, haklarında yazılmış şarkılardan, türkülerden söz ettim. Bir başka tekneyi de yanlarına koymak isterim: Sadun Boro’nun dünyayı dolaşan teknesi Kısmet. Ertuğrul battı, Yavuz söküldü ama Kısmet şanslı...
1889 yılının 14 Temmuz günü İstanbul’dan törenle denize açılan Ertuğrul firkateyni, bundan 130 yıl önce bugün, 7 Haziran 1890’da son durağı olan Yokohama limanına ulaşmıştı. Yolculuk maceralıydı: İstanbul’dan Marmaris’e gelen firkateyn, hız kesmeden Süveyş’e ulaşmış, kanalı geçerken geçirdiği iki kaza yüzünden bir süre burada havuzda bekletilmişti. 7 Ekim’de Cide üzerinden Aden’e geçen, 20 Ekim’de Bombay’da törenle karşılanan ve Kolombo üzerinden Singapur’a ulaşan Ertuğrul, 22 Mart’ta Japonya’ya ulaşmak üzere buradan hareket etmiş ama şiddetli rüzgâr nedeniyle rotasını değiştirerek Saygon’a uğramıştı. 27 Mayıs’ta nihayet Nagazaki’ye ulaşan firkateyn, Kobe üzerinden Yokohama’ya ulaştığında tarih 7 Haziran’dı. Burada törenle karşılanan Ertuğrul, 15 Eylül’e kadar Yokohama limanında demirli kaldı. Sonra, son yolculuğuna çıktı.
Ertuğrul, II. Abdülhamit zamanında, Japonya’ya iyi niyet elçisi olarak gönderilmişti. Japonya 1854’te dışa açılmaya karar vermiş, 1880’li yıllarda oradan gelen bir heyet, İstanbul’u ziyaret etmişti. Kaynaklar, firkateynin bu heyete karşılık Japonya’ya hareket ettiğini yazar. Erol Mütercimler, 1993 yılında Anahtar Kitaplar tarafından basılan “Ertuğrul Faciası ve 21. Yüzyıla Doğru Türk-Japon İlişkisi” başlıklı kitabında, yolculuk hakkında şu bilgileri veriyor: “Bu yolculuğun gerçek nedeni şuydu: Japon İmparatoru Mikado’nun amcası 1887 yılında İstanbul’a gelmiş olduğu için ziyaretine karşılık vermek gerekmişti. Padişahın, Mikado’ya armağanlarını götürecek olan bu savaş gemisi ile, o yıl Mekteb-i Bahriye’den mezun olan efendilerin de gemicilik ve gemi idaresi konularını uygulayarak bilgi ve becerilerini artırmaları uygun görülmüştü.”
Yazık ki dönüş yolculuğu bir faciaya dönüştü ve firkateyn, 16 Eylül’de bir fırtınaya yakalandı ve Kobe yolunda Kashinozaki feneri yakınlarında kayalıklara çarparak battı. Gemi eski, mürettebat acemiydi. Yolculuk öncesi padişah uyarılmış ancak II. Abdülhamit, bu uyarılara kulak asmamıştı. Ertuğrul, son yolculuğuna biraz da göz göre göre çıktı.
Behçet Necatigil, 1974 yılında faciayı bir radyo oyunuyla anlattı. Oyun, “Ertuğrul Faciası” adıyla 1995 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. Yayınevi, aynı yıl, Canan Eronat’ın hazırladığı “Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanım’a Mektuplar”ı da bastı. Ali Bey’in mektupları enteresan… Dönüş yoluna çıkmadan önce gönderdiği bir mektubunda, bir hayalini şöyle anlatıyor: “Birçok saksılar aldım, hemen çok çok çiçekler yetiştirirsin.” Yazık ki mektuplar, Ayşe Hanım’a, Ali Bey’in ölüm haberinden sonra ulaşıyor…
Ertuğrul faciası, ilerleyen yıllarda Türkiye - Japonya arasındaki ilişkilerin sağlamlaşmasına vesile. Japonya’da her yıl anma törenleri yapılıyor, Ertuğrul’un kaybolan mürettebatı her iki ülkede de anılıyor. Geminin parçalarının bir kısmı, Japonya’da. Türkiye’deki parçaların büyük bölümü Mersin’deki Deniz Müzesi’nde sergileniyor.
Firkateynin yolculuğu o dönem büyük ilgi görmüş, Ertuğrul hakkında şiirler söylenmiş, türküler yakılmış. Bugüne ulaşamayan türküler bunlar ama Japonya’da basılmış bir plak, Ertuğrul için yazılmış bir şarkıyı bugüne taşıyor… Tokyo Japon - Türk Kadınlar Derneği tarafından hazırlanan kırmızı şeffaf plağın üzerinde “Ertuğrul Haftası için” ibaresine rastlıyoruz. Plakta iki şarkı var: Sözlerini Jiokichi Izumi’nin yazdığı, Tadashi Uchigaito bestesi “Ertuğrul Hatıra Müziği” ve Kanae Seki tarafından adapte edilen “Üsküdar”. İlk şarkı Japonca seslendirilmiş, ikincisi Türkçe. “Musashino Konservatuvarı hocalarından” Takeshi Ikemoto tarafından hazırlanan plakta, şarkıları, konservatuvarın “gönüllü ekibi” seslendiriyor. Bulunması zor bir plak bu. Arşivime tesadüfen girmeseydi, varlığından haberdar olmayacaktım.
Az önce Ertuğrul’la alakalı kitabını andığım Erol Mütercimler, 1987 yılında Kastaş Yayınları tarafından basılan “Destanlaşan Gemiler” başlıklı bir başka kitabında, dört geminin macerasını anlatıyor: Hamidiye, Yavuz, Nusrat ve Alemdar. Bu gemiler arasında bulunan Yavuz, Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşına girmesine sebep olan gemilerden. Yazık ki bugün kalan son parçalarından biri, 1974 yılında dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan’ın emriyle Heybeliada’da Deniz Harp Okulu’nun bahçesine dikilen baş direği. Yavuz, çoktan söküldü ve parçaları jilet olmak üzere fabrikaya gönderildi.
Yavuz, tarihi değiştiren zırhlılardan. Goeben adıyla 1912 yılının 2 Temmuz günü Alman donanmasına katılmış, 16 Ağustos 1915’te, Osmanlı donanmasına armağan edilmişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında birkaç kez hasar alan gemi, 1930 yılına kadar Yavuz Sultan Selim adıyla anıldı, o yıl Yavuz Selim adını aldı, 1936’da ise adı Yavuz olarak değiştirildi. İran Şahı’nı 1936’da Trabzon’dan Samsun’a götüren gemi, Atatürk’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e taşımıştı. Tarih sahnesindeki son görevlerinden biri, Amerika’da hayatını kaybeden büyükelçi Münir Ertegün’ün Missouri tarafından 1946 yılında getirilen cenazesini 1946 yılında İstanbul’da karşılamak… Yavuz, dört yıl sonra, 1950 yılının 20 Aralık günü aktif görevden alındı, 1954 yılında donanma envanterinden düşürüldü. Hükümet, gemiyi, 1971 yılında sökülmek üzere sattı. Yavuz, Bundan 47 yıl önce bugün, 7 Haziran 1973’te söküm alanına çekildi.
Yavuz’un sökülme hikâyesi, Ara Güler’in yönettiği “Kahramanın Sonu” adlı belgeselde anlatılır. Aslında “anlatılır” lafın gelişi zira sözsüz bir belgesel bu. Ara Güler, Stern için bir röportaj hazırlamış, bu arada söküm işlemini fotoğraflamış… Yaşadıklarını “Bir düşünsenize, suları yara yara gelen Yavuz hakkında şiirler, şarkılar yazılmış, tablolar yapılmış. Yavuz'da askerlik yapanlar övünç duyarak anlatmış. Sonra bu kahramanın parçalanışını görüyorsunuz. Kaynak makineleriyle kesiyor, parçalıyorlar. Üzüntülü bir durum, tam bir dram. Acısını hissetmemek mümkün değil.” cümleleriyle anlatıyor… Geminin sökümü on yıl sürmüş ve Ara Güler, bu süreci filme almış. Ancak film de bugüne ulaşamamış zira “sözsüz” olduğu için gösterimi sakıncalı bulunmuş ve belgesele devlet tarafından el konulmuş. Ara Güler’in sinema macerası başlamadan bitmiş.
