Gülsün Karamustafa: Geçiş dönemini pek hatırlayan yok
Gülsün Karamustafa, kariyerini özetleyen 30’u aşkın eseriyle İspanya’nın Valencia Modern Sanat Enstitüsü’nde. Ülkedeki ilk büyük sergisiyle boy gösteren sanatçı, “O günlerde etrafımda olup bitene bakarak, zamanın notunu tutmuş olmaktan memnunum. Hele bu dönem, işlerim paylaşılıp hatırlamaya sebep oldukça, bundan daha da memnun oluyorum,” diyor.
Gülsün Karamustafa’nın kariyerinden seçme yapıtlar, 23 Temmuz ve 18 Ekim 2020 tarihleri arasında İspanya’daki Valencia Modern Sanat Enstitüsü’nde küratör Jose Miguel G.Cortes’in imzasıyla izlenmeye başladı. Sergide, sanatçının ‘Hapishane Resimleri’nden (1972) Mistik Nakliyat’a (1992), Erkek Ağlamaları’ndan (2001) Fragmanları Fragmanlamak’a (1999), Bir Meydanın Hafızası (2015) ve oradan Vadedilmiş Resimler’e (2004) uzanan 30’un üzerinde farklı teknikteki yapıtını bir araya taşıyor. Özgürlükler, kadın hakları, arabesk, ‘kitsch’ olgusu, ekonomik durgunluk, popüler kültür ve toplumsal-bireysel hafıza arasındaki gerilimli ilişki gibi birçok konuyu yapıtlarına aşılayan sanatçının sergisi, Bürosarıgedik katkılarıyla İspanya’da boy gösteriyor. ‘Geçiş dönemini pek hatırlayan yok,’ diyen Karamustafa, sorularımıza yanıt verdi...
Sergi küratörü Jose Miguel G. Cortes'in kariyerinize ve temsil ettiği geçmiş ve gelecek Türkiye'ye bakışını siz nasıl karşıladınız?
Sergi küratörü, aynı zamanda IVAM - Institut d’Art Valencia’nın yöneticisi Jose Miguel G. Cortes’le ilk kez 2017’de yazıştık. O tarihte Küratör Hou Hanru Roma MAXXI’de “Please Come Back, World as a Prison” adlı sergiyi açmıştı ve bu sergi daha sonra Valencia IVAMda yer alacaktı. Bana ait “Hapisane Resimleri”nden 15 tanesi bu sergide yer alıyordu. Ne yazık ki bahtsız bir zamana rastladı. Birlikte çalıştığım galeri kapandığı için envanterle ilgili bir gereklilik yüzünden resimlerin Roma’dan geri dönmesi gerekti. Bu durumu belirterek serginin devamına katılamayacağımı kendisine açıkladık. Resimler İstanbul’a döndü. Fakat daha sonra, Jose Miguel G. Cortes yeni bir düzenleme gerçekleştirdi ve resimler yeniden İstanbul’dan Valencia’ya doğru yola çıktı ve serginin devamına yetişti.
Jose Miguel G. Cortes “Hapisane Resimleri”ni IVAMın koleksiyonuna dahil etmek istiyordu ama o sırada bu 15 resim, Tate Modern’in yeni alımlar listesine girmişti ve bu isteği gerçekleşmedi. Buna rağmen farklı bir seriden iki tane aynı konuda resmi müze koleksiyonuna dahil etti. En çok istediği, benim işlerimle Valencia’da geniş kapsamlı kişisel bir sergi açmaktı. Uygun koşulları oluşturmak zaman aldı ve sergi için 2020’nin Haziran ayı belirlendi.
2020 Şubat’ından bu yana korona virüsü dehşeti ile yaşadığımız günler hepimiz için malûm. Bunun arasında IVAM’ın ısrarını sürdürerek bu sergiyi açma kararlılığını heyecan ve saygıyla izledim. Bir ay gecikmeyle ülkelerin içinde bulunduğu pandemi koşullarına rağmen eksiksiz bir araya getirmiş bir sergi görmek çok etkileyici. Burada İstanbul kanadında bu serginin meydana gelebilmesi için yine olağanüstü çaba gösteren Bürosarıgedik’i kutluyorum. İçinde çalıştığımız şartları değerlendirmeyi de sizlere bırakıyorum.
Benim için işlerimle ilgili bütün yeni yorumlar, bütün değişik bakış açıları değerli. 90'lı yılların başından bugüne, yapıtlarım çeşitli bağlamlarda farklı yorumlarla gösterildi, yeni yaklaşımlar onların tekrar düşünülmesine yol açtı. İlk kez büyük bir sergiyle buluşacağım İspanya’dan gelecek izlenimler bende merak uyandırıyor. Şunu da eklemem gerekir: Elbette korona virüsü yüzünden yolculuk yapamadım ve sergiyi görmem ne yazık ki mümkün olmayacak gibi görünüyor.
Sergi, kadına yönelik şiddetten ataerkil toplum yapısına, oradan ekonomik krize, ya da kitsch unsurundan kutsal ve gündelik olanın çarpışmasına kadar, neredeyse 'tükenmez' bir kaynak olarak bugün de ilgiyi üzerinde topluyor. İşlediğiniz meselelere, Akdeniz ülkelerinde ortak sıkıntı kaynakları olarak bakmanız ne ölçüde söz konusu olabilir?
Sergideki işlerimin tarihleri çok geniş bir zaman dilimine yayılıyor ve 90’lı yılların başından başlıyor. Son olarak 2019'da Atina'da açtığım sergiden işler de aynı alanda yer alıyor. Akdeniz deyince birden sergi alanında yer alan işlerin ne kadarının çeşitli gösterimlerinin Akdeniz ülkelerinde olduğunu düşündüm. Beyrut, Kahire, Tunus, Kudüs, Kıbrıs, Valencia, Genova, Atina bunların arasında. Bu izdüşümünde solumuş, çalışmış olmak, kabul görmüş olmak, elbette bu meselelerle bir İstanbul’lu olarak her zaman birlikte olmaktan, içli dışlı olmaktan kaynaklanıyor.
Türkiye son günlerde, İstanbul Sözleşmesi'nden Ayasofya konusuna, LGBTİ+ bireylere yönelik şiddetten giderek artan göç ve ekonomik krize bir çok konuyla boğuşuyor. Bu açıdan, sergide de yer alan 'Arabesque I', 'Anne, Kızı ve Onun Kızı' , 'Bir Doğum, Üç Kız Evlat', 'Güllerim Tahayyüllerim', 'Banker Kastelli Bize Ne Yaptın?', 'Kitsch için bir anıt' gibi eserleri nasıl yorumlayabiliriz?
Sözünü ettiğin işler köyden kente göçün hızla yükseldiği 80’li yılların ortasında gerçekleştirilmişti. O yıllarda bir şaşkınlık yaşanıyordu. Göçün yarattığı yeni kırma kültür hem göçen hem de onu şehirde karşılayan tarafından yadırganıyordu ama süreç uzun sürmeyecekti. Oysa şimdi her şey yerli yerine oturdu. Geçiş dönemini pek hatırlayan yok, çünkü arada yeni bir nesil yetişti ve zamanın hızı içinde geçmişi düşünmeye pek yer kalmadı. O günlerde etrafımda olup bitene bakarak, zamanın notunu tutmuş olmaktan memnunum. Hele bu dönem işlerim, paylaşılıp hatırlamaya sebep oldukça bundan daha da memnun oluyorum.
Müzelerin ve bir çok sergi alanının geleceğini yeniden düşündüren bu süreç, sizi ne yönden etkiledi? Kamusal alan, dijital sanat alanları ve giderek elektronik hale gelen sanat mekânları ve okullarına karşı mesafe aldınız mı?
Korona günleri bizde önce panik yarattı ama daha sonra biçok şey öğrenmemize sebep oldu. İlk günler ne yapacağımızı bilemedik. Bana yöneltilen “Pandemi ile ilgili küçük bir video yap sitemizde yayınlayalım veya ‘zoom’ ile söyleşi yapalım içinde bulunduğumuz durum ile fikirlerini söyle,’ şeklindeki yaklaşımlara tepki gösterdim, ama simdi düşündüğümde bunların anormal bir duruma alışma deneyimleri olduğunu anladım. Artık alışıyoruz.
Sükûnetle yeni yöntemler bulacağız. Daha fazla elektronik hale de geleceğiz çünkü önümüzü göremiyoruz. İnsan her zaman bulunduğu ortama göre şekil değiştirir ve uyum sağlamak için yeni yöntemler bulur. Bundan sonraki zamanı, gerçekten merak ediyorum.
Kariyerinize özellikle 'Kültür: İstanbul için bir tür projesi' (1998) üzerinden baktığımız zaman, İstanbul ve onun arşivsel hafızası sizin atölyeniz gibi bir konumda bile denebilir. Dünkü İstanbul ile bugünkü arasında 'konu ve malzeme' bakımından ne gibi bir dönüşüm yaşanmış olabilir? Arşivler, dijital bilginin uçucu olduğu günümüzde düne göre daha mı kıymetli sayılabilir?
Arşivler benim için her zaman sonsuz bir kaynak. Bu bazen kendi kişisel arşivim oluyor ya da söylediğin gibi kendimi en yakın bulduğum şehrimin, stanbulun arşivi oluyor. Bazen hiç beklenmedik bir biçimde karşıma çıkan ve beni yönlendiren bir arşivsel görüntünün peşine düşüyorum. Kağıt üzerinde basılı kalıcı arşiv, onun içinde dolaşmak kokusunu duymak, yüzeyine temas etmek muhteşem ve olagaüstü tatmin edici. Bu ortamlarda uzun süreler geçirdiğim için bunu çok iyi biliyorum. Ama şunu da itiraf etmem gerekir: Dijital bilginin hazzı da ondan aşağı kalan bir şey değil. Bilgisayar başında geçirilen saatler, dikkatle ayıklanarak elde edilen, masa üstünde biriktirilen veriler ve bunlardan yola çıkarak yeni yaratıcı yöntemlerin peşine düşmek. Bu da uzun süredir pesinde koştuğum bir şey. Dijital otamda beni en çok ürküten şey ise kaynakların zaman zaman belirsiz olması yüzünden bir ‘Copyright’ (telif hakkı) meselesiyle karşılaşmak. Yoksa, bu engin veri tabanında dolaşmaktan çok hoşlanıyorum.
Ne içindeymişiz, serginin… 09 Ekim 2022
Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud 02 Ekim 2022
Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti 24 Eylül 2022
Varlık ve hiçlik arasından, Godard’a projeksiyon vakti 18 Eylül 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI