YAZARLAR

Çöplük gibi

Zaman zaman birbirimizi ayıplıyoruz ama aslında hepimiz, toplumsal bilinci eksik bir kültürün insanlarıyız. Salgını umursamayıp üst üste parklara yığılanların da çöpünü ortalığa saçanların da, onları doğru dürüst temizlemeyi angarya sayanların da hepsi Türkiye toplumunun bir parçası.

Sabah yürüyüş için çıktığımız parkta, hele günlerden mesela pazarsa, her yerin bir gün öncesinin çöp yığınlarıyla kaplı olması bizler için hayatın doğal akışıdır. Sabah erken saatte, küçük bir çöp kamyonu parka girer ve iki görevli bir uçtan diğerine ilerleyerek parkı temizler. İnsanlar tekrar gelsin çimlere gönül rahatlığıyla yayılsın, yiyip içtikleri her şeyi geride bir çöp yığını olarak bırakabilsin diye ortamı hazır ederler. Ama işin aslı o temizlik de yarım yamalaktır. Elinin ucuyla yapılan bir iş, göze batan çöp yığınlarının ortadan kaldırılmasından ibaret bir temizliktir. Sanki dip köşe temizlemek, gerçekten atılan her şeyi toplayıp çöp kutularını ve parkı tertemiz hale getirmek imkansız bir işmiş gibi… Bu hafta da aynısı oldu. Çöp kamyonu, parkı güya temizlemişti ama biraz gerideki çiçeklerin üstünde, çimenlerde hala boş cips paketleri, kentin yeni kiri kullanılmış maskeler ve boş bira kutuları öylece bırakılmıştı. Eve gelip telefonu elime aldığımda, hafta sonu özgürlüğünü kutlayan İstanbul insanlarının sabahlara kadar sahillerin ‘tadını çıkartmalarının’ görüntülerini, ertesi sabah Caddebostan sahilinde yürüyenlerin çektiği çöp tepelerinin fotoğraflarını seyrettim. Ve bu coşkunun bir şekilde parçası olmamış herkes gibi onları ayıpladım.

Zaman zaman birbirimizi ayıplıyoruz ama aslında hepimiz, toplumsal bilinci eksik bir kültürün insanlarıyız. Salgını umursamayıp üst üste parklara yığılanların da çöpünü ortalığa saçanların da, onları doğru dürüst temizlemeyi angarya sayanların da hepsi Türkiye toplumunun bir parçası. Sosyal medyada çokça vurgulandığı gibi bu son çılgınlığın odağı Kadıköy sahilleriydi ve bir kez daha gördük ki duyarsızlık dediğimiz şey ‘mahalle’ farkı gözetmiyor.

Kirleten de temizleyen de aynı olduğu, zengin ya da yoksul, eğitimli ya da eğitimsiz herkes aynı ruhu paylaştığı için durumumuz zor. Aşikar ki zavallı parklarımız asla gerçekten tertemiz olamayacak. Oysa kimse Türkiye toplumunun temizliğine önem vermeyen bir kültüre sahip olduğunu söyleyemez. Vaktiyle seyyahların temizlik düşkünlüğüne hayret ettiği bir coğrafya burası. İslam dininin de temizlik konusundaki hassasiyeti malum. Neticede imkanlar elverdiğince evini ve kendini temiz tutan insanların yaşadığı bir ülke burası. Sorun insanların çerle çöple, temizlikle, hijyenle alakasının olmaması, bunlara aldırmaması değil; sorun insanların çevrelerine, başkalarına aldırmaması, değer vermemesi. Türkiye neredeyse sadece kendi ailesine değer veren, onun dışında herkese karşı kolayca duyarsızlaşabilen bir kültürün de memleketi maalesef. Evinin önünü yan komşusuna doğru süpürenlerin ülkesi. Bütün ülkeyi, yaşadığı kenti, bir parçası olduğu toplumu gözetme işini devlete bırakan; kendisi ise sadece en yakınlarının ve ait olduğu ailenin çıkarlarını kollamaya odaklanan insanların coğrafyası. Toplumsal çıkarların bireysel huzuru da getireceğini umursamayan, belki de zaten birey olmak istemeyen, grup olmayı yeterli bulan bir kültür sanki modern öncesi çağlardan bu yana değişmeden günümüze kadar gelmiş gibi.

Sahildeki yeşil alana dip dibe doluşanlar salgını umursamıyor. Çünkü hastalığa da sadece kendi açısından bakıyor. O kalabalıkta virüsü kaparsa, çevresine de bulaştırabileceğini, iş yerinde, otobüste, AVM’de başkalarına da bulaştırıp hastalığın baş edilemez hale gelmesine katkıda bulunabileceğini düşünmüyor. Neredeyse kimse maske takmıyor. Maskesizler, bu şeyin aslında başkalarını da bizden koruduğunu ya bilmiyor ya da umursamıyor.

Sonra insanlar hep birlikte eğleniyor, yemeklerini yiyor, biralarını kolalarını içiyor, hatta bir banka kurulup çekirdeklerini yiyor ve tüm bunlardan geriye kalan boş ambalajları, şişeleri, çekirdek kabuklarından bir tepeyi arkalarında bırakıp güzel bir akşam geçirmiş olmanın rahatlığıyla evlerine gidiyorlar. İçlerinin rahatı kaçmıyor, çünkü belki de arabasının camından pet şişeyi pat diye fırlatan adam onlar değilse bile, böyle bir görüntüdeki tuhaflığı fark etmiyorlar. Geride bıraktıkları çöplerin orada kalmayacağını biliyorlar tabii ki. Ertesi sabah gelecek çöpçülere güveniyorlar. Çünkü oraya yine gelecekler ve temiz bulmazlarsa en az biz, kendini duyarlı sayanlar kadar sinirlenecekler. Ama bir şey var ki o da çöpçülerin de buralı olduğu gerçeği. Onlar da çöplerini geride yığın yığın bırakanlara kızıyor ve işlerini tam yapmamak için bunu bahane ediniyor ve neticede ‘şöyle bir süpürüp’ geçiyorlar.

En güzel, en şık lokantaların bile tuvaletlerinin berbat olabildiği, temizlikle ilişkisi de her şeyi gibi kendine has olan bu ülkede kamusal alanlar ne yazık ki işte böyle böyle kamusallaşamıyor. Parklarımız bahçelerimiz bu ve benzeri sebeplerle asla o özendiğimiz ülkelerdeki gibi olmuyor, olamıyor. Mesele ne eğitim ne de zenginlikle ilgili, her şeyden önce kökü derinlerde bir kültürel konu olduğu için de halli kolay görünmüyor…