Her fethi yağma takip eder
Türkiye’de rejimin ülke içindeki fetihlerine katılan bütün tarikat cemaatler, kamu kadrolarını yağmalamakta, kamu ihalelerinde yağmadan pay almaktadır. Fethe katılan bütün sermaye grupları iktisadi krizde varlıklarını katlamışlardır. Cumhuriyetin ağır aksak yargısı, medyası, parlamentosu, sendikası, barosu, meslek odası fethin konusudur. Fetih ve yağma kol kola gitmektedir.
Her şey gözümüzün önünde oluyor. Gizli bir ajanda, gizli bir gündem yok. Faşist katiller televizyonlarda aklanıyor, kadınlar herkesin gözünün önünde öldürülüyor, her türlü demokratik protesto gözümüzün önünde şiddetle bastırılıyor, işkence meydanlarda yapılıyor, işsizliği, geleceksizliği bizzat yaşıyoruz, Bertolucci filmine bakar gibi işçilerin fabrikalara kapatılmasına tanıklık ediyoruz. Şeriatçılar sokaklarda, devletin korumasında bağırıyorlar. Diyanet İşleri Başkanı eline kılıç almış bütün dünyaya kılıç hakkını, fethi savunuyor; cumhuriyeti karşısına alarak.
Fethin ardından yağma gelir. Fetihçi ideoloji yağmacılığa dayanır. Fethe katılan kitleler yağma ile ödüllendirilir. Açıkça söyleyeyim fetih zorbalıktır. Cumhuriyet kavramı, fethin tam olarak zıddıdır. Cumhuriyetlerde kılıç değil, kamusal yarar hakkı belirler. Yağma değil, herkesin olana ilişkin kamusal bölüşüm esastır. Saltanat kaldırılırken, 1 Kasım 1922’nin kadroları bu nedenle 600 yıl millet üzerine çökmüş Hanedan’ın hiçbir hakkı olamayacağını referans alırlar. Cumhuriyetlerde zorbalık hak yaratmaz. Bunun karşısına Ayasofya’da kılıçla çıkan kişi bu yüzden cumhuriyetin karşıtıdır. Onu, doğrudan ya da kıyıdan köşeden destekleyen herkes cumhuriyet karşıtıdır.
FETHEDİLEN VE YAĞMALANAN
Fetih, yağma ile sürmektedir. Cumhuriyetin kamu varlıklarının tümü yağmalanmış, fethe katılanlara dağıtılmıştır. Fethullahçı çetenin yağmadan aldığı payı hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Türkiye’de rejimin ülke içindeki fetihlerine katılan bütün tarikat cemaatler, kamu kadrolarını yağmalamakta, kamu ihalelerinde yağmadan pay almaktadır. Fethe katılan bütün sermaye grupları iktisadi krizde varlıklarını katlamışlardır. Cumhuriyetin ağır aksak yargısı, medyası, parlamentosu, sendikası, barosu, meslek odası fethin konusudur. Fetih ve yağma kol kola gitmektedir.
Erdoğan test etmektedir: “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız müminler asker” dediği günün bir adım bile gerisinde değildir. Fakat minareleri süngüsü, kubbeleri miğferi, camileri kışlası ve müminleri askeri yapacak konumdadır artık; bunu yapma amacını gizlememektedir. Sadece her aşamada karşısındakinin gücünü test etmektedir: İki adım ileri, bir adım geri atarak. Bunu yaptığı her eşik, rejim değişikliğine doğru atılan adımlar olmuştur. Her eşikte test edilen aslında kimlerin cumhuriyeti ne kadar güçle savunacağı, kimlerin fethe ve fethin ödülüne katılacağı oldu. İttifaklar, bunun üzerine bina edildi. Bizzat siyaset de bu çerçeveye sıkıştırıldı. İlhan Cihaner’in CHP Kurultayı’nda, tam yerinde yaptığı konuşma bu nedenle çok önemliydi. Afrin’e atılan bombalara adını yazan birinin divan başkanı olduğu bir kurultayda, CHP’nin, rejim değişikliğinin, fethin her eşiğinde fetihçi ideolojinin karşısına geçmediğini söyledi Cihaner.
CHP’nin Bahçeli’nin önerisi ile bir siyasal İslamcı’yı cumhurbaşkanı adayı göstermesi bir eşikti; dokunulmazlıkların anayasaya aykırı olarak CHP’nin onayı ile kaldırılması bir eşikti, Yenikapı bir eşikti, OHAL bir eşikti, kayyımlar bir eşikti, 2017 plebisiti bir eşikti. Ayasofya bir eşikti; sıkıyorsa aç diyebildi CHP; açtılar. Hem de hiç sıkmadan, göstere göstere cumhuriyetin karşısına geçerek, kılıçla. Bunu yanlış bir siyaset izlemek olarak okumak da mümkün fakat benim yorumum o kılıçtan bizzat CHP’nin de vazgeçememesi, cumhuriyeti o kılıcın hakkından arındırmak istememesi, kuruluşun dayandığı egemenliği hukukun dışında ve üzerinde başka bir dayanaktan yoksun bırakmak istememesi. Bunun nasıl bir felakete yol açtığını her gün gözümüzün önünde olanlarla görüyoruz.
YAĞMALANACAK NE KALDI?
Ayasofya’nın cumhuriyetin bir mekanı olmaktan çıkarılacak biçimde örgütlenen, provasının nasıl yapıldığını Erdoğan’ın memuru Ali Erbaş’ın yavaş adımlarından anladığımız tören fetih ve yağma bakımından da bir eşik. Çünkü deniz bitti. Çünkü fetih tüm hızıyla sürerken yağmadan nemalananların sayısı azalıyor. İktidar daraldıkça zenginleşen ve zenginleştikçe daralan bir yağma katılımcılarının önderi ve koruyucusu haline geldi. Dolayısıyla bu eşiğe çağrılan, Abdülhamit kıyafetleriyle, feslerle, kavuklarla Ayasofya’ya gelen kitleye verilen vaat, onlara vaat edilen ödül bugüne kadar olanlardan farklı. Zaten bunu açık açık söylüyorlar da. Dünya için gerçekliğini bir kenara bırakarak fakat bizim için gerçekliğinin önemini unutmadan söyleyeyim: İktidarın sözcüsü gazetede yapılan çağrının adı Hilafet.
Böyle bir durumda sadece anket yaptırıp Ayasofya fethi AKP’ye oy mu kazandırdı, oy mu kaybettirdi hesaplarına girişmek, iktidarın kendi kendine iktisadi çöküşün altında kalacağını düşünerek yeni bir sağ iktidarın payandalığını yapacak biçimde geleceğe hazırlanmak tuhaf görünüyor.
Halihazırda seçim sonuçlarının tanınmadığı, seçilenlerin görevinden alındığı, görevden alamıyorsa yetkilerinin gasp edildiği bir andayız. Geleceğe ilişkin yapılan seçim hesaplarından önce, cumhuriyet kurumlarının, demokratik prosedürlerin, adil ve demokratik bir seçimin güvence altına alınması gerekir. Aksi yani sadece beklemek, rejimin testlerine sıkıştırılmış siyasete teslim olmaktır.
Bugün tüm gücüyle savunulması gereken kılıçtan arındırılmış fethe değil halkın kuruculuğuna dayanan bir cumhuri düzenin yeni anayasal siyasetidir. Artık herkes için bu eşikteyiz.