YAZARLAR

Demokrasi derken elden giden cumhuriyet

Dönmez’in çıkışı, 2010’da Tunus’da kendini ateşe veren işportacınınkiyle (Muhammet Buazizi), yahut 2001 krizinde başbakanlık önünde yazar kasa atan esnafınkiyle (Ahmet Çakmak) siyaseten eşdeğer. Sözkonusu eylem, içinde bulunduğumuz cendereyi de, oradan çıkışın yolunu da “beş soruna on üç çözüm, on üç çözümü açıklayan beyanname” ile yan yana konulduğunda, çok daha anlaşılır biçimde hepimizin gözünün önüne seriyor.

Gisele Halimi bir avukat. Aslen Tunuslu, sonradan Fransa vatandaşı. Annesi Sefarad Yahudisi, babası Berberi. Fransa’da feminizmin erken dönem sancaktarlarından, sömürgecilik karşıtı ve hem Tunus hem Cezayir’in bağımsızlık mücadelelerinin destekçisi; insanlığa katkıları, cüreti ve cesareti anlatmakla bitmeyecek bir kadın. Uzun ve güzel yaşadı, geçtiğimiz günlerde 93 yaşında rahmetli oldu. Meşhur hikâyede, dönemin Cumhurbaşkanı De Gaulle, Halimi’ye “hanımefendi (“madame”) mi, hanımkızım (“mademoiselle”) diye mi hitap edeyim?” diye sorar. Halimi, “avukat (“maître”-yerleşik hitap şekli: “üstad”) demeniz yeterli” yanıtını verir.

Günümüz Fransa’sında Cumhurbaşkanı Macron’un belediye başkanlıklarını kaptırınca vali atamalarına abandığı aktarılıyor, iki ülkeyi bilenlerin “kayyım” esprileri eşliğinde. Ama konumuz farklı. Yarı-başkanlıkla yönetilen Fransa’da “oyun” benzer olabilir ama “saha ve zemin” bambaşka. Bizim de gereksinim duyduğumuz “oyun” üzerinde uzlaşmak yani “demokrasi ittifakı” değil, “saha ve zemin” konusunda yani “yeni cumhuriyet için birlik” kurmak diye tutturmam bundandır.

Zamanında eski Fransa’da, yeni Fransa’nın temellerini atan De Gaulle’ün deyim yerindeyse pantolonunu usturuplu biçimde indiren Halimi gibi, ona kimlik sorulmasının yasal dayanağını sorgulama cüreti (!) gösteren Hatay Barosu Başkanı Ekrem Dönmez de avukat. Meslektaşı genel yayın yönetmenimiz Ali Topuz’un bu sütunlardaki yazısı olayın vahametini tüm çıplaklığıyla açıklıyor. İleride belki bugün Halimi’nin erdemi önünde saygıyla eğildiğimiz gibi, Dönmez’in de muhayyel heykelini zihinlerimize dikeriz. Çok beklemeden, acaba CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Dönmez’i yanına alıp bir basın toplantısı düzenlemeyi düşünür mü? Yoksa bu önerim, buradan istenmese de paylaştığım diğer önerilerim gibi “oyuna gelmek” mi sayılır, bilemem.

Bizim yerli ve milli dögollar ise, temel atmak ne kelime, eldeki hayratı da viran etmekle meşguller. Franco ile Atatürk’ün, Hagi ile Emre’nin aynı kefede değerlendirilemeyeceği gibi. Nitekim yaptığı açıklamada, “Bizim ‘polis devleti’ mi yoksa ‘hukuk devleti’ mi olduğumuza karar vermemiz gerekiyor. Her istenmeyenin bastırıldığı, baskılandığı bir süreçten geçiyoruz.” diyor Dönmez. Gözaltı görüntülerini paylaştığı Hatay İl Emniyet Müdürü ona Baro Başkanı olduğunu belirtmesinin yeterli olduğu ve görüntüleri onunla paylaşmasından ötürü “utanç duyduğu” yanıtını vermiş. Ali Topuz’un aynı konudaki ikinci yazısının başlığı da “ciğeri kediye, demokrasiyi polise emanet edeceksin” idi.

Dönmez’in çıkışı, 2010’da Tunus’da kendini ateşe veren işportacınınkiyle (Muhammet Buazizi), yahut 2001 krizinde başbakanlık önünde yazar kasa atan esnafınkiyle (Ahmet Çakmak) siyaseten eşdeğer. Sözkonusu eylem, içinde bulunduğumuz cendereyi de, oradan çıkışın yolunu da “beş soruna on üç çözüm, on üç çözümü açıklayan beyanname” ile yan yana konulduğunda, çok daha anlaşılır biçimde hepimizin gözünün önüne seriyor. Hemen kendimizi tokatlayalım: CHP’yi dışlayan demokrasi mücadelesi olmaz. Kemal Bey’in işi çok zor, Akşener’i idare ederken, HDP seçmenini hoş tutmaya çabalıyor. Partiden ayrılıp öz-CHP’yi yahut CHP’nin İYİP’ini kuracak olan Muharrem İnce de cabası.

Önce yeni anayasa, sonra parlamenter sistem, nihayet Kürt sorununun mecliste çözülmesi. İki müjde peş peşe: Cumhuriyetin kurucu partisi Kürt sorunun varlığını tescil etti ve yeni bir Kürt Raporu için ilgili, bilgili, deneyimli, birikimli kişilerle henüz ayrıntılarına vakıf olamadığımız toplantılara başladı. İYİP Genel Başkanı Akşener daha net: HDP’yi PKK’nin uzantısı olarak gördüklerini defalarca vurguladı. HDP’nin ana gövde seçmeni de net: Her gün kayyımlarla yaşıyor, “Dönmez gözaltısı x 10” uygulamaları günbegün deneyimliyor. HDP Eş Genel Başkanı Sancar’ın demokrasi ittifakı çağrısını da duyan, duymak isteyen olmadı. Babacan ve Davutoğlu’nun Ayasofya desteği, Karamollaoğlu’nun İstanbul Sözleşmesi tutumu da ortada. Bu duruma Amerikalılar “ölü atı kırbaçlamak” diyor galiba, yerlicesi “ölme eşşeğim ölme” sanırım.

O esnada, ileri demokrasi coşkusu sıcak ve nemli bir yaz günü apansız patlayan lağım misali burun direklerini sızlatır tarzda buram buram yaşanırken, profesör lakâplı DİB Erbaş devlet memurluğunun tüm haşmetiyle bayram namazına da sünnet çocuğu gibi elde tören kılıcı çıktı. Özetle “ders almam, ders veririm” dedi hepimize. Maslak’taki devasa MİT karargâhı açılışında Sayın Cumhurbaşkanımız, sağolsunlar, biz tebasıyla II.Abdülhamit’in ve o arada jurnalciliğin faziletlerini paylaşmayı ihmal etmedi. Sözcüsü Kalın, o da profesör, modernleşme adı altında bize başkalarının öyküleri mi anlatılmış neymiş, şimdi kendi akortsuz türkümüzü çığıracakmışız milletçe, o istikamette görüş beyan etti. Hani “olurlarıyla” yasaya aykırı biçimde ilçeler toptan kapatılıp, seri kimlik kontrolleriyle vatandaşın huzuru tesis edilen Sayın İçişleri Bakanı da durur mu, Pervari’den ses verdi: Görecekmişiz, hiçbirimizin ummadığı gelişmeler Türkiye'de yaşanacakmış. Ona ne şüphe!

