YAZARLAR

Fatih’i nasıl bilirsiniz?

İBB’nin temel görevlerinden biri, kentin kültürüne sahip çıkmak, kentlilerin kültürel ihtiyaçlarını karşılamak. Bu nedenle pek çok kütüphanesi, müzesi, tiyatrosu, kültür merkezleri olan bir kurum. Ama işin aslı, esaslı bir resim ya da sanat müzesi yok. Fatih Portresi bağlamında yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki gelişmekte olan bir koleksiyon var ve yeni resimle birlikte bir müzede sergilenecek.

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başına geçtiği günden bu yana yaptığı bence en şık ve en anlamlı hareket Fatih Portresi’ni satın almak oldu. Hem başkanı, hem de bu fikri geliştirip nihayete erdiren ekibini tebrik etmek gerek.

Fatih’in bilinen üç portresinden birinin satışa çıktığını hepimiz biliyorduk, çünkü epey bir haber olmuştu. Ama o resmin, ilhamını aldığı bu topraklara döneceğini kimse ummuyordu. Çünkü onca yıldır Türkiye’nin ne devleti, ne burjuvazisi ne de yerel yönetimleri, STK’leri buna benzer bir refleks göstermişti. Ama belli ki bir şeyler değişmiş. Kültür Bakanlığı kılını kıpırdatmasa da İstanbul Belediyesi resmi aldı; sonradan öğrendik ki, İngiltere’deki müzayedeye kentin en iyi özel müzelerinden biri, Sakıp Sabancı Müzesi de katılmış… İşin aslı, bu resim oraya da çok yakışırdı.

Bellini atölyesinden çıktığı kabul edilen beş asırlık bu resmin önemi, Fatih Sultan Mehmet’in görüntüsünü ve ruhunu günümüze taşıyor olması. 33x45 cm. boyutlarındaki bu yağlı boya tablo, Batı sanat tarihinde ufak bir yere sahip. Değeri yaşından, en çok bir eski ustanın fırçasından çıkması ve bir Türk padişahı konu alıyor olmasından kaynaklanıyor. Oysa Türkiye için çok daha büyük ve zengin bir anlama sahip. Türkiye tarihinin en çok önemsenen dönemini simgelemek gibi muazzam bir anlamı var Fatih Portresi’nin. Fatih Sultan Mehmet’in sadece suretini değil kendine özgü dünya görüşünü de simgeleyen güçlü bir sanat eseri.

İstanbul’un Türklere geçmesi, Osmanlı ve hatta İslam tarihinin dönüm noktalarından biri. Bu nedenle adı hadislerde bile geçen o komutan, yani daha sonra Fatih adını alacak olan Sultan Mehmet, bugün dahi Türk-Osmanlı-İslam kimliğinin simgesel isimleri arasında yer alıyor. Onun, Osmanlı’nın en önemli padişahı kabul edildiğini söyleyebiliriz. Bu İstanbul’u ‘fethetmiş’ olduğu için böyle.

Öte yandan onu ‘fatih’ yapan cesareti kadar toplar döktürecek, Türk beylerinden çok devşirmeleri yakınına toplayacak zekası ve düşünme biçimiydi. Nitekim Bizans’ı yok ettikten sonra kendisini Roma’nın varisi görecek, seferleri İtalya kıyılarına yönlendirecekti. Böyle biriydi çünkü Troya’yı ziyaret edecek kadar Homeros’u bilen, farklı dillerde kitaplar okuyan, şiirler yazıp İtalya’dan ressamlar getirterek kendi portrelerini yaptıran, yani birkaç yüzyıl sonrasının tabiriyle ‘aydınlanmacı’ bir imparatordu.

İşin enteresanı Fatih’e ve İstanbul’un fethine en çok sahip çıkan Milli Görüş geleneği oldu. Oğluna Fatih adını verecek kadar bu padişahı ve yaptıklarını önemseyen Erbakan Hoca’nın takipçileri, kimse kutlamasa bile muhakkak bir yolunu bulur gemileri karadan yürütüp, yeniçeri kostümleri giyerek, yıl dönümlerinde İstanbul’un düşüşünü canlandırırlardı. Bugün de iktidardaki talebeleri vasıtasıyla sürdürülen bu gelenek aşikar ki her zaman Fatih’in ‘askeri dehası’nı övmek ve savaşı, barutu kan ve şiddet neticesi kazanılan başarıyı zaferleştirip kültleştirmek yönünde bir yaklaşım… Fatih’in kültürel mirası ise Ayasofya’yı müze mi cami mi yapmalı tartışmalarından öteye bir yer tutamadı Türkiye gündeminde. Oysa, onun kültürel kimliği hakkında yazılmış onca metin, Topkapı arşivlerindeki kitaplar ve yazmalar dışında, günümüze gelen en somut ve en bilinen şey Bellini’ye yaptırdığı resimler. Bu resimler yüz yıldır Avrupa müzelerinde asılı duruyordu...

Fatih’i bu topraklarda kültürel mirasıyla anmak isteyenler daha önce de kendini gösterdi tabii ki. İngiltere’de National Gallery’de olan en ünlü portresi, Osmanlı’nın 700'üncü yıl kutlamaları kapsamında 1999 yılında Yapı Kredi tarafından Türkiye’ye getirilmiş, Galatasaray’daki galeride bir ay boyunca sergilenmiş, önünde uzun kuyruklar oluşmuş, Doğan Hızlan “Fatih’in portresi bizde olmalıydı’ diye yazılar yazmıştı…

Fatih portreleri bize gösteriyor ki Fatih Batı resmini önemsemiş, evrensel bulmuş ve bizzat kendi resmini yaptırmıştı. Ardından tahta çıkan oğlu 2. Beyazıd’ın ise bu tarzı benimsemediği bilinen bir şey. Fatih’in daha atak bulduğu ve tercih ettiği söylenen küçük oğlu Cem yerine, taht yarışını sofu 2. Beyazıd’ın kazanması Osmanlı’da Fatih’in başlattığı kültürel değişimin sona ermesine neden olmuş. Tahtı ele geçiremeyen Cem Sultan ise eksantrik bir rehine olarak kalan ömrü boyunca Avrupa saraylarını dolaşacak ve dönemin pek çok tablosunda yer alacaktı. Pek çok kitaba konu olan, hatta Venedik’teki resimleri Nedim Gürsel’in güzel romanı Resimli Dünya’ya da konu olan Cem Sultan, şimdi bir kez daha, babası Fatih ile birlikte karşımızda.

İşin aslı İstanbul’a gelen resimde Fatih’in karşısında kimin durduğu bir muamma. Christie's kataloğunda bu kişinin Batılı bir diplomat olduğu fikri ağır basıyor. Arada çok farklı görüşler dile getirenler de var, ama yaygın kabul gören bu kişinin Cem Sultan olduğu. Bu görüşün en büyük dayanağı ise rahmetli Semavi Eyice’nin 1973’te Belleten dergisinde yayınlanan makalesi. Ünlü tarihçi Babinger’e referansla bu tablonun arkasında ‘2. Mehmet ve oğlunun Gentile Bellini tarafından resmi’ yazdığını söylüyor, ama şimdi alınan tablonun arkasında o İtalyanca ifade neden yok? O da bir başka muamma. Sonuçta Fatih’in karşısındaki kişinin efsane şehzade Cem olması fikri de güzel ve burada kabul görüyor…

İstanbul’un bugünkü kimliğinin oluşmasına en önemli katkıyı yapanlardan biri olan Fatih’in resminin Türkiye’ye getirilmesini İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin üstlenmesi konusuna gelirsek, bundan daha normal bir şey olamayacağını söylemek gerek. Sadece daha önceki Belediye yönetimleri benzer bir şey yapmadıkları için, bu gelişmeye hepimiz pek şaşırdık. Oysa İBB’nin temel görevlerinden biri, kentin kültürüne sahip çıkmak, kentlilerin kültürel ihtiyaçlarını karşılamak. Bu nedenle pek çok kütüphanesi, müzesi, tiyatrosu, kültür merkezleri olan bir kurum. Ama işin aslı, esaslı bir resim ya da sanat müzesi yok. Fatih Portresi bağlamında yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki gelişmekte olan bir koleksiyon var ve yeni resimle birlikte bir müzede sergilenecek. Tabii Fatih Portresi’nin de sergileneceği bu müzenin evrensel standartlarda olacağını, belediyenin bu konuda doğru, birikim sahibi uzmanlarla çalışacağını umuyoruz. Belediyenin bu resmi başkanlık makamına ya da benzer bir yere kapatmak yerine toplumla buluşturacak olması da önemli. Bunun yerel yönetimlerin sanata yatırım yapması, müzeler oluşturması için bir başlangıç vuruşu olmasını da mümkün. Bu resme verilen parayı diline dolayanlara, Türkiye’de bu kadar büyük anlamlar içeren bir resim için ödenen paranın önemsiz olduğunu söylemek gerekir. Hatta bir manası olur mu bilmiyorum ama Kapıkule’yi geçtikten sonra karşılaşacağınız her büyük kentte sanatın büyük ustalarını içeren bir resim müzesinin var olduğunu, onların bir çoğundan büyük ve zengin ve güçlü olmakla övünen Türkiye’nin paralarını itibar getirecek köprülere, saraylara harcamayı tercih etmesi sayesinde bu açığın hiçbir zaman kapanamayacak gibi göründüğünü de hatırlatmak isterim. Evrensel resim fiyatları için bir fikir vermesi açısından ise geçtiğimiz günlerde sona eren Basel Sanat Fuarı’nda Balthus’un bir tablosunun 4 milyon dolara satışa çıktığına işaret etmek yararlı olabilir.

Not: Haftaya da kısmetse İmamoğlu’nun en şık ikinci hareketini yazacağım…