Savaş ve ahlak!
Yönetmenliğini Aaron Schneider'in, senaristliğini ve yapımcılığını Tom Hanks'in yaptığı Amerika Birleşik Devletleri yapımı savaş filmi "Greyhound", 10 Temmuz’da Apple TV+'ta izleyici ile buluştu. “Greyhound”un, kapana kısılma hissini seyirciye geçirmeye başaran aksiyon kurgusuyla kendisini izlettirdiğini ve fakat türün akılda kalıcı örneklerinden birisi olmaktan hayli uzak olduğunu söyleyelim.
C.S. Forester’ın The Good Shepherd adlı romanından “Greyhound” adıyla Tom Hanks tarafından senaryoya aktarılan film, gösterim öncesinde estirdiği havayı kaybetmişe benziyor. Görüntü yönetmenliğinden gelen, 2003’te çektiği “Two Soliers” ile kısa film kategorisinde Oscar kazanan Aaron Schneider’in yönettiği filmin çekim aşamasına dair çıkan haberler hayli heyecan yaratmıştı çünkü. Haziran ayında vizyona girmesi planlanan yapımın kaderi, salgının tüm dünyada sinema salonlarının kapanmasına neden olmasıyla belirsizliğe sürüklenmişti.
Bu belirsizlikte filmi satın alan Apple TV+ 10 Temmuz’da seyirciyle buluşturdu. Aradan üç hafta geçmiş olmasına rağmen filmin ciddi bir etki yarattığını, üzerine çokça yazılıp çizildiğini söylemek zor. Film, 1942 yılının ilk aylarında ABD’den İngiltere’ye çeşitli teçhizat ve insan taşıyan gemileri koruyan Greyhound adlı bir gemide geçiyor. Özellikle savaşın kızışmaya başladığı 1941 yılından sonra ABD ile müttefikler arasındaki bağlantıyı sağlayan bu yola çıkan gemiler Nazi denizaltılarının saldırılarına hedef oluyor. Filmin sonunda verilen rakamlardan savaş boyunca 3500 geminin batırıldığını ve 70 binden fazla insanın öldüğünü öğreniyoruz. Bu hattaki ticaret gemilerini korumak için ABD’nin savaş gemileri bu konvoylara eşlik ediyor. Özellikle de “Kara Çukur” olarak anılan bölgede. Bu bölge ABD’den havalanan uçakların menzilinin bitip, İngiltere’den gelenlerin başladığı bölge arasındaki korunmasız alanı tanımlıyor. Bu aralıkta hava korumasından mahrum olan gemiler, gelişmiş Nazi denizaltıları saldırılarına karşı hayli zor zamanlar yaşıyorlar.
İşte Tom Hanks’in canlandırdığı Ernest Krause, bu gemilerin lideri Greyhound’un kaptanıdır. Film, Krause’nin âşık olduğu kadınla konuştuğu bir sahne ile açılıyor ve böylece bir Hollywood filminin içinde olduğumuz gerçeğini açık açık yüzümüze söylüyor. Nihayetinde artık ana karakterimizin geri dönmek için çok güçlü bir motivasyonu olduğunu biliyoruz. Her ne olursa olsun sevdiği kadını üzmemek için geriye dönmek isteyen bir adamı takip edeceğiz artık. Filmin bundan sonrası, izlerken “keşke perdede görebilseydik” dedirtecek türden bir aksiyon içeriyor açıkçası. Ve tatmin edici olduğunu da söylemek gerekiyor. Greyhound personeli dışında kimsenin kadraja girmediği, düşmanın neler yapabileceğinin belirsiz, dostların desteğinin çok uzakta olduğu bir tür gerilim inşa ediliyor. Nazi denizaltılarının ‘kurt’ olarak tanımlanması, müttefik konvoyuna ‘sürü’ halinde saldırmaları gibi göndermeler bir yana, deniz savaşı sahneleri gerçekten etkileyici. Bunda yönetmen Aaron Schneider’ın görüntü yönetmenliğinden geliyor olmasının etkisi büyük kuşkusuz.
Bunun dışında filmin ‘savaş’ meselesine bakışının ana akım Amerikan sinemasından farklı olduğuna dair bir emare bulmak zor. Zaten Tom Hanks’in personasının ana akım Amerikan sinemasının yüzü olarak sayılabileceği düşünüldüğünde bunda şaşılacak bir durum yok. Bu sinema Amerika’nın savaştaki en önemli silahının ‘ahlaki üstünlüğü’ olduğu tezine dayandırır hikayesini. “Er Ryan’ı Kurtarmak”taki görev askeri değil, tamamen ahlakidir örneğin. “Schindler’in Listesi”nin Nazi karakteri bile sonunda doğru bir ahlaki tercih yaptığı için olumlu kahramana dönüşür. “Pearl Harbor”da Japonların bu baskını yapmalarından çok yapma biçimlerinin ahlaksızlığı ön plandadır. “Furry”nin komutanı kendisini feda etmesi gerektiğinde bir an bile tereddüt etmez.
Yine benzer şekilde, bu sinemanın savaşa karşı gibi görünen yapımları da meseleyi ‘ahlaki bozulma’ ekseninde alır. Ağırlıklı olarak Vietnam Savaşı filmlerinde gördüğümüz bu tema, sonraki yıllarda Irak’a dair yapımlarda da karşımıza çıkmıştı. Örneğin, “The Deer Hunter” ve “Platoon”un ahlaki pusulasını kaybetmiş karakterleri yüzünden ABD kötü durumda kalmıştır. Evet, savaş ‘ahlakı çökertir’ ama ahlaklı karakterlerle, her şeye rağmen korunabileceğinin altı çizilir.
“Greyhound”ta da Kaptan Krause’nin batmakta olan bir gemiden suya atlayan mürettebatı kurtarmak ile başka bir geminin yardımına koşmak arasında kaldığında yaptığı ahlaki seçim ‘iyi ve kötünün’ çizgisini belirler. İzlemeyenler için spoiler vermeyelim. Ama “Greyhound”un kapana kısılma hissini seyirciye geçirmeye başaran aksiyon kurgusuyla kendisini izlettirdiğini ve fakat türün akılda kalıcı örneklerinden birisi olmaktan hayli uzak olduğunu söyleyerek bitirelim.