YAZARLAR

Fuzuli değerler eğitimi

Kaplumbağaların yaşam alanını savunmaya yönelik toplumsal hareketlerden, yaban hayvanlarının avlanması için devlet ödeneği çıkarmaya hangi “yükselen değerler”le gelinmiştir? Ülkeyi çölleştiren; kıyıları, gölleri, dereleri, yaylaları, ovaları, meraları özelleştirip mülkleştiren, paraya çeviren “değer” nedir? Kime ve nereye aittir?

Bir vakitlerin cafcaflı “yükselen değerler”i ara sıra ortalıkta görünür gibi olsa da, bu adla şirketler kurulsa da, lafın eski hükmü yok. Çünkü devlet meseleye el koydu: On beş yıldır ilkokuldan liseye herkes “değerler eğitimi”nden geçiyor. Yükselen ve asli değerler eğitimi demek daha doğru.

Ama ne var ki, değerler barometresini elinde tutan anlı şanlı uzmanlara karşın, resmi-sivil, görevli-gönüllü onca eğitimcinin çabasına karşın, maksat hasıl olamıyor bir türlü. Yükselen ya da asli değerler denilen şeylerde bir türlü hedef tutturulamıyor. Haliyle ne yönetecilerimiz huzur buluyor, ne de toplum.

Aslına bakılırsa, nicedir birlikte yükselen iki değerimiz var: Şiddet ve korku. Öyleyse yükselen ve yürülükte tek değer var diyebiliriz: Güç.

Çoluk çocuk okulda değerler eğitiminden geçerken, neredeyse hemen her an her yerde insana, hayvana, doğaya karşı, adeta doğal bir güç kullanımına; taciz, imha hareketine tanık oluyor. Güç ve hükmedicilik, uymayanı yok edicilik, doğrudan davranış ve asli “değer eğitimi” işlevini üstleniyor.

Darwin’in “doğa yasası” olarak saptadığı güçlünün hayatta kaldığı, koşullara uyamayanın yok olduğu gerçekliğinin, “sosyal yasa” haline gelmesidir bu. Asli değer halini almasıdır.

Niye böyle?

Birçok neden sıralanabilir. Bana sorarsanız, değerler borsasının kurulması, milat olarak alınabilir.

YÜKSELEN DEĞERLER - ALÇALAN KİMLİKLER

Batıda 1950’lerden beri kullanılan “değişen değerler” kavramına eşlik eden “yükselen değerler” ölçümlemesi, çözümlemesi Türkiye’ye Nilüfer Göle tarafından taşındı, 90’larda. Göle, “80 Sonrası Politik Kültür”ü, “yükselen değerler” üzerinden okuyup değerlendirerek kavram koyucu -ya da taşıyıcı- misyonunu üstlendi. (1)

Değerler borsası kurulmuş oldu.

Bunu bugün söylemiyorum. İsteyen, Mayıs 1994 tarihli Hürriyet Gösteri dergisine bakabilir, sayı 162. Yükselen Değerler Alçalan Kimlikler, oradaki yazımın başlığıdır.

Göle, “yumuşama, hoşgörü-uzlaşma” kavramlarını, 80 sonrası politik kültürününün anahtarı, başka bir ifadeyle “yükselen değerler”i olarak nitelemektedir.

Göle’nin o zamanki değerlendirmeleri, dönemin yükselen değerleriyle Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler cenneti olmaya doğru koştuğunu müjdeliyordu: “1980 öncesinde sol hareketler tarafından küçümsenen, doğanın korunması, kadın kimliği, birey özgürlüğü gibi konular, bugün bu konuları işleyen yeni ‘radikal’ hareketlerle kamuoyu arasında sempati köprüsü yaratmaktadır. Nitekim son zamanlarda görülen, kadınların ‘erkek dayağına karşı’ yürüyüşü, yeşillerin kaplumbağaların yaşamını kurtarma çabaları, türbanlı kız öğrencilerin üniversite önünde açlık grevleri, eşcinsellerin ve transseksüellerin bireysel özgürlükleri savunması, ‘gülünç, yoz, gerici’ türünden kavramlara indirgenemediği gibi, bu hareketlerin kamuoyunda ses getirdiği de izlenmektedir.”

Değişen değerler kuramcısı ve uzmanı Göle de, otuz küsur yıl önce “eski Türkiye”nin artık gerilerde kaldığını ilan ediyordu kıvançla. Makalenin son tümcesi: “Türkiye, 20’lerden 80'lere geçerken devletin taşımacılığındaki modernleşmecilikten, toplum eksenli bir modernliğe geçebilmenin sınavını vermektedir.”

Yaşayıp gördüğümüz üzere sınav başarısızlıkla sonuçlandı.

Peki ama, “erkek dayağına karşı yürüyüş”ten, neredeyse günü birlik hale gelen kadın cinayetlerine, nasıl, hangi yükselen değerlerle geldik?

Otuz yıl önce kadın kimliği öne çıkıp yükselirken “cinsiyet eşitliği raporu”na göre 153 ülke arasında Türkiye 130. sıraya nasıl geldi? Şunun şurasında beş-altı yıl önce alay-ı vala ile imzalamakla kalmayıp ev sahipliği yaptığımız İstanbul Sözleşmesi’ni “değerlerimiz için tehlike” haline getiren hangi değişimdir?

Kaplumbağaların yaşam alanını savunmaya yönelik toplumsal hareketlerden, yaban hayvanlarının avlanması için devlet ödeneği çıkarmaya hangi “yükselen değerler”le gelinmiştir? Ülkeyi çölleştiren; kıyıları, gölleri, dereleri, yaylaları, ovaları, meraları özelleştirip mülkleştiren, paraya çeviren “değer” nedir? Kime ve nereye aittir?

DEĞER KOYUCU ANA MERKEZ 

Göle, andığımız makalesinin de yer aldığı Melez Desenler’in önsözüne çok yerinde ve doğru bir saptamayla başlar: “Türkiye 1980'lerde yeni bir zaman dilimine girdi. Piyasa ekonomisi - bugünü, ‘şimdiki’ zamanı kıymete bindirdi. Türkler parayla tanıştıkça bugünkü zamanı sevdiler. Hemen bugün şimdi kazanıp, kendi yaşamlarında tüketip statü sahibi olmaya giriştiler. Siyasetteki zaman kavramı da piyasa ekonomisine paralellik göstererek değişime uğradı.”

İlk tümceyi, tarihsel gerçeklik yönünden şöyle düzeltmek gerekiyor: Türkiye 1980'lerde, 24 Ocak kararları ve onu izleyen 12 Eylül askeri darbesiyle, yeni bir zaman dilimine girdi.

Bunu izleyen ikinci tümce, değer belirleme merkez üssünü işaret ediyor: Piyasa ve para. O üssün bugünkü verilerine bakılırsa “piyasalarda yangın var”, deniyor. Çünkü dolar ve euro ikilisi birlikte şaha kalkmış. Altını tutabilene aşk olsun. Fırsat kollayan enflasyon canavarı da azgınlaşmış…

Uzmanlar böyle diyor.

Yine uzmanlar, bu yangın içinde dört kişilik bir aile için açlık sınırının 2 bin 400 TL, yoksulluk sınırının ise 7 bin 838 TL olduğunu belirtiyor. Asgari ücret, malumunuz 2 bin 324 TL. Ve yine malumunuz en az, en aşağı, en düşük anlamındaki asgari ücret, kırk yıldır yangını söndürül(e)meyen Türkiye piyasalarında temel, ortalama, en yüksek ücret anlamına gelmektedir çoğunlukla. O da tabii iş verilme lütfuna erişen şanslı çalışanlar için.

Ne diyordu Göle, yukarıdaki saptamalarının ardından: “Bilinç bugünleşti, kişiselleşti. 1960'ların ve 1970'lerin geleceğe (devrim) ve kolektif bilince (sınıfa ya da halka) dayanan siyasal değişimi yerini girişimcilik üzerinde yükselen, bugünden evrilen değişime bıraktı.”

Evet, sınıf-halk-toplum sözlüklerden silinmiş, birey öne çıkmıştı 1980’lerin yükselen değerleri olarak. Çalışanlar, hele asgari ücretliler, “birey” değil tabii ki… Değer de değil. Hayvanı, doğayı, geç bir kalem.

YOK OLANIN ADINI KOYMAK 

Sonuç: Piyasa, kendinden başka “değer” tanımaz, tanımıyor.

Onun egemenliği üzerinden değerler barometresi tutmak, değerler eğitimi vermek, yok olanı canlıymış gibi göstermeye çabalamaktan başka nedir?

Antonin Artaud Fransız oyun yazarı, şair. Ailesi İzmir kökenli, buradan göçmüş. İkinci Dünya Savaşı döneminde ilginç bir saptaması var Artaud’un: “Hayattan söz ederken hiç bu kadar çok kültür ve uygarlık sözü edilmemişti”.

Otuz yıl-kırk yıldır yükselen değerler ilanı ve o gün bugün dilimizden düşürmediğimiz “değer” bahsi de aynı hesap.

Dipnotlar

  1.  N. Göle, “80 Sonrası Politik Kültür: Yükselen Değerler”, Melez Desenler içinde, Metis Yayınları, 2000. (Yazar,

    makalenin 15-18 Mart 1987 tarihlerinde Güneş gazetesinde yayımlanan Politikada Değişenler: Hoşgörü ve

    Uzlaşma başlıklı yazı dizisine dayandığını kaydetmektedir.)