Birazdan Ara Güler’in sözünü ettiği türküye değineceğim ama öncesinde Yavuz için yazılmış marşı anayım... Sözlerini Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı marş bir dönem bandolar tarafından çalınırdı: “Gürüldeyen toplarla istiklalin sesiyiz / Toprak bütünlüğünün sudaki gölgesiyiz / Köpüren dalgaların şahlanan yelesiyiz / Biz yurdun denizlerde dolaşan kalesiyiz /…/ Tarihi yazıyoruz denizi yara yara / Sevgilimiz su bizim, anamız bizim kara / Seslensin Yavuz diye başı düştükçe dara / Vatana yan bakanı gömeceğiz sulara…”
“Yavuz Geliyor Yavuz”, bilinen türkülerden. Kadri Ünalan Orkestrası tarafından (Gönül Turgut – Başar Tamer solistliğinde) yapılan yorumu muazzamdır ve erken dönem Anadolu-pop plaklarından biri olarak tarihe geçmiştir. Herbie Mann tarafından da düzenlenen türkü, pek çok yorumla bugüne geldi, dilden dile yayıldı. Bu türküden adapte edilen bir Urfalı Babi plağı, 1976 yılında Ege Denizi’nde yaşanan Hora gemisi krizini anlatıyor.
7 Haziran, tarihte yer etmiş iki gemi için özel bir gün. Bu vesileyle onları andım, haklarında yazılmış şarkılardan, türkülerden söz ettim. Yazının sonunda yanlarına bir başka tekneyi koymak isterim: Sadun Boro’nun dünyayı dolaşan teknesi Kısmet. 17 Temmuz 1964’te denize indirilen, bir yıl sonra dünya turuna çıkan tekne, yaptığı dünya turu sonrasında İstanbul’da törenle karşılanmıştı. Boro, 1952’de Ling adlı tekneyle altı ayda Atlantik’i aşmış, dünya turu planlarını yapmaya başlamıştı. Hayaller, on üç yıl sonra gerçek oldu: Sadun Boro ve eşi Oda’nın seyahatine, Kanarya Adaları’nda buldukları ve Miço adını verdikleri küçük kedi de katıldı. Üç mürettebatlı yolculuk, nice badireler atlatılarak yaklaşık üç yıl sürdü. Hürriyet tarafından tefrika edilen, sonrasında “Pupa Yelken / Kısmet’in Dünya Seyahati” adıyla kitap olarak basılan hatırat, büyük ilgi gördü.
Bu ilgi, plaklara da yansıdı. Sezen Cumhur Önal, yazdığı sözlerle hikâyeyi anlattı, bu sözleri Turgut Dalar besteledi ve Vasfi Uçaroğlu Orkestrası eşliğinde Berkant bu şarkıyı yorumladı. Bir 45’lik plak üzerinde dinleyiciye ulaşan şarkının adı, “Kısmet / Dünya Turunda”: “Kısmet / bir gün çıktı dünya turuna / Yelkenlerini etti fora / El sallayıp bana vatana // Kısmet / LasPalmas’ta ve Barbados’ta / O yarıştı dev dalgalarla / Yılmadı ne Sadun ne Oda // Kısmet / Boyun eğmedi okyanusa / Dinlemedi tayfun fırtına / Selam olsun Barbaroslara // Kısmet / Gece yarısı Cakarta’da / Dost oldu sularda mehtapla / Derdini anlattı onlara // Kısmet / Bir Singapur sabahında / Derdini anlattı onlara / Yurdunun hasreti ruhunda //…// Kısmet / Arkadaş oldu martılarla / Yedi iklimde balıklarla / Mavi suları yara yara // Kısmet / Gece gündüz demedi asla / Tahiti’de ve Ekvator’da / Karşılandı hep alkışlarla // Kısmet / Cesur Oda eşi Sadun’la / Dolaştı dünyayı üç yılda / Unutulmaz hatıralarla // Kısmet / Döndü artık anavatana / Bastı onu herkes bağrına / Selam olsun Barbaroslara…”
Bundan iki gün önce, 5 Haziran’da, Sadun Boro’yu ölümünün beşinci yılında andık. Berkant’ın plağı çoktan koleksiyon malzemeleri arasına girdi ama Kısmet’i görmek mümkün. Tekne, pek çok hatırayla birlikte Rahmi Koç Müzesi’nde sergileniyor. Ertuğrul battı, Yavuz söküldü ama Kısmet şanslı. Hiç olmazsa görmek mümkün. Bu belleksizlikte bu da bir şey.