Büyük dert, gerçek gündem sayılır mı?
Bir “gerçek gündem” var, bir de onu perdelemeye çalışan yapay gündem oluşturma çabaları. Acaba sahiden bir yerlerde kendiliğinden işleyen bir gerçek gündem olduğundan emin miyiz? İnsanların siyasal davranışlarıyla ekonomik göstergeler arasındaki ilişki ve oy dalgalanmalarının bazı verilerle bağlantısı defalarca -Türkiye için de- gösterilmiş bir hakikat. Ancak bir meselenin açık ara en önemli dert haline gelmiş olması ve bu derdin siyasal davranışları doğrudan etkileyebilecek niteliği, onu kendiliğinden “siyasi gündem” haline getirir mi?
İktidarın ciddi ve geri dönülmez bir zemin kaybı yaşadığı tezi, muhalefet çevrelerindeki çoğu insana “yok ya” dedirten bir alerji yaratmaya devam ediyor. Elbette bunu besleyen hatta tepkiyi kızgınlık sınırına taşıyan iki önemli yaklaşıma değinmek gerekir. Birincisi muhalefet aktörlerinin beklemenin kazanmaya yeteceği kolaycılığının sadece eylemlere değil söyleme de hakim olmaya başlaması. İktidarın düzenli ve hızlanan oy kaybının kaçınılmaz yenilgisinin kanıtı sayılması. İkincisi, iktidarın yapabilirlik kapasitesini sürekli genişleten saldırganlığından duyulan yüksek tedirginlik. LGBTİ tartışması açan Diyanet İşleri Başkanı, baro düzenlemesi talimatını verip hızla sonuçlandıran Cumhurbaşkanı, Ayasofya hamlesi ve özellikle de bu hamlelerin doğal akışına bırakılmamış bağlamı, niyeti net biçimde gösteriyor.
Hem şartlar açısından hem de derinden ve yavaş işleyen yapısal değişimler bakımından, AKP çok ciddi ve geri döndürülemez bir zemin kaybı yaşıyor. Bu sürecin olması muhtemel siyasi sonuçlarının gecikiyor olması, çok önemli ve kalıcı niteliksel değişimleri yok saymayı haklı hale getirmiyor. Ancak en sağduyulu çaba bile, kolay açıklama ihtiyacından kendisini koruyamıyor. Anlaşılır, kolay kabul edilebilir ve sonu görülebilecek bir açıklama veya cevap tazyiki hiç bitmiyor. İşte bu yüzden sadece rahatlarına düşkün siyasi aktörler değil sahiden cevap arayanlar da, kolayca aklıselim yolundan sapabiliyor, yürek soğutmayan ama kafa rahatlatan açıklamalara meyledebiliyor. Yapılanların sonuç getirmeyecek boş hamleler olduğunu söyleyenler de geri döndürülemez bir sürecin hızlanması olarak görenler de benzer mekanizmalar anlatıyor.
Geçtiğimiz günlerde yoğunlaşan Ayasofya gündemi, iktidarın hamlelerinin neden yapıldığı ve nereye varacağı konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Sembolik atakların olası oy karşılığının ne olacağı hakkında çeşitli iddialar ortaya atıldı. İktidarın bu atakları kaybettiği oy desteğini artırmak için yaptığı görüşü, sınırları aşıp yabancı basındaki değerlendirmelerde kullanıldı. İktidarın bazı sıkıntılarına çareler üretmeye, bazı sorunların ağırlığını ve bağlamını değiştirmeye çalıştığı doğru ama meselenin sadece aritmetik bir konu olarak ele alınmadığını gösteren alametler epey artmış durumda. Çok sık müracaat edilen bir başka değerlendirme kalıbı da “gündem değiştirme” ihtiyacı. İktidarın memleketin veya kendisinin içinde olduğu sorunları görünmez kılmak için gündemi doldurduğu veya kontrol etmeye çalıştığı çok sık dile getiriliyor. Hafta başındaki 5 Soru 10 Cevap yayınında “iktidarın niyeti” meselesine değinmeye çalıştım.
Ayasofya tartışmalarında çok gündeme gelmiş olmakla birlikte, hemen her vesileyle kullanılan ve muhtemelen önümüzdeki günlerde yeni gelişmelerle tazelenecek “gündem değiştirme ve yönetme” kalıplarını, varsayılan “gerçek gündem” iddiası penceresinden de biraz daha tartışmaya ihtiyaç var. Yapılan araştırmalarda “sizin (veya ülkenin) en önemli sorunu nedir” sorusuna uzunca bir süredir ekonomi -veya ilgili başka başlıklarla- cevap veriliyor. İşsizlik, enflasyon, ekonomik daralma gibi açık göstergelerdeki bozulmaya bağlı olarak bunun belirginleşmesinde şaşırtıcı bir taraf yok. Bu ölçülebilir durum, “vatandaşın gündemi cebi (veya mutfakta yangın)” şablonuna oturtulunca, “gerçek gündem” meselesi kolay bir açıklamaya kavuşmuş kabul ediliyor. Bir “gerçek gündem” var, bir de onu perdelemeye çalışan yapay gündem oluşturma çabaları. Acaba sahiden bir yerlerde kendiliğinden işleyen bir gerçek gündem olduğundan emin miyiz?
İnsanların siyasal davranışlarıyla ekonomik göstergeler arasındaki ilişki ve oy dalgalanmalarının bazı verilerle bağlantısı defalarca -Türkiye için de- gösterilmiş bir hakikat. Ancak bir meselenin açık ara en önemli dert haline gelmiş olması ve bu derdin siyasal davranışları doğrudan etkileyebilecek niteliği, onu kendiliğinden “siyasi gündem” haline getirir mi? Siyasi gündem, hane halkı anketlerindeki sıralamaya göre mi belirleniyor? İnsanların yakıcı biçimde bir sorunu yaşıyor olmaları, en önemli konunun bu olduğunu düşünmeleri, onların dertlerini ve elbette beklentilerinin yönünü gösterir ama etkili olan “siyasi gündemi” değil. “Siyasi gündem” kuruluşunun en temel siyasi müdahale biçimi olduğunu, siyasi aktörlerin bu konudaki belirleyiciliğini gözden kaçırınca, olması gerekenin bir türlü hala neden olmadığına cevap bulmak iyice zorlaşıyor. Belki bu yüzden, irrasyonel inanışlar, ezberler hiçbir şeyi açıklayamamalarına rağmen kullanışlı olmaya devam ediyor.
“Ekonomi benim ve memleketin en önemli sorunu” sözü, üzerine bir siyasi gündem kurulacak çok kuvvetli bir zemindir elbette. Fakat bunu “siyasi gündem” haline getirecek olan, yaşananın gerekçeleri, sorumluları, çözüm önerileri ve rehber edinilecek tercihler hakkındaki temel tezlerin ortaya konulduğu, tarafları ve taraf olma sebepleri belirginleşmiş bir süreçtir. Siyaset, partiler, aktörler ve tüm toplumsal tarafların müdahaleleri ile bu gündem kurulur ve olası sonuç için siyasal dinamikler işlemeye başlar. Aksi durumda kendisini siyasi alana taşıma imkanı veya aracı bulamamış, çok kişinin paylaştığı ortak bir dert olarak kalmaya -bazen de şaşırtıcı bir sonuçsuzlukla sürdürülmeye- devam eder. Siyaset, üretilmeyen ama kolay yönetilen bir alana dönüşür. Çok insanın bunu yaşıyor olması, bundan başka bir şey düşünemez hale gelmesi, siyasi alanın bu sorun etrafında biçimlenmesine yetmeyebilir. “Alıyorlar patatesi, veriyorlar oyu; açıyorlar camiyi, alıyorlar oyu” denmeye devam edilir.
İnsanların çok can alıcı sorunları, başka bütün her şeyi önemsizleştiren dertleri var. Bu sorunlara ilişkin siyaset üretemediği için kendi tabanıyla ayrıştığını, desteğinin daha da eriyeceğini sezen ve önlem almaya çalışan bir de iktidar var. Bu iki gerçek durumdan oluşan iki boyutlu toplam, ağırlığını hissettiren bir hakiki gündem ve onu engellemek için üretilen yapay gündem çatışması şeklinde özetlenen bir resim yaratmıyor. Çünkü çatışmanın bir tarafı “eksik teşebbüs” halinde bile değil. Muhalefeti oluşturan siyasi partiler, siyasi aktörler, -iktidarın korona önlemleri konusundaki tavrını tekrarlayarak- gündem kurma işini vatandaşa yüklemekle yetiniyorlar. Elbette siyasi gündem, her zaman çok kapsayıcı bir program veya çok etkili bir aktör eliyle kurulmak zorunda değil. Bazen merdivenlere atılan bir yazar kasa, bazen birilerinin yürümeye başlaması, bazen de nefes alamadıklarını söylemeye başlamaları gündem kurmayı sağlayabiliyor. Ancak her seçenek açısından şunu söylemek mümkün: Gerçek dertler birilerinin onları gerçek gündem haline getirmesini bekliyor.