YAZARLAR

Türkiye’nin Netflikş ile imtihanı

Netflix’i sansürlerseniz ya da kapatırsanız insanlar yurtdışından, internetten oradan buradan zaten ulaşır. Temel mesele alıştığımız hiçbir yaşam kalıbının bugüne oturmaması, bugün herhangi bir kitabı kaçak olarak internetten bulmanız mümkün, insanlar internet üzerinden ödev satın alıyor, tez yazdırıyor. Tekrar vurgu yapmak istiyorum, bunları olumlamak ya da olumlamamak haddim değil ama durum bu hale geldi. Ne var olan bilişim hukuku, ne ahlak anlayışı, ne yasalar, ne yürütme organları, ne devlet kurumları, geçirdiğimiz dijital özgürlük ile kaos arasındaki bu durumun gerektirdiği ihtiyaçları karşılamaya yetiyor.

Uber’e karşıyız, Wikipedia fitne fücur yuvası, ekşi sözlük zaten yıllardır organize hakaret merkezi, başta Twitter olmak üzere sosyal medya tukaka ve en nihayetinde Netflix milli değerlerimizi, örf ve adetlerimizi bozuyor. Artık klasik söylem oldu ama 2020’de geldiğimiz “ahlakçı” zihniyetin zirvesi bu olsa gerek. Birçok alanda “dünya çapında iyiyiz” propagandasına maruz kalırken, “çağdaş”lıktan her geçen gün uzaklaşmanın adı “Yeni Türkiye” oldu. “Çağdaş” derken siyasi bir anlam atfetmeden, modernliği falan kastetmiyorum, bildiğiniz şimdiyi, günü, yaşadığımız çağı yakalamaktan söz ediyorum. Bu “Yeni Türkiye”, aslında hiç de matah tarafı olmayan “Eski Türkiye”den de daha “eski” tutucu kalıplar üzerine inşa edilmiş durumda, darbe sonrası neo-global dünyanın parçası olunan 80’lere, faili meçhullerin, işkencelerin dönemi 90’lara methiyeler düzmeden, “Aslında senin ‘eski Türkiyen’ bir melekti yavrum” yanılgısına düşmeden…Şayet günün birinde, -olmaz ama hayal bu ya- ideal en yeni Türkiye yaratılacaksa, zaman tünelinde önümüzde artık aşılması gereken bir “Eski Türkiye” istasyonu var. Zira ahlaki ve yaşam pratikleri açısından geldiğimiz nokta “çağdaş”lığı falan geçtim, çağlar ötesine tarihleniyor.

Ortada bir gerçek var, “o eski halimizden eser yok şimdi, ızdırap içinde yorgunuz şimdi.” Alıştığımız, gündelik hayatımıza ait köhnemiş kurallar sadece ülkemizde değil, bütün dünyada bugünümüzü sağlıklı sürdürebilmemiz için gerekli ihtiyaçları karşılamaya yetmiyor. Gelişim dinamikleri, her geçen gün yepyeni yaşam pratiklerini dayatıyor bizlere. Bu klişe “değişmeyen tek şey değişim” söyleminden öte, bir durum saptaması. Bütün dünyada robotlaşma işsizliği muazzam derecede artırırken, algoritmik yapılar, birçok mesleği yakın gelecekte yok etme noktasına getirmişken, klasik kurallar ve elbette bu yaşamı regüle etmesi beklenen klasik hukuk normları arkaik kalıyor. Bugün dünyaya yön veren en büyük şirketlere baktığımızda hiçbirinin ne fabrikası, ne üretim tesisi var. Booking.com’un milyonlarca oteli var ama aslında tek bir oteli yok, Amazon’un depoları var, yemeksepti.com’un hiç restoranı yok. Yıllardır Unileverler, P&G’lerin ön sıralarda esamesi okunmazken, Ford ancak 12. sırada yer bulabiliyorken, biz hâlâ her alanda eski algılarımızla hayatı kavramaya çalışıyoruz, eeh haliyle de olmuyor.

Bunların hepsi dijital devrime ve Endüstri 4.0’a yaslanan kapitalizmin yarattığı, insanı odağına almayan teknofetişizm sisteminin doğal sonucu. Önümüzdeki 10 yıl içinde işsizlik dalgası sadece bizde değil bütün dünyada tıpkı pandemi gibi daha da yayılacak. Genç işsiz nüfusunun neredeyse iş aramaktan umudunu kestiği, bu ağır ve kasvetli ortamda Türkiye’de siyasi iktidar, Ayasofya’yı cami yaparak hedef kitle konsolidasyonuna gidiyor, sosyal medyanın kısıtlanmasını gündeme getirerek bizlere aba altından sopa gösteriyor… Netflix’in ahlakımızı bozduğunu söylemenin bu yoğun baskıcı ortamda, bu muhafazakar kitle üzerinde elbette ki bir karşılığı var. Gey filmleri evimize nasıl girebilir ki, burası Müslüman mahallesi “netekim”?

Son derece yoğun hızla değişen dünyamızda bugün, Uber’i vergi kaçırıyor ya da taksi plaka meselesinde haksızlık yaratıyor diye yasaklasanız da beyhude. Meydan Larousse zamanlarındaki zihniyetle Wikipedia’yı yasaklarsanız, sosyal medya sitelerine kısıtlama getirir ya da kapatmayı düşünürseniz VPN’ler devreye girer, yok onları kapatırsanız başka mekanizmalar mutlaka bulunur. Biz fanilerin anlamasının mümkün olmadığı şekilde, web dolaşımının çok büyük bölümü, sanal vahşi batıyı andıran dark web ve deep web’den oluşurken, “hukuksuzluğa izin veremeyiz, onu regüle edeceğim, şunu düzene sokacağım” derseniz ancak komik olursunuz. Bugün sosyal medyaya kısıtlama getirirseniz yarın hologram iletişimini nasıl engelleyeceksiniz? Daha da yarın beyinlerimize, gözlerimize takılacak medya çipleri ya da lensleriyle nasıl baş edeceksiniz?

Netflix’i sansürlerseniz ya da kapatırsanız insanlar yurtdışından, internetten oradan buradan zaten ulaşır. Temel mesele alıştığımız hiçbir yaşam kalıbının bugüne oturmaması, bugün herhangi bir kitabı kaçak olarak internetten bulmanız mümkün, insanlar internet üzerinden ödev satın alıyor, tez yazdırıyor. Tekrar vurgu yapmak istiyorum, bunları olumlamak ya da olumlamamak haddim değil ama durum bu hale geldi. Ne var olan bilişim hukuku, ne ahlak anlayışı, ne yasalar, ne yürütme organları, ne devlet kurumları, geçirdiğimiz dijital özgürlük ile kaos arasındaki bu durumun gerektirdiği ihtiyaçları karşılamaya yetiyor. Bu durum bütün dünyada sürdürülemez bir hal alacak ve çok yakın gelecekte yepyeni bir hukuk, yepyeni yönetim biçimleri, yepyeni bir ahlak ve elbette yepyeni bir düzen gelecek. Ve “amma da değişik şeyler yaşıyoruz” dediğimiz bugünün aslında bir hiç olduğunu anlayacağız. Cep telefonu ve internetle, belki bize daha uzunmuş gibi gelse de sadece 25 yıldır birlikte olduğumuzu hatırlarsak bunları görmek için çok beklemeyeceğimiz aşikar olsa gerek. İlk bakışta çok fütüristikmiş gelen yepyeni düzen tespiti, neyse ki bizi hiç etkilemeyecek. Zira biz o sırada başka bir hamasi konunun peşinden gidip ahlakımızı korumaya devam edeceğiz, işsizliğe retoriklerle çözmeye devam edeceğiz. Herkes şoförsüz araç üretirken, tasarımı dahil yarısı yurtdışı parçalardan oluşan ve muhtemel satış rakamı 300 bin TL olacak “yerli ve milli” arabamızla gurur duyacağız. Osmangazi Köprüsü’nden İzmir’e 300 küsür lira para verip Almanya’nın bizi kıskandığını düşüneceğiz. Sezen Aksu’nun dediği gibi “Her şey bir anda anlamsız gelecek, işte biz o gün tükeneceğiz.”


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.