'Yeni normal'de soytarı sorumluluğu
İpek Duben'in Pi Artworks'de devam eden 'Soytarılar ve Melekler' sergisi, günümüz 'Yeni Normal' koşullarında insanlığın maruz kaldığı değerler keşmekeşine, sanatçının yıllardır değerlendirdiği eski kartpostallar ve sanat tarihsel, sosyal imgeler üzerinden eleştirel bakış getiriyor.
İpek Duben'in İstanbul Karaköy'deki Pi Artworks'de bizi Soytarılar ve Melekler arasına aldığı kişisel sergisi, pandeminin de ürettiği olağan dışı koşullarla, 19 Eylül'e kadar ziyarete açık. Aslında tam da salgının başladığı günlerde açılan (ve kapanıp, henüz yeniden açılan) sergi, sözde elit ve hatta 'kitsch' denebilecek, adeta Türkiye'nin ruhunu yansıtır dengesiz iç mekân atmosfer tasarımıyla da garip bir ruh hali içeriyor.
The British Museum, İstanbul Modern ve Viyana Müzesi ile Vehbi Koç Vakfı gibi bir çok koleksiyonda yapıtı bulunan, 2015'te Salt'ta açtığı sergisiyle gündeme gelen Duben, sergisinin 'manifestosu' denebilecek, galeride ve internette de izlenebilen 'Soytarılar ve Melekler' isimli dijital yapıtında da, hepimize şu soruyu emanet ediyor: "İnsaniyetin içinde bulunduğu hakikat ve hakikat-sonrası, gerçeklik-sonrası, inanç-sonrası durumu izlerken, kendimi ağlar ve güler halde buluyorum. Yaşamın içindeyim ve dışından izliyorum. Ne yapabilirim?"
Doğru ve yanlışın, olağan ile olağan dışının birbirine bu kadar karıştığı, değer yargılarımızı bu kadar alt-üst ettiği bir dönem, sanırız Dünya tarihinde pek görülmemiştir. Serginize aynı zamanda hem çok gerçeküstü, hem de gerçekçi diyebilirim. Dünyanın kafası ne kadar karışmışsa yine ortaya koymuşsunuz. Ama bunu yaparken elbette yine çok ince eleyip, sık dokuyarak bize bu manzarayı kendi yorumunuzla, emeğinizle iade etmişsiniz. Bu da çok ciddi bir gözlem, bir ayıklama gerektiriyor olsa gerek.
Dünyadaki gidişatla, toplumların haliyle ve özellikle Türkiye ile başından beri ilgilendim. Yeni bir şey yok. Ama senin dediğin gibi, 'normal' ile normal dışı olanların, yalan ile doğrunun birbirine böyle karıştığı bir dönemi ben hatırlamıyorum. Bu, olağan dışı bir dönem. Bir de tabii, iklim değişikliği ve bunun getirdiği tehdit, bütün insanlığı da dehşete düşürüyor çünkü gerçekten neredeyse evren, geri dönülmez bir felâketin içine yuvarlanmakta.
Sergideki kartpostallara gelecek olursam, bildiğin gibi birçok işimde arşivlediğim belgeleri kullanmışımdır. Bunları yüzlerce kartpostal içinden seçtim. Dediğin gibi, ince eleyip sık dokumak gerekiyor, belgeyi sanata dönüştürmek de kolay değil, ince ayar gerektiriyor. Meselâ, Nice, Monaco gibi keyifli yerlerden topladıklarım lüks yaşayanların, eğlencelerini, cinsel ve parasal rahatlıklarını anlatan kartpostallar, çok çekici ve güzeller. Bu çerçeveye bu tip yaşam olanaklarından pay alamayanların varlığını, zıtlığını hatırlatmak ve belgenin ötesinde sanatsal bütünlük kazandırmak amacım. Kartpostalların hemen hepsine farklı malzemelerle müdahale ettim, tek tek ve oluşturdukları grupları resimleştirdim. Bir de, biliyorsun, ben zorunlu göç konusuyla 17 yıldır ilgilenen biriyim...
İşlerinize baktığımızda, hem klasik, epik, çok sesli üretimin yankısını, hem antik mozaik üretiminin bezemeci anlayışını, hem de 'ucuz' sayılana, Kitsch olana ve Post-Modern zihniyete merakınızı ve araştırma duygunuzu görebiliyoruz.