Fakat bilin bakalım ne yok? Uğur Gürses yine yazdı, kasa tamtakır. AB’de Covid-19 dolayısıyla rekor küçülme yüzde 12’nin üzerinde, aksi gibi turist de göndermiyor. Sefere kalktık, Libya’da öyle açıkladık, affedersiniz petrole çökecektik, heyhat Suriye’de olduğu gibi nüfus bizde, kuyular rakip takımlarda kaldı. Kuzeydoğu Suriye’nin petrolünü çıkarmak için ABD’nin DeltaCrescent şirketiyle (Crescent Petroleum ile ilgisi yok, Gulfsands ile var) anlaşma yapılmış, meğer Ankara’nın da sessiz rızası devşirilmiş. Hani Fransız Courbet Libya’ya giden konvoyun arasında slalom yaptıydı, sonra Fransa’yı masada madara ettikti ama o gün, bugün denizden lojistik destek kesildi. İşe bakın, ABD’nin Eisenhower uçak gemisi de beraberindeki görev gücüyle bizim NAVTEX ilan ettiğimiz manevra alanına geldi, biz de müzakereye kapı açıp, yüce gönüllülükle sondaj faaliyetine ara verdik, yetmedi ABD ile ortak tatbikata başladık. Putin’le telefonda yapılan turist ve domates pazarlıkları neticesinde de Suriye’de frene bastık.

Çok uzun zaman önce sadık amadeniz devlet hizmetinde Kürt ellerinde görev yaparken Ankara’dan o işlerle ilgili bir genel müdür büyükelçimiz teşrif buyurmuşlardı Erbil’i. Havaalanından otele giderken ilk sorusu “burada Arapça mı konuşuluyor?” olmuştu. Ben utangaç tavırla izahata girişince, sözümü kesip, “bunları senin ofise gidince konuşuruz” yanıtı almıştım. Bilahare benim odamda bir saate yakın anlattım durumu ve bir yandan izlenen güvenlikçi politikaların o dönemki açılımcı siyasal iradeyle yarattığı çelişkiyi. “Bitti mi?” diye sordu önce, sonra bir süre düşünür gibi sessiz kaldı. Neden sonra “anladım ki bizim hiç karışmamamız gereken işler bunlar” dedi. Varsayalım yarın, bilemediniz öbür gün, velev ki 2023’te berceste muhalefetin bir güzide adayı ol başkanlık tahtına oturanda, koltuğunun altında MİT, TSK, EGM, idare reformu ve anadilde eğitim gibi Kürt dosyalarıyla devletlû haşmetmaapa arza girecek bir memur sunumunun ardından sizce farklı bir yanıt alır mı?

“Yok sanmam, almaz vallahi” diyorsanız, demokrasi ittifakınız hayırlı olsun: Mavi Vatan’da, siber vatanda, dağda ve bayırda beka mücadelesine devam. Bana gelince, modernleşme bünyeye yabancı, Batı’dan ithalmiş ya, getirin İspanya, Fransa, Britanya, Almanya, İtalya her neyse Türkiye’yle karşılaştırılabilir cesamette gerçekten demokratik herhangi bir büyük ülkenin sistemini. Ama bütünüyle; eğitim, yönetim, hukuk, hak ve özgürlükler şu bu: O’cu olacağım söz, elimde o ülkenin adı yazılı bir pankartla sizleri vapur çıkışında Kadıköy rıhtımında çiçeklerle karşılayacağım, aha da buraya yazıyorum. Bir de dipnot: Demokrasiye geçiş mücadelelerinde, karizmatik, toplumu ardından sürükleyen liderliğin de önemi büyükmüş, nedense aklıma geldi. Örnekse Cumhurbaşkanı De Gaulle, 3 Temmuz 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını tanırken, “küçülttüğü” Fransa’ya şanını, büyüklüğünü anlatabilen bir liderdi. Şansölye Brandt 7 Aralık 1970’de Varşova’da Yahudi Gettosu Kahramanları Anıtı önünde diz çökerek, kendini küçültürken, Almanya’yı büyüten, yine Almanya yapan, yeni Almanya’nın temel taşını koyabilen bir liderdi.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.