KADEM dayanışması: O kadar da değil!
KADEM üyesi kadınların, kadın özgürleşmesi, farklı cinsel kimlikler, heteronormativitenin ve ailenin kutsiyetinin reddi, anneliğin sorgulanması, evlilik yaşı gibi konular gündeme geldiğinde kadın hareketinin önemli bölümünden ayrılan yaklaşımları metnin içine serpiştirilmiş olarak karşımıza çıkmakta gecikmiyor
KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği), geçtiğimiz günlerde, İstanbul Sözleşmesi’ni ana hatlarıyla savunan, sahip çıkan bir metin paylaştı kamuoyuyla. Kurucuları arasında Sümeyye Erdoğan’ın da yer aldığı derneğin özgürlükçü kadın hareketi nezdinde imajı hiç olumlu değil. Hükümet İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme niyetini açık ettiğinde dernek sesini yükseltmedi. Zaten o cenahtan böyle bir beklenti de yoktu. O sebeple, derneğin İstanbul Sözleşmesi’ni birtakım çekincelerle de olsa sahiplenen metni bana şöyle hissettirdi: Zulümden, baskıdan kaçıyor, bir menzile ulaşmak için koşuyoruz, hedefe bir türlü varamıyoruz çünkü muktedir varış çizgisini sürekli daha uzağa taşıyor. Nefes nefese kalmışken, başından beri bizi kenardan, onaylamayan nazarlarla izