YAZARLAR

Ayasofya: Camiden siyaset çıkartmak

Yaşanmakta olan durumu tam olarak anlayabilmek için, iktidarın hamleleri ve harekete geçirdiği sembollerle sağladıkları kadar, elden çıkardıklarına da bakmak gerekir. Bu atakların ileriye dönük sonuçları açısından hangi alanlardan çekilme anlamına geleceği önemli. İktidarın yoğunlaştırdığı hamle ve gündem sağanağı, siyasi etkinliği tamamen devlet faaliyetlerine indirgiyor, sıkıştırıyor. Bu, pek çok sembolün iktidar icraatına dönüşerek güç gösterisi değerini çok yükseltiyor ama siyasi-ideolojik kullanım değerini düşürüyor.

Yılların meselesi, en verimli “muhalefet” temalarından biri, verimli propaganda malzemesi ve İslamcılığın en kullanışlı sembolü Ayasofya, 24 Temmuz’da ibadete açıldı ama aynı anda aşırı (sivil) siyasi kullanıma kapanma süreci de başlamış oldu. İlk ibadet gününün sembolik değeri, sağlanabilen katılım ve ilgi, epey uğraşılmış gösteri, tekrar kullanım imkanının zaman içinde zayıflamasını durdurmaya yetecek gibi değil. İnsanların hayatında -başörtüsü veya kamu imkanlarının açılması gibi- doğrudan somut etkileri olmayan siyasi hamlelerin uzun erimli olması beklenmez. Ancak Ayasofya hadisesi zaten baştan ileriye taşınmak için kurgulanmadı. Bu yüzden geçmişe dönük sınırlı bir tatmin üretmeye aday.

İktidarlar destek ve güç yanında -kolayca bunların yerine geçebilen veya onlara dönüşebilen, besleyen- sembollerle de kuruluyor. Fakat her sembol, zaman ve zemin koşullarına bağlı olarak farklı kullanım değeri ve ömrü kazanıyor. Ayrıca semboller değişen dozlarda “fayda” üretirken, bir başka alanda ve zeminde bazı vazgeçişlerin hatta kayıpların kabulü anlamına geliyor. Ayasofya’yı açarken sağlanan, bu hamleyle artık kapanan siyasi kullanım değerini karşılayacak mı, göreceğiz. Benzer bir durum İstanbul Sözleşmesi’nde de var. İmzalanırken de, iptal edilirken de sağlananlar yanında vazgeçilenler vardı, yine olacak. Toplam kâr-zarar hesabı muhtemelen hemen ortaya çıkmayacak.

İktidarın ayakta kalma, beka ve gücünü koruma stratejisinin, Türkiye’nin anayasal ve kurumsal düzenine, siyasal zeminine, toplumsal barışına, hatta ekonominin “yapısal” dengelerine nasıl hasarlar verdiği, vermeye devam ettiği üzerine çok tartışılıyor. Bu zorlamanın karşısında yer alanlar ve hedefinde olanların karşılaştıkları baskı gayet açık yaşanıyor, biraz pornografik bir teşhirle ortaya konuluyor. Sonuçta kutuplaştırma veya kapışmanın “ötekilerine” yapılanlar hakkında çok net bir resim ve nispeten kolay ölçülebilir bilanço ortada. İktidar zafer tablosu, muhalefet hasar raporu şeklinde bu sonuçları sık sık gündeme getiriyor.

Neredeyse 10 yıl önce iyice belirginleşen, tek boyutlu bir görünüm kazanan bu savunma stratejisinin, iktidarın kendisine, destek çevresine ve her düzeydeki potansiyeline ne yaptığı konusunda ise daha az veriye sahibiz, bu alanda çalışma az ya da ortak kabul gören değerlendirmeler sınırlı. Bu süre zarfında önündeki engelleri iyice temizleyerek alanını sınırsız biçimde genişlettiği, oy konsolidasyonunun iyice katılaştığı görüşleri hâlâ çok yaygın. Diğer taraftan, bu süreçte iktidarın yönetememe krizinin derinleştiği, özellikle yerel seçim sonrasında oy desteğinin hızla eridiği fikri artık daha sık gündeme geliyor. Son günlerin hızlı atakları da, bu farklı yorum pencerelerinden okunuyor.

İktidarın yıllardır sürdürdüğü siyaset tarzının etkileriyle ilgili değerlendirmeler, büyük ölçüde ortaya çıkmış bariz -alabilmiş olduğu- sonuçlara bakılarak yapılıyor. Böyle olunca da, seçim ve anket gibi sayısal veriler ya da “yapabilirlik kapasitesini” gösteren somut adımlar, açıklayıcılıklarının çok üzerinde bir ağırlık kazanıyor. Birbirinin tam aksi çıkarımlar için aynı veri setinden kanıt tedarik etmek mümkün oluyor. Bir rakam grubuyla iktidarı -bir şey yapmadan- “mum gibi eridiği” tezini, bir başka rakam öbeğiyle donmuş bir tablo iddiasını sürdürmek mümkün. Gücünün kaynağı konusundaki farklı yorum pencereleri de, iktidarın alan sınırları tartışmasını geniş bir yelpazeye yayıyor. Herkes görebildiği kadarına odaklanıyor, durumu elinle tutabildiği kadarıyla tarif ediyor.

Destek (oy) konsolidasyonu yerine güç konsolidasyonunu koyan, krizlerinin yerine yapabildiklerini öne çıkartmak isteyen iktidar, gündemin aldığı biçimden ve sadece sonuçlara odaklanılmasından rahatsız değil. Muhalefeti ve aslında gidişattan endişeli herkesi ürküten şaşkınlık böyle sağlanıyor. Ancak İstanbul Sözleşmesi konusunda Bahçeli’ye ve bazı AKP’lilere “bu işi bir daha düşünsek mi” dedirten, olumsuz dinamiklerin içeride, dışarıdan göründüğünden daha fazla hissedildiğini düşündürüyor. Yapılan hamlelerin gösterilen (gösterilemeyen) tepkileri muhatap alan “kudurun” sevinci ve başarının verilen rahatsızlıkla ölçülmesi sanıldığı kadar rahatlatıcı değil galiba.

Yaşanmakta olan durumu tam olarak anlayabilmek için, iktidarın hamleleri ve harekete geçirdiği sembollerle sağladıkları kadar, elden çıkardıklarına da bakmak gerekir. Bu atakların ileriye dönük sonuçları açısından hangi alanlardan çekilme anlamına geleceği önemli. İktidarın yoğunlaştırdığı hamle ve gündem sağanağı, siyasi etkinliği tamamen devlet faaliyetlerine indirgiyor, sıkıştırıyor. Bu, pek çok sembolün iktidar icraatına dönüşerek güç gösterisi değerini çok yükseltiyor ama siyasi-ideolojik kullanım değerini düşürüyor. Ayasofya’nın ibadete açılması, iktidarın yapabilirlik kapasitesine bir katkı sağladı belki ama destekleyenlerin gözünde bile “sivil” değerinden kaybetti.

Son dönemde büyük bir hızla gündeme sokulan ve -zaten öyle istendiği için- şok etkiler yaratan hamlelerde ilginç bir başka benzerlik daha var. Baro düzenlemesi, Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi ve sosyal medya taslağı. Neredeyse hepsi çeşitli uzaklıktaki geçmişe dönük “düzeltme” atakları. Bugünkü değişikliği, “vesayeti kaldıran devrim” diye tarif eden Feyzioğlu, daha önce o vesayet sayesinde seçilmiş, önceki benzer talepler “cemaat” operasyonu sayılmıştı. Ayasofya’da baştan itibaren ve ilk Cuma hutbesinde, dikkatler cami yapandan çok müze yapana çekilmeye çalışıldı. İstanbul Sözleşmesi de bu iktidarın “kandırılma” listesine eklediği bir geri alma şeklinde sunuluyor. Tarihi, rövanşist yeniden yazım sürecine sokarken kendini de geriye doğru güncelliyor.

Siyasi alanı alabildiğine daraltan, rakiplerini büyük bir kuşatmayla kilitlemeyi başaran iktidar, “hiçbir başarının cezasız kalmayacağı" kaçınılmaz kaderinden şimdilik uzak durabiliyor. Siyasi varlığını kolayca “devletle” özdeşleştirebilmesi ve hamle sınırsızlığı, destek zayıflamasını telafi eden bir tatmin hissi yaratabiliyor. Ayasofya gösterisinin heyecanlı iştirakçi profili de bu duygunun olası taşkın havzasını gösteriyor. Diğer taraftan ileriye dönük siyaset üretebilme kabiliyetini epey önce kaybeden iktidar, şimdi de kullanışlı ideolojik sembollerini geriye dönük olarak kullanarak hızla tüketiyor. Saraydaki VIP Cuma namazının ardından devlet töreni haline getirilen Ayasofya, sembol resmileşmesi örneğine dönüştü. Böylesi durumlar, kazanılan “zaferlerin” sürükleyiciliğini tehlikeye sokuyor.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).