Yani öyle görüyorsan memnunum; çünkü evet, meselem bu idi. ABD'den dönüğümde yapmak istediğim, Batı resminin, yalnız Rönesans değil, minimalizm, pop, kavramsal olanı yaşadığım düzen içinde senteze ulaştırmaktı. Tabii kendim de, kişi olarak bu serüveni yaşayan ve araştıran bir kişiyim. Sanatımda yapmak istediğimle kişiliğimi bağdaştırmak öz eleştiri ve öz farkındalığı deneyimlememi gerektirdi. Kendimi tanımam ve doğru şekilde görebilmen gerekiyordu. Bu yoldan yürürken çevremden Şerife’yi tanıdım. İşe ‘Şerife Kim?’ (1982, Şerife serisi) diye başladıktan sonra 'Ben Kimim?’ diye (Manuscript 1994) devam ettim. Tabii benim bir derdim de, herkesin kendini aynada görmesi gerektiğiydi. Yani özeleştiri ile farkındalık yaratabilmek, eserlerimin birincil amacı oldu. Sanat siyaset üstü, yan tutmadan, samimi olarak yapılması gereken bir şey. Doğruyu arayan ve farkındalık yaratmayı amaçlayan bir şey. Son zamanlarda ‘Sanat nedir? Ne yapar? Neye yayar?’ sorusu tekrar gündeme girdi. Batı literatüründe bu konuda büyük ustaların düşüncelerini ve inançlarını hatırlatan ve alıntılayan yazılarla karşılaşıyoruz. Ortak düşünce sanatın toplumda farkındalık yaratmak işlevinin her dönem için geçerli olduğu. Dediğin gibi bu sergim de aynı yaklaşımın bir devamı.
Sergide göç konusuna da göndermeler var. İlk kez 2003'te yirminci yüzyıl süresince dünyada meydana gelen zorunlu göç olgusuna odaklanmıştım. Bu sergimde olaya günümüz perspektifinden bakıyorum. Öyle bir noktaya gelindi ki! Muhacirlerin sınırda vurulduğu, duvarların örüldüğü, çocukları ailelerinden ayırmak suretiyle ABD'ye gidenlerin geri döndürülüğü, perişanlık yaşatıldığı bir dönemdeyiz. Bakıyorsun bazı ülkeler Ay’a, Mars’a ulaşmak için milyarlar yatırıyor öbür tarafta çaresiz kitlelere verecek paraları, aralarına kabul edecek duyarlılıkları yok. Mars’a, Ay’a gitmeyi sağlayan teknolojiden tüm insanlık faydalanıyor ama yardımlaşmaya gelince iş faklı. Bencilliğe bir örnek okudum…
NASA'nın hurdaya çıkardığı 'uzay konteynerleri' var. Günümüzde onları satın alan milyarderler, kendi zevklerine göre rezidanslara dönüştürüyorlar. Mesela kendi dairesinde var olmayan pencereleri sanki varmış gibi sevdiği manzara görüntüsü ile kaplatıyor! Dairelerin içine beş yıllık yiyecek içecek erzak konmuş dünyanın sonu geldiğinde özel jetleri ile bu korunaklara gidebilecekler! Durumu fark eden bazıları bunun insanlık dışı, ahlâk dışı bir şey olduğunu düşünmüş ve “pilotlara ne olacak, onlar felakete geri mi dönecekler?” demiş. Sonra pilotlar için de rezidans eklenmiş. ‘Büyük felaket’ten sonra bu dünyalılar dışarı yüzeye çıkacaklar!
Dünyada bu noktaya gelindiği için, ilk kez Ay'a inişin o müthiş heyecanı ile, palyaçoları birleştirdim. Yanına da, Uzakdoğu'da bir köprüyü geçmeye çalışan bir göçmen grubu bulunuyor. Aralarına kendimi, bir palyaço olarak yerleştirdim. Gülüncün ötesinde, trajik bile değil. Böyle bir noktaya geldim. Güleyim, mi ağlayayım mı, bilemiyorum.
Mevsimsel olduğu kadar tarihsel bir iklim değişikliği içindeyiz. Yıkılan 'lider' ve kâşif heykelleriyle değer kavramı art arda küresel eylemlerle sorgulanıyor. 'Değerli' ve 'değersiz' bu sergide nasıl bir ilişkide?
Tabii, değeri birinci olarak dinî öğretiler açısından ele aldım. İllâ anıtlar veya Roma ya da Lidyalılar vb., değil ama, dine ne oldu diye sordum. Çünkü bir yanda fanatizm çok yükselişte, öte yanda Tanrı'nın olmadığına, dinlerin insan kurgusu öğretiler olduğuna cidden inananlar var. Ben sorgulayan biriyim. Dine inananlara, kendi kişisel vicdanları boyutunda büyük saygı duyarım, benim de öyle bir vicdanım var, inançlı bir ailede büyüdüm. Ama bu benim için Budizm de olabilir...İbraniler de, Hıristiyanlar da. Yani, tanrılaştırılan imgelerin değerleri aynıdır ve insanlara aynı doğruları gösterir. Sergide din fetişizmine karşı bir işim bulunuyor. Japon fırtına tanrısı ile tsunamileri birlikte gösterdim. Varsa böyle bir kurtarıcımız, bu felâketler neden, onun isteği ile mi oluyor diye sordum... Camii kartpostallarını dönüştürürken de, dinin öğretilerini sayarken masum insanların başına gelen felâketleri de saydım. Dediğim gibi, soytarılar ve melekler hayatımızda her şekilde varlar, bu da zaten hayatın kendisi... Çok eskilere giden bir gerçek. Demek ki insaniyet böyle bir şey. İnsanlığın karakteri, kimyası bu.
