YAZARLAR

Mahmut Alınak: Korkağa karşı cesur, cesura karşı korkaklar!

Elektronik kelepçeyle evine hapsedilen sosyalist Kürt siyasetçi Mahmut Alınak’a göre mevcut iktidarı ve yargıyı hukuka riayet ettirecek tek yol, halkı koruyan, şiddetten uzak, yaygın sivil itaatsizlik eylemleri. İktidarın korkağa karşı cesur, cesura karşı korkak olduğunu söyleyen Alınak, “Dedelerimiz, ninelerimiz, anne-babamız bize demokratik olmayan bir ülke bıraktılar. Bizim aynı düzeni torunlarımıza bırakmaya hakkımız yok” diyor.

Yarım asırdır aktif olarak siyasetin içinde yer alan sosyalist bir Kürt siyasetçisi. Henüz çiçeği burnunda bir avukatken, 1970’li yıllardaki ilk mahpusluk deneyimi, daha sonra DEP milletvekiliyken tekrarlatıldı. Bugüne kadar on defa, toplamda yılları bulan mahpusluğa, her dönemin zulmüne maruz kaldığı halde direnmekten, sözünü söylemekten, Kürt ve sosyalist kimliğinden taviz vermeyen bir isim, Mahmut Alınak.

Alınak, 17 Şubat’taki 10. mahpusluk deneyimini, yazdığı kitabın gelirini Cizre’deki bodrumlarda öldürülen Mehmet Tunç’un ailesine bağışlamak, Kürtçenin resmi dil sayılması için BM’ye dilekçe yazmak, işsizlik ve zamlara karşı eylem yapmak gibi “ağır suçlar” dolayısıyla yaşadı. Kendisine yöneltilen suçlama “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, hakkında istenen ceza ise müebbet hapis. Alınak, 13 Mayıs’taki duruşmada tahliye edilmiş, geçen hafta da evinde, bacağına elektronik kelepçe takılmıştı.

Eski parlamenter, avukat ve yazar Mahmut Alınak’la ayağındaki “modern prangayı”, Türkiye’deki antidemokratik rejimden çıkış yollarını, Kürt solunun Türkiye soluyla ilişkisini ve yıllardır önerdiği sivil itaatsizlik mücadele yöntemlerini konuştuk…

Ayağınıza takılan eletronik kelepçe ile yaşamak zorunda bırakılmak size ne hissettiriyor?

Eski çağlarda kölelere pranga vurulurdu. Türk devlet yönetimi de bu geleneği sürdürerek bizi prangalıyor. Prangalarla, kelepçelerle vücudumuzu esir alabilirler ama gönlümüzü, beynimizi esir alamazlar. Gözaltına alındığımda da bileklerime kelepçe takmaya çalıştılar ama onlara “ancak cesedime kelepçe vurabilirsiniz” dedim ve buna izin vermedim. Tutukluluk kararının ardından da tekrar kelepçe takmak istediler, yine direndim. Hevesleri kursaklarında kalmıştı, rövanş almak istediler.

Bu uygulama gündelik hayatınızı nasıl etkiliyor?

Hapisteyken hiç değilse hücremin önündeki avluda üç beş dakikalığına da olsa güneş yüzü görebiliyordum, ama şimdi o da yok. Dört duvar arasına hapsedildim. Ama bunlar benim moralimi bozmaz, biz alışkınız böyle şeylere.

17 Şubat’taki tutuklama kararıyla birlikte 10. kez hapse girdiniz. İlk mahpusluğunuz ne zamandı?

1977 yılında ilk kez tutuklandığımda 25 yaşındaydım. Hem tutuklu hem de yeni avukattım ve müvekkillerimle birlikte cezaevinde kaldım. O zaman bir bildiri nedeniyle tutuklanmıştım.

Bildirinin içeriği neydi?

O zaman solcular, devrimciler en basit, en uyduruk delillerle tutuklanırken; Kars’ta terör estiren eski bir belediye başkanı, hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen başsavcılık kararıyla salıverilmişti. Bu duruma karşı bir bildiri kaleme aldığımız için tutuklanmıştık. Tabii o zaman, o yaşta, ilk kez tutuklandığımda, alışkın olmadığım için çok zorlanmıştım. Ama zamanla hapishane ikinci mekânımız olduğu için alıştık. Keza, içeride yapılan baskılara direnmeyi de öğrendik.

'TEK BAYRAĞIMIZ ONURUMUZ VE ŞEREFİMİZ'

Son tutukluluğunuzda, hapiste düşüp başınızı yere çarptığınız ve hayati tehlike atlattığınız söylendi. Ne oldu tam olarak?

Doğru, düşüp kafamı çarptım ve bunun üzerine beni hastaneye sevk etmeleri gerekti. Fakat hastaneye ellerimi kelepçeleyerek götürmek istedikleri için, bunu reddettim. Sürekli şunu düşündüm: Kelepçeyi mi kabul etmeliyim, ölüm riskini mi? Ben kelepçeyle hastaneye gitmek yerine, ölmeyi tercih ederdim. İnsan çok tuhaf bir varlık. Normal şartlarda hepimiz ölümden korkarız. Ama insanın onuru söz konusu olduğunda, ölüm insana bir yerden başka bir yere yapılan yolculuktan farklı gelmiyor. Dahası, hapishanede insanın ölüm korkusu da azalıyor. Az önce, elektronik kelepçenin gündelik hayatımı nasıl etkilediğini sordunuz. Ayağıma vurdukları pranga umrumda bile değil! Tabii geceleri uyurken rahatsızlık veriyor. Ayrıca kelepçe dışında eve radyasyon yayan bir cihaz takıldı. Bu eşim için sorun, çünkü kendisi kanser hastası. Fakat dediğim gibi, biz bunlarla baş ederiz. Çünkü hem kendi onurumuz için hem de halkımız için tarihi görev ve sorumluluklarımız var. Eğer bugün bu ceberrut yönetime kafa tutmazsak, bu zifiri karanlık sürüp gidecek. Bizim halkımıza, mazlum insanlara, George Floyd’a karşı sorumluluklarımız var. Başımızı dik tutmak zorundayız. Tek bayrağımız onurumuz ve şerefimiz. Bu bayrağı başımızın üstünde dalgalandıracağız.

1970’lerden beri aktif olarak siyasal hayatın içinde, iki dönem TBMM’de, avukat olarak mahkemelerde, sivil itaatsizlik eylemcisi olarak sokaklarda bulunmuş biri olarak, Türkiye’nin yakın dönemde tarih içindeki serüvenini nasıl resmedersiniz?

Bu devletin ezilenlere yönelik politikasında tarihsel bir devamlılık var. 12 Eylül döneminde insanlar darağaçlarında katledildi, çok ağır işkenceler gördüler ama şimdi de cezaevinde çürüyerek katlediliyorlar. Aslında bugünün şartları daha ağır. O zamanlar bir avukat olarak hakim ve savcılarla oturup hukuku, Yargıtay içtihatlarını tartışabiliyorduk. Mahkemelerde hukuk işliyordu. Ancak bugün AKP ve MHP militanlığı yapan hakimler ve savcılar insanlara çok ağır hapis cezaları veriyorlar. Bunu da ellerinde oyuncağa dönüştürdükleri itirafçı ve gizli tanıkların ifadelerini, kopyala-yapıştır yöntemiyle yüzlerce kişiye karşı kullanarak yapıyorlar. Hapishaneler tıklım tıklım insan dolu. Hücrelerde yatacak yer yok, insanlar nöbetleşe uyuyorlar. Yargının vaziyeti böyleyken, sokaklar da işgal altında. Yani hak taleplerinin dillendirildiği temel alan olan sokak halka kapatılmış durumda. Halkın iradesiyle parlamentoya girmiş HDP milletvekilleri parti binalarının önünde dahi bir açıklama yapamıyorlar. Devlet terörü hiçbir dönemde bu kadar azgınlaşmamıştı. Hak arama özgürlüğü tamamen gasp edildi. Bir korku egemenliği altında yaşıyoruz. Ama gördüğüm kadarıyla estirilen bu teröre rağmen halk, bu düzene ve bu düzenin temsilcisi olan AKP-MHP gerici bloğuna karşı büyük bir öfke içinde. Yaydıkları bu korku onlara mezar olacak.

'ŞU AN SİVİL İTAATSİZLİĞİN TAM ZAMANI'

Eylül 2018’de, Arkadaş Canpolat’la birlikte, Cumartesi Anneleri başta olmak üzere muhalif kesimlere yönelik saldırı ve tutuklamaları protesto etmek için Diyarbakır’dan Şırnak’a iki kişilik bir yürüyüş yapmış, ama bu yürüyüşünüz engellenmişti, değil mi?

Tabii, cehennem hayatı ve boynumuza geçirilmek istenen esaret zincirini reddediyoruz diyerek yola çıkmıştık. Normalde toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası kapsamına girmiyordu bu yürüyüş. İki kişiydik. Ama bunun bile estireceği rüzgârdan korktular. Siyasal iktidar, egemenler, aslında sanıldığının aksine cesur değil, çok tırsak. Bakın, beni son gözaltına alıp götürürlerken, Emniyet’te kelepçeye direndiğimi duyan, benimle aynı zamanda Emniyet’te FETÖ iddiasıyla gözaltında tutulan bir subay, “o yaşlı adamın cesareti bizi çok etkiledi” diye haber salmış. Bu adam eğer gözaltında değil de görev başında bir subay olsaydı, nasıl bir Ali kıran baş kesen olacağını hepimiz biliyoruz. Bunlar güçlünün karşısında süt dökmüş kedi gibiler. Benim yıllardır iddiam şu: Eğer bizler derli toplu, halkı devlet şiddetinden esirgeyen, koruyan güçlü bir demokratik, sivil itaatsizlik mücadelesi başlatırsak, bugünün egemenlerini korkutacak, onlara geri adım attıracak bir etki yaratabiliriz.

Siz epey zamandır sivili itaatsizlik öneriyorsunuz ve kendiniz de bunun çok sayıda örneğini sergilediniz. Fakat bazı sivil itaatsizlik kuramcıları, bir ülkede sivil itaatsizlik yapılabilmesi için de asgari bir demokrasi olması gerektiğini, aksi halde sivil itaatsizlik eylemlerine, yasa dışı olmadığı halde sert müdahale edileceğine işaret ediyor. Nitekim Kürtler, “sivil cuma” gibi eylemlerde hep sert müdahaleyle karşılaştılar. Dolayısıyla mevcut koşullarda sivil itaatsizlik eylemlerinin koşulları var mı?

Bence şu an sivil itaatsizliğin tam zamanıdır. Elbette ki bu terör şartlarında bizim adım atmamızı, hak ve özgürlükler konusunda talepkâr olmamızı engellemek için ellerinden geleni yapacaklar. Sivil itaatsizlik derken halkı sokağa dökelim, bu ceberrut yönetimle ve onun militarist güçleriyle halkı karşı karşıya getirelim demiyorum. Gerektiğinde sokağa çıkmadan da birçok sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştirilebilir. Mahatma Gandhi, Rosa Parks bunlar tarihe mâl olmuş kişiler. Biz onları da aşan sivil itaatsizlik projeleri geliştirebiliriz. Pahalılık, işsizlik, baskılar tüm şiddetiyle sürüyor ve can yakıyor. Topluma kölelik dayatılıyor. Devrimci, demokrat parti ve kurumlar ile emekçiler bir araya gelerek bir çözüm kongresi düzenleyip yol haritası çıkarabilir. Örneğin işsizlik, yoksulluk, pahalılık ve şiddete karşı ülke çapında bir “insanca yaşam nöbeti” başlatılıp, her gün aynı saatte iki dakikalığına her nerede olursak olalım bir heykel katılığında durma, donma eylemi yapabiliriz. Bu ortak bir ruh yaratır. Düşünün Taksim Meydanı’nda binlerce kişi iki dakikalığına bunu yapıyor, polis hangi birine, neden, nasıl müdahale edebilir? Bakın, şu anda hapishanelerde 20 bin siyasi mahpus var. Bunların yakınları, yargılamalardaki hukuksuzluklara karşı ilgili savcı ve hakimler hakkında şikayet dilekçeleri vermek için adliyelerde uzun kuyruklar oluşturabilirler. 100 bin kişinin şikayet dilekçesi verdiğini düşünün. Devlet dilekçe vermeyin diyebilir mi? Böyle bir kampanya ile adliyelerin adaletsizlik değil, adalet dağıtan kurumlar olması için çaba sarf edilebilir. İç hukuk yolları tükendiğinde AİHM’e kadar gidilebilir. Böylesi bir demokratik basınç, hakim ve savcıların kendilerine bir çeki düzen vermesini sağlayabilir. Alaattin Çakıcı yasası çıkaran siyasal iktidar, hapishaneler için bir özgürlük yasası çıkartmak zorunda kalacaktır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Halkı tehlikeye sokmayacak, halkı sakınan, koruyan ve kollayan birçok sivil itaatsizlik projesi geliştirebiliriz ve sonuç da alırız.

Bu örnekleri muhalefet neden değerlendirip hayata geçirmiyor sizce?

Bunu doğrusu ben de anlayabilmiş değilim. Bu projeler sonucunda siyasal iktidar geri adım atmak zorunda kalacak. Bunların bir tepki aldıklarında nasıl sendelediklerini biliyoruz. Karşımızda cesur bir blok yok. Bunlar korkağa karşı cesur, cesura karşı korkak!

HDP’nin, Leyla Güven ve Musa Farısoğulları’nın tutuklanması sonrası açıkladığı 9 maddelik tutum belgesinde de çeşitli demokratik etkinliklere işaret ediliyor. Önümüzdeki günlerde de HDP Eş Başkanları Edirne ve Hakkâri’den Ankara’ya iki ayrı yürüyüş gerçekleştirmeye çalışacak. Siz bu tür adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunların gayrimeşru hak talepleri olduğuna kimseyi ikna edemezsiniz. Siyasal iktidarın buradaki tek sorumluluğu, yürüyüşlerin güvenli bir biçimde gerçekleştirilmesi konusunda gerekli tedbirleri almaktan ibarettir. Şayet engellemeye kalkışırlarsa bu siyasal iktidarın yüz karası bir uygulaması olarak tarihe geçer.

'CHP, KÜRTLERİ VE DEVRİMCİLERİ ÇANTADA KEKLİK OLARAK GÖRÜYOR'

Sivil itaatsizlik projeleri için bir araya gelmesini önerdiğiniz kurumlar içinde siyasi partiler örneğin CHP de yer alıyor mu? Yoksa partiler dışı, genel olarak kamuoyunu mu kastediyorsunuz?

Hayır, CHP’yi böylesi bir mücadelenin parçası olarak görmüyorum. CHP’nin Leyla Güven ve Musa Farisoğulları meselesinde gösterdiği tutarsız tavır utanç verici. Enis Berberoğlu’nun da milletvekilliği düşürüldü ve kısa süreliğine de olsa tutuklandı. Biz buna da şiddetle karşıyız. Ama CHP, Güven ve Farisoğulları’nın adlarını bile telaffuz etmedi. Çünkü sonuçta düzen içi bir parti, düzene karşı olan her türlü tutumdan rahatsız oluyor. Kaldı ki CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda da AKP’nin yanında yer aldı. CHP Kürtleri ve devrimcileri çantada keklik olarak görüyor. Sivil itaatsizlik projelerinde bizim CHP’ye ihtiyacımız yok. Çünkü sistemi ve sistemin partilerini geriletecek sivil itaatsizlikleri geliştirebilirsek parlamentodaki 100-150 milletvekilinin yaptığından çok daha fazlasını yapabiliriz. Önemli olan halk muhalefetini, halkı riske atmadan esas almak. Günümüzde tek bir şeye ihtiyaç var: Halktaki muhalefete öncülük edecek bir lokomotif. Bu da bana göre HDP’nin de içinde olacağı bütün devrimci, demokrat kurum ve kişiler.

Son 5-6 yıldır Kürtlere yönelik milliyetçi-İslamcı iktidarın baskılarının Kürtlerdeki milliyetçi duyguyu artırdığına yönelik değerlendirmeler var. Siz sosyalist bir Kürt siyasetçi olarak bu tespite katılıyor musunuz? Kürt halkı, ideolojik olarak nasıl bir konumlanma içinde?

Bir kere İslamcı Kürt kesimin çoğu net bir şekilde devlet bağlantılıdır. Yarın öbür gün devletin silahını kuşanıp devletin istediği istikamette Kürdistan halkına karşı saldırıya geçmeyeceklerinin garantisi yok. Milliyetçi Kürt kesime gelince… Kürtlerin önemli bir kısmında milliyetçi duygular güçlüdür. Ama milliyetçi duygularla hareket eden bu kesimlerin de önemli bir kısmı aslında bizim de dayandığımız kesimler. Bunun dışında, Kürt milliyetçiliği adına siyaset yapmaya kalkışan kesimlerin ise herhangi bir projesi yok. Onların Kürt toplumunu yönlendirme konusunda çok şansları olacağını sanmıyorum. Çünkü Kürtlerin ideolojik konumlanışının tarihsel bir arkaplanı var ve bu hat devam ediyor. Kürtler soldadır, Kürt hareketlerinin kahir ekseriyeti solcudur.

Türkiye’deki devrimci, demokrat, sosyalist kesim ile Kürt solunun ilişkisi yıllardır inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Siz bu ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Eğer bu ilişki Kürtlerin siyaseten kullanılması üzerine kurulursa, elbette Kürt halkına da, Türk halkına da bir faydası olmaz. Bakın, eğer bir Kürdistan devleti olsaydı ve o devlette Türklere zulüm yapılsaydı, ben bir Kürt sosyalisti olarak, bir Kürt olarak o devlete karşı çıkar, o devletin vatandaşlığını reddederdim. HDP’den vekil seçilen Türk devrimcisi arkadaşlardan da Kürtlere dönük önyargıları yıkacak, iki halk arasındaki mesafeyi azaltacak çalışmalar bekliyorum açıkçası. TBMM’deki kürsü konuşmalarını çok önemli buluyorum ama onları Kürdistan’da daha çok görmek istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, egemen ulusun şovenizmini kıracak olan egemen ulusun sosyalistleridir, devrimcileridir. Bu konuda ne yazık ki üstlerine düşen görevi yerine getirmediler. Bu eksiklik halka karşı görevin yerine getirilmemesidir. Kürt halkı onları parlamentoya taşıdı. Bunun da hakkı verilmeli. Halkın bunu isteme, talep etme hakkı var. Belediye başkanlarının görevden alınıp cezaevine gönderilmelerine karşı birlikte öyle projeler geliştirilmeliydi ki, iktidar geri adım atmalıydı. Bu konuda Türk sosyalistlerinin üstüne çok büyük görevler düşüyor. Eğer bu partiden milletvekili olmayı tercih ettiysen, ateşten bir gömlek giymiş sayılırsın. O gömlek seni yaktığında da nefes alacağın yer yine halkın meydanıdır. Halk sana her zaman nefes alacağın bir alan yaratır.

'KÜRTLER BELKİ KİTAPLARDAN OKUMADI AMA RUHEN DEVRİMCİDİR, SOLCUDUR'

HDP’ye hem Türkiye solundan hem içeriden “solcu olmadığı”na dair eleştiriler geliyor. Kürt hareketinin ideolojik motivasyonu nedir?

Az önce de vurguladım, Kürtler geçmişten beri devrimciydi, hâlâ da öyledir. Kürtler belki kitaplardan okumamıştır ama ruhen devrimcidir, solcudur. Bu konudaki eleştirileri haksız buluyorum. Bakın, biz Türk arkadaşların yanında Kürtçe konuşurken bile çok dikkatli ve saygılı davranıyoruz. “Anlamadığımız dilden konuşup bizi gözardı ediyorlar” demesinler, incinmesinler diye özeni elden bırakmıyoruz. Bunu sadece ezilmişlik psikolojisiyle açıklayamazsınız. Kürtler bu anlamda enternasyonalisttir. Kendilerini dayatmak yerine ortaklaşmayı, birlikteliği, dayanışmayı önceliyorlar. Bencillik yapmıyorlar. “Sadece benim haklarım önemlidir, gerisi teferruattır” demiyorlar. Kürtlerin siyasallaşması bu çerçeveye dayanıyor. Kendi haklarını elde etmek için başkalarının haklarını hiçe saymıyorlar. İlkesiz anlaşmalar yapmıyorlar. Elbette Kürtlerin halk olarak yanlışlıkları da var. Örneğin Kürtler de işbirlikçiliği en çok olan halklardan biridir. Mesela AKP’yi ayakta tutan, Kürtlerin iş birlikçi kesimidir. Bu kesimleri biz de eleştiriyor ve dönüştürmeye çalışıyoruz. Ama ne yazık ki Türkiye solunun eleştiri oklarını yönelttiği Kürtler bunlar değil, bilakis, muhalif, devrimci ve enternasyonalist Kürtlerdir.

Siz aşağı yukarı 50 yıldır siyaset yapıyorsunuz. 10 defa hapse girdiniz, 2 defa milletvekilliği yaptınız, kitaplar yazdınız. Şu anda da bir ayağınızda elektronik kelepçe var ama hâlâ birtakım mücadele yöntemlerinden söz ediyorsunuz. Sizi bu kadar diri tutan şey nedir?

Ben mazlum bir halkın çocuğuyum. Mazlumluk benim ruhuma işlemiş. Sokakta haksızlığa uğrayan bir insan gördüğümde derinden yaralanıyorum. Belki biraz klişe olacak ama ben Ayşe’yim, Fatma’yım, Ahmet’im, Mehmet’im. Çünkü her ezilen, çaresiz insanı gördüğümde o insan benmişim gibi hissediyorum. Ayrıca bizim tarihe karşı bir sorumluluğumuz var. George Floyd gündemde olduğu için söylüyorum, aslında her birimiz George Floyd’uz. George Floyd nefes alamıyorsa, biz nasıl nefes alabiliriz? Dünyada ezilen tek bir insan bile kalmayıncaya kadar bizim mücadelemiz sürecek. Çünkü ezilen insan nerede ve kim olursa olsun biz oyuz. Ben mutlu ve özgür bir ülkede yaşamak istiyorum. Dedelerimiz, ninelerimiz, anne-babamız bize demokratik olmayan bir ülke bıraktılar. Aynı şeyi biz torunlarımıza yapmak istemiyoruz. Çocuklarımızın, torunlarımızın, halkımızın hırpalandığı, köleleştirilmek istendiği bir düzen bırakmaya hakkımız yok.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.