İstanbul Film Festivali Günlükleri 6: Siyasetin otopsisi
Kesal’ın senaryosuna yazdığı “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmini yazarken meşhur sahneye gönderme yaparak “Taşranın otopsisi” başlığını atmıştım. Sanırım “Nasipse Adayız” için de “Siyasetin otopsisi” demek yanlış olmayacaktır.
Ercan Kesal neredeyse eş zamanlı olarak başlayan senaryo yazarlığı ve oyunculuk kariyerinin her ikisinden de alnının akıyla çıkmayı başarmıştı. “Üç Maymun” ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmlerini Nuri Bilge Ceylan ile kaleme aldıktan sonra Mahmut Fazıl Coşkun ile “Anons” filmine imza attı. Aynı dönemde yukarıda anılan filmler dışında “Vavien”, “Küf”, “Yozgat Blues”, “Hükümet Kadın”, “Ben O Değilim” gibi önemli filmlerde oyuncu olarak gördük kendisini. 2018 yılında “Fındıktan Sonra” adlı belgeselin yönetmen koltuğuna oturarak ısınma turlarını attığı bu yeni mecrada ilk büyük işi olarak kabul edebileceğimiz “Nasipse Adayız” filmiyle karşımızda şimdi.
İlk gösterimi ocak ayında Rotterdam Film Festivali’nde gerçekleştirilen “Nasipse Adayız”ın yönetmenlik ve senaryosunun yanı sıra başrol oyuncusu da Ercan Kesal. Kendi adıma filmi daha izlemeden önce, en büyük sıkıntısının bu kadar çok sorumluluk altına girmenin yaratacağı eksikler olabileceğini düşünüyordum ve fakat ortaya yılın en iyi filmlerinden birisi çıkmış. Hele de İstanbul Film Festivali’nin bu yılki seçkisinin zayıflığı düşünüldüğünde hemen her bakımdan kendisini öne çıkaran bir yapım olmuş “Nasipse Adayız”.
Ercan Kesal’ın 2000’li yılların başında Beyoğlu için belediye başkan aday adaylığı sürecini anlattığı aynı adlı kitabından yola çıkarak uyarlanan film, Doktor Kemal Güner’in bir günlük kampanya çalışmasına odaklanıyor.
Sabahtan gece yarısına kadar uzanan bu süreç içerisinde hem karakterimizin hem de kameranın dinamik bir şekilde durmadan hareket ettiğine, sokakları, binaları, mahalleleri, mekânları kat ettiğine şahitlik ediyoruz. Ercan Kesal tarafından canlandırılan Kemal Güner onlarca kişi ile temas ediyor, konuşuyor, onlara derdini anlatıyor. Bu lineer akış, parlak buluşlarla kesilerek seyirciye ve karaktere de nefes alma fırsatı veriliyor. Örneğin eski eşi Figen ile olan sahneler, genç bir kadının bir an için hikayeye girmesi, şoförü Naci ile olan inişli çıkışlı ilişkisi gibi… En nihayetinde bütün bu koşturmacanın amacı o akşam bir düğün salonunda düzenlenecek kampanya etkinliğine “bir numara”nın yani parti genel başkanının gelmesi ve Kemal Güner’e desteğini ilan etmesi… Tabii ki işler öyle yürümüyor…
“Nasipse Adayız”, öncelikle çok titiz gözlemlerin, bir durumu/duruşu ifşa eden küçük jest ve mimiklerin üzerine inşa edilmiş bir insan örgüsüne sahip. İnsan örgüsü diyorum çünkü filmin olay örgüsünü inşa eden şey Kemal Güner’in gün içerisinde tema ettiği insanlardan oluşuyor bir bakıma. Tüccarından dernek başkanına, vakıf yöneticisinden dini önderlere, sıradan vatandaştan siyasetçilere kadar her kesimden insanın siyasetle kurduğu çıkar ilişkisinin ifşası bir bakıma “Nasipse Adayız”. Kimi zaman komik bir dille anlatılan bu ifşadan karakterini de azade tutmuyor Ercan Kesal. Doktor Kemal’in de bencil, çıkarcı ve kibirli bir adam olduğunu adım adım gösteriyor seyirciye. Hatta bunun fazlaca yapıldığını ve bir noktada filme zarar verdiğini bile söyleyebiliriz. Son perdede işler sarpa sardıkça Kemal’in içindeki ‘erkek egoları’nın sınıfsal tavırlarının daha da belirgin hale gelişine tanıklık ediyoruz. Seyirciye önce hissettirilen, bu bölümde ufak ufak gösterilen bu durumun finale doğru giderek abartıldığını ve biraz göze sokulmaya çalışıldığını söylemeden geçmeyelim. Erkeklik meselesi açılmışken, film mahalledeki küçük esnaftan başlayarak genel başkan düzeyine kadar siyasetin erkekler güruhu tarafından nasıl inşa edildiğini göstermesi bakımından da çarpıcı.
Filmin görsel dünyasına dair de birkaç kelam etmek gerekiyor. Romanya sinemasını yakından takip edenlerin hatırlayacağı “Sieranevada” filminin de görüntü yönetmenliğini yapan Barbu Balasoiu’nun işçiliğine ayrı bir not düşerek başlayalım. Ercan Kesal, Türkiye sinemasında altından kalkılmakta oldukça zorlanılan bir işi ustalıkla başarıyor kanımca. Kalabalık sahnelerin idare edilmesi işini… Filmin ikinci yarısının neredeyse tamamı üç düğün salonunda kalabalık sahnelerle geçiyor. Hele de Doktor Kemal’in kendi toplantısının olduğu düğün salonu sahnesinde kesintisiz 5-6 dakikayı bulan planların kusursuzca oynanmış ve çekilmiş olması etkileyici. Bu kadar kalabalık sahnelerin böylesi uzun planlarla çekilmesi risk aslında ancak başta sahnedeki oyuncular olmak üzere figürasyonun da üzerine düşeni yaptığı görülüyor. Bu konuda yönetmenin ve görüntü yönetmeninin hakkını bir kez daha teslim etmemiz gerek. Ercan Kesal, bu film için kameranın karakterlerin dibinde olduğu onların telaşını, kaygılarını, yüz ifadelerini kaçırmamaya çalıştığı bir üslup deniyor ve bence sınıfı geçiyor.
Toparlarsak, “Nasipse Adayız” önce müthiş gözlemler ve ince ayrıntılarla bezeli senaryosuyla, sonra Ercan Kesal başta olmak üzere oyuncu/figüran yönetimindeki başarısıyla ve son olarak görsel tercihlerinin altından ustaca kalkabilmesiyle akıllarda kalan bir yapım olmuş. Bugünün siyasal alanına dair doğrudan bir şey söylemiyor ancak bu ülkede siyaset yapma biçiminin erkek karakterine, ikiyüzlü hallerine, kastlaşmış yapısına dair çok şey söylüyor. Filmin ana muhalefet partisinin mevzuat gereği tek adayla genel kurul seçimine gidişinin eleştirildiği bir dönemde karşımıza çıkması da tarihin ironisi olsa gerek. “Nasipse Adayız”, bu işlerin genel kurulda değil düğün salonlarında halledildiğini çıkarıp koyuyor önümüze çünkü.
Kesal’ın senaryosuna yazdığı “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmini yazarken meşhur sahneye gönderme yaparak “Taşranın otopsisi” başlığını atmıştım. Sanırım “Nasipse Adayız” için de “Siyasetin otopsisi” demek yanlış olmayacaktır.