İzleyici olarak bu sergide bizi utanç ve vicdan kavramlarıyla da baş başa bırakıyorsunuz...
Utanan insan utandığı için vicdanın ne olduğunu biliyor... Buradaki durumda utanmazlık ve vicdan ayrı ayrı duruyor diyebiliriz. Yüzleştiğimiz vakalar utanmazlığı gösteriyor gibi geliyor bana. Kadına karşı, mağdurlara karşı, aç insanlara, faşizmin elinde öldürülen insanların kendilerini kurtarma istemlerine karşı şiddet, tüm bunlar sergide dolanıyor. Vicdan dersen, yaptığım işlerde hep var. Palyaçolar, bir anlamda, 'Şu rezalete bakın,' diyen tiplerdir değil mi ? Bir anlamda, bizim duymak istemediğimiz şeyleri, alayla söylerler. Melekler ve palyaçolar birlikte dolaşıyorlar. Tarihin bir başka tarafında da yok olan ve edilen antik medeniyetler var. 'Anıt' adlı işimde eski, antik medeniyetlerin nasıl değersizleştiğini IŞİD'in parçaladığı anıtlar, Türkiye'de heykelleri ‘ayıp’ görüp yıkan, darbeleyenler, eski eserleri kaçıranlar üzerinden biliyorum.
Pandemiyi de katacak olursak, siz bir sanatçı olarak önümüzde sanatın işlevi, müzelerin, sergilerin bu koşullarda aldığı yeni durumlar ve Dünyanın geleceği adına neler söyleyebilirsiniz?
Sanatın artık uç noktaya kadar geldiği bir yerdeyiz. Sanatçının kendisi ticarileşti. Ticaret değeri ile alay edeyim derken, milyarlar kazanmak üzere yaratılan sanat eserler var. Örneğin Jeff Koons'un parıltılı obje heykelleri, Damien Hirst'ün pırlantadan kurukafası vs. Neden yapıyorlar? Bence şok yaratarak maddiyatçılığı eleştirir gibi görünüp kendi milyar dolarlarını kazanıyorlar. İşleri alanlar da maddiyatçı milyonerler. Alan memnun, yapan memnun, satan çok memnun…. Sanatın eleştirel işlevi gerçekleşiyor mu? Tersine, bu sanat ‘içinde yaşadığımız doğru ve yanlışın birbirine eş düştüğü dönemde ‘gerçek sonrası’ (post-fact), ‘doğru sonrası’ post-truth’, ‘inanç sonrası’ (post-faith) durumu bütün çıplaklığı ile yansıtıyor. Elbette bu durumda Ai Weiwei'nin Çin rejimine karşı belli bir duruşu var ama, o bile sorgulanabilir. Bugün tarih de dahil, her şey, her söz metalaşıyor. Medya doğruyu yanlışı eş zamanlı pazarlıyor. Bu açıdan medya hiç bir değere sahip değil. Ben Hirst'in niye böyle bir çalışma yaptığını anlayamıyorum.
Eğer sen finans dünyasıyla, koleksiyoncusuyla, müzecisi il, sanatın alıcısıyla alay ediyorsan, yine bunun alâsını yapıyorsun. Nemalanıyorsun. Ama bunun yanında namusuyla çalışan, alternatif gruplar oluşturan, alternatif mekânlar kuran çok sayıda sanatçı var. Parasal getirisini hesap etmeden inandığı doğrultuda çalışarak toplumları aydınlatan sanatçılar var. Tabi sanatçı aç oturamaz. Bu durumda ileri kapitalizmin pençesinde var olmaya çalışan sanat seven kişi ve kurumlar sanat adına yeniden düşünmek durumundalar. Korona virüsü pandemisi bunu fark ettiren bir süreç olacağa benziyor umarım.
Ne içindeymişiz, serginin… 09 Ekim 2022
Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud 02 Ekim 2022
Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti 24 Eylül 2022
Varlık ve hiçlik arasından, Godard’a projeksiyon vakti 18 Eylül 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI