John Wilson: Muhafazakar bir liberal?
Wilson’a dair sınırlı çalışmalardan kendisinin siyasi çizgisine dair net bir fikir edinmek zor. Bunun için arşiv malzemesine dayanan daha kapsamlı bir incelemeye gerek var. Burada özellikle 18'inci yüzyılda belirginleşen Tory, Whig ve Jakobit gibi kavramların Fransız Devrimi sonrasında geçirdiği dönüşümü dikkate almak gerekiyor.
Bu hafta ve gelecek yazılarda veba üzerine 19'uncu yüzyıl başında yazılmış iki eseri ele alacağım: John Wilson’ın Veba Şehri (The City of the Plague, 1816) ve bu eserdeki bir sahnenin uyarlaması olan Alexander Puşkin’in Veba Zamanında Bir Şölen’i (Pir Vo Vremya Çumı, 1830). Bu iki eser daha önce ele aldığım romanlardan birkaç açıdan farklı: Defoe, Brown ve Shelley’nin romanlarında kronolojik sıralamaya göre metinlerarası atıflar olduğunu belirtmiştim. Ancak Puşkin’in örneğinde bir uyarlamayla karşı karşıyayız. İkinci fark bu eserlerin şiir biçiminde tiyatro metinleri olmasında yatıyor. Vurgulamak istediğim üçüncü nokta, Wilson (1785-1854) ve Puşkin’in (1799-1837) aynı dönem içinde, ama çok farklı ülkelerde yaşamış olmaları. Wilson, Endüstri Devrimi'ni yaşayan İngiltere’de, giderek daha geniş kesimlere oy hakkının tanındığı ve toprak sahibi aristokrasinin ekonomi üzerindeki etkisinin kırıldığı bir dönemde muhafazakar Torylere yakın bir dergide yazarlık yaptı. Puşkin ise Rusya’da toprak sahibi aristokrasinin serfler üzerindeki baskısının arttığı, tarım üretiminin ön planda olduğu ve mutlakiyetçi idarenin hakim olduğu bir dönemde liberal bir siyaseti savundu. Wilson’ın aksine Puşkin ağır bir sansür ve denetim altındaydı; Avrupa’ya gitmesine rejim tarafından izin verilmediği gibi sürgün cezası nedeniyle uzunca bir zaman yalıtılmış bir hayat sürdü. Bu bağlamda Puşkin’in Wilson’ın eseriyle ve dolayısıyla veba temasıyla kurduğu ilişki ilginç bir karşılaştırma fırsatı sunuyor. Bu yazıda Wilson’ın siyasi yaklaşımını incelemeye çalışacağım.
WILSON VE MUHAFAZAKARLIK
John Wilson hem bir üniversite profesörü hem de bir edebiyat yazarıydı. İlk iki eseri Palmiyeler Adası (The Isle of Palms, 1812) ve Veba Şehri (1816) kısa zamanda başarıya ulaştı. 1817’den itibaren Christopher North müstear ismiyle Blackwood Dergisi’nin (Blackwood’s Magazine) düzenli yazarlarından biri oldu. Glasgow Üniversitesi’nde Adam Smith’in en etkili öğrencilerinden mantık ve hitabet profesörü George Jardine’in öğrencisi olan Wilson, 1820’den itibaren Edinburgh Üniversitesi’nde ahlak felsefesi profesörü olarak görev yaptı. Smith’in zamanında olduğu gibi ekonomi politik bu bilim dalı içinde öğretiliyordu. Foucault’nun veba ve ekonomi politik arasında kurduğu ilişkiyi göz önünde tuttuğumuzda bir ekonomi politik profesörünün eseri olarak Veba Şehri ayrı bir önem kazanıyor.
Parlak kariyerine rağmen Wilson’ın günümüz İngilizce edebiyatta veya ekonomi politik düşüncesinde büyük bir iz bıraktığını söylemek mümkün değil. Wilson’ın yayımlanmamış şiirleri üzerine bir yüksek lisans tezi yazan Philip Dundas, Oxford Ünivesitesi Yayınları’nın İngiliz Edebiyatı El Kitabı’nda ya da Romatik Dönem El Kitabı’nda Wilson’a dair çok az detay verildiğinden bahsediyor ve yazarın siyasi ve edebi karakterine dair revizyonist bir tarihyazımına girişiyor (1). Wilson’ın Edinburgh Üniversitesi’nde profesör olarak atanmasının ardından bu atamanın yazarın ekonomi politik konusundaki uzmanlığından değil de muhafazakar Tory ilkelerini savunmasından kaynaklandığını ileri süren eleştiriler dile getirilmişti. Bu eleştirileri hem üniversite içindeki çekişmeler hem de Wilson’ın yazarlığını yaptığı Tory çizgisindeki Blackwood Dergisi ve Whig çizgisindeki Edinburgh Dergisi arasındaki rekabet bağlamında değerlendirmeli. Dundas, hem 35 yıl üniversitede ekonomi politik dersleri veren Wilson’ın bu konudaki uzmanlığının sorgulanmasını makul bulmuyor, hem de Blackwood Dergisi’ne yazmasının onun muhafazakarlığına delil oluşturmadığını öne sürüyor. Dundas’a göre Wilson edebi görüşlerinin siyasi sonuçlarıyla ilgilenmiyordu ve Blackwood’da yazarlık kendisine piyasada bir fırsat sunuyordu. Dolayısıyla Wilson “anti-Jakoben Realpolitik’ten ziyade Jakobitizm’e ve Whig liberalizmine” yakındı. Peki bu kavramlar 19'uncu yüzyılın başında ne ifade ediyordu?
TORYLER VE WHIGLER
Wilson’a dair sınırlı çalışmalardan kendisinin siyasi çizgisine dair net bir fikir edinmek zor. Bunun için arşiv malzemesine dayanan daha kapsamlı bir incelemeye gerek var. Burada özellikle 18'inci yüzyılda belirginleşen Tory, Whig ve Jakobit gibi kavramların Fransız Devrimi sonrasında geçirdiği dönüşümü dikkate almak gerekiyor. İngiliz siyasi tarihine ilişkin bu kavramları kısaca ele alalım.
Tory kelimesi parlamento ve kral I. Charles arasındaki Britanya İç Savaşı’nda (1639-1651) kralın yanında savaşanları tarif etmek için kullanılan küçümseyici bir terim olarak çıktı. Parlamento güçlerinin generali Oliver Cromwell’e karşı İrlanda’da savaşan gerillalar İrlandaca eşkıya anlamına gelen bu kelimeyle tanımlandı. Whig kelimesi ise İskoçça sığır sürücüsü anlamına geliyor. İç savaş sırasında Whig kelimesi kralın atadığı piskoposlara dayanan Episkopal Kilise’ye karşı, cemaat üyelerinin idare ettiği Presbiteryen Kilise’yi destekleyenleri tarif ediyordu. Her iki terim de Restorasyon döneminde II. Charles’ın kardeşi II. James’i varis olarak tayin etme mücadelesinde beliren siyasi partiler için kullanılmaya başlandı. II. James Katolik olduğu için, son Katolik hükümdar olan kraliçe Mary’nin Protestan katliamının hafızası ve Katoliklerin mutlakiyetçi Fransa kralı XIV.Louis’yle kurduğu ittifak İngiltere’de ciddi bir muhalefete neden olmuştu. Bu mücadelede kralın ilahi haklarını savunanlar Toryler, parlamentonun iktidarı paylaştığı anayasal monarşiyi savunanlar Whigler olarak belirdi.
İngiliz siyasal sisteminin yapı taşlarını oluşturan Tory ve Whig kelimelerinin İrlandaca ve İskoçça’dan türemesi muhtemelen her iki terimin de siyasi hasımlar tarafından yakıştırılmasıyla ilgili olsa gerek. Ancak zaman içinde terimler bu partilerin destekçileri tarafından da benimsendi. Bugün Tory muhafazakarlar, Whig liberaller için kullanılsa da her iki terimin de 17'inci yüzyıldan 21'inci yüzyıla çok ciddi dönüşümler geçirdiğini akıldan çıkarmamak lazım. Wilson’ın siyasi görüşlerini yorumlayabilmek için bu terimlerin 19'uncu yüzyıldaki anlamları üzerine düşünmek gerekiyor. Buna girişmeden evvel Dundas’ın Wilson’ı tanımlamak için başvurduğu diğer bir kavram olan Jakobitizmi ele almalıyız.
JAKOBİTİZM
Jakobitler, İngiltere’deki 1688 Devrimi’yle tahttan uzaklaştırılan II. James’in ve kendisiyle aynı adı taşıyan oğlu James’in hükümdarlık haklarını savundular (2). Devrimden sonra tahta önce kızı Mary ve eşi William, ardından da diğer kızı Anne geçti. Anne’in tek varisi olan oğlunun 1700’de ölmesiyle beraber (tıpkı 1603’te I. Elizabeth’in ölmesinden sonra olduğu gibi) bir hanedan değişikliği kaçınılmaz hale gelmişti. Yüzyılı aşkın bir süredir İngiltere tahtında oturan İskoç hanedanı Stuartlar döneminde İskoçya ve İngiltere aynı hükümdar tarafından yönetilmekteydi. Stuartlardan sonra bu birliğin devam edip etmeyeceği kuşkuluydu. Nitekim hanedana bağlılık artık sürgündeki Katolik prens James’e bağlılık anlamına gelmekteydi.
1714’te Anne’in ölümü üzerine tahta miras sırasında elli birinci varis olan Hannover dükü Georg Ludwig geçti. Tek özelliği Protestanlığı olan Georg İngiltere’ye vardığında birkaç kelime dışında İngilizce konuşamıyordu. Bu ortamda Jakobitler uygun bir fırsat yakaladıklarını düşünerek ayaklandılar. James, 1715’te XIV. Louis’nin himayesinde İskoçya’ya geldi ve hükümdarlığını ilan etti, ancak yenildi. 1745’te bir kez daha ayaklanan Jakobitler son defa yenilecekti. Bu tarihten sonra Jakobitizm 19'uncu yüzyıl Romantiklerinin elinde tekrar yeşerecek kültürel bir akıma dönüştü.
17-19'UNCU YÜZYILLAR ARASINDA İDEOLOJİK DEĞİŞİMLER
Yenilgiye uğramış bir hanedan taraftarlığının hakim bir kültürel bir akıma dönüşümünü nasıl açıklamadı? Katolik James’i destekleyenlerin çoğunluğu Protestandı. Bu anlamda 18'inci yüzyıl boyunca Jakobitizmi hanedan prensibine dayanan ve modern ideolojik ayrımları kesen bir akım olarak görmek gerekir. 18'inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hükümetteki Whiglere muhalif Whigler de, Toryler de Jakobitizmde meşru bir zemin buldular. Bu tarihten sonra Avrupa’daki hanedan ve din savaşları sona erdi. Aydınlanma hem Katolik hem Protestan cephesinde karşı dine yönelik hoşgörüyü besledi. Britanya elitleri de bu ortamda dini hoşgörüyü benimserken Avrupa’daki ittifaklarla bağlantılı hanedan meseleleri önemsizleşti, Tory ve Whig arasındaki ayrımlar silikleşti. 1770'lerde Amerika’daki Whig yerleşimcilerin ayaklanması Tory fikirlerini daha makbul hale getirirken, Whigler Katolik karşıtlığından uzaklaşmaya başladılar. Fransız Devrimi’nin de etkisiyle İskoç Jakobitizmi (başlangıçta muhalefet ettiği) Hannover hanedanını ve İngiliz-İskoç birliğini meşrulaştıran bir gelenek inşasının parçası haline geldi (3).
İSKOÇ AYDINLANMASI
Tarihçi Colin Kidd, İskoç Aydınlanmasının önde gelen temsilcilerinden David Hume’un bu dönüşüm sürecinin merkezindeki entelektüel figür olduğunu ileri sürüyor. Wilson üzerine tartışmalarda ortaya çıkan belirsizlik Hume için de geçerli: Acaba Hume’u bir Tory olarak mı, kuşkucu bir Whig olarak mı, yoksa tarafsız bir siyasi gözlemci olarak mı tanımlamalıyız? Görüşlerinin Whiglere, yazdıklarının Torylere yakın olduğunu söyleyen Hume, bugünkü siyasal dönüşümü anlamak için anahtar olabilecek bir yorum geliştiriyor:
“Gerçek bir farklılık üzerinden ortaya çıkan partilerin bu farklılık kaybolduktan sonra da devam etmeleri kadar olağandışı bir şey yoktur. İnsanlar bir kere karşı gruplara dahil olduktan sonra ittifak ettikleri insanlara karşı bir yakınlık, karşı gruba da bir düşmanlık beslemeye başlarlar. Sıkça bu tutkuları gelecek kuşaklara miras bırakırlar.”(4)
Hume’un bu gözlemi siyasi alanın ideolojik alandan görece özerk olduğuna dair bir önermeyi dile getirmesi açısından günümüz için de anlamlı. Ancak İskoçya’daki parti kutuplaşmasının İngiltere’dekinden daha zayıf olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Başka bir İskoç düşünürü Adam Smith’in vurguladığı gibi:
“Tek bir hükümet altında birleşmiş bütün büyük ülkelerde parti ruhu vilayetlerde imparatorluğun merkezinden daha zayıftır… Parti ruhu İskoçya’da İngiltere’den daha zayıftır”. (5)
NEO-JAKOBİTİZM
Jakobitizmden farklı bir Tory geleneğinin olmadığı İskoçya’da, 18'inci yüzyıl sonu, 19'uncu yüzyıl başında Jakobit tezler geleneksel Whiglerin dini taassubunu ve aristokratik ideolojilerini eleştiren yeni kuşak Whigler tarafından da benimsendi. İskoç Aydınlamacıları soyluların gücünü kısıtlayan mutlak bir monarşiyi özgürlüğe giden yolda bir adım olarak görüyordu. Fransız Devrimi ise hem Katolikler, Protestanlar, Toryler, Whigler, Jakobitlerin hepsini devrimci cumhuriyet ideolojisi karşısında birleştirdi, hem de Britanya siyasetinde yeniden bir ideolojik kutuplaşma yarattı.
Kidd’in vurguladığı gibi, Sir Walter Scott (1771-1832) monarşiyi savunmak için İskoç Whig Aydınlamacılarının sosyolojik düşüncelerine Jakobit mitolojisini giydirerek yeni bir Tory kimliği tanımladı. Böylece Romantizm döneminde Jakobit gelenek halkı feodal beylerin tiranlığından koruyan bir kurum olarak modern monarşiyi tahkim eden bir ideoloji olarak belirdi. Bu siyasi tarih Wilson’ın siyasi tavrını açıklamaya bir ölçüde yardımcı oluyor. Ancak edebi eserlerini yorumlamak için Endüstri Devrimi’nin yazarlık ve dergiciliği nasıl değiştirdiğini de tartışmalıyız; yani sosyal tarihe başvurmalıyız.
(1) Philip Dundas, John Wilson: The Margaret Poems, University of Glasgow, Department of English Literature, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, 2005.
(2) Jacobus Latince’de Jacob, James ve Jack (Fransızca’da Jacques) isimlerini karşılıyor. Fransız Devrimi’ndeki Jakoben Kulübü, adını grubun toplantılarını yaptığı Dominiken manastırının adresi olan Saint-Jacques Sokağı’ndan alır. Yani, Jacobus adı bir yüzyıl arayla gerçekleşen iki devrimin ilkinde devrilen hükümdar yanlılarına, ikincisinde de kralı deviren devrimcilere isim babası olmuştur.
(3) Colin Kidd, “The Rehabilitation of Scottish Jacobitism”, The Scottish Historical Review, Cilt 77, Sayı 203, Nisan 1998, ss.58-76.
(4) Aktaran Kidd, “The Rehabilitation”, s.65.
(5) Aktaran Kidd, “The Rehabilitation”, s.63, dipnot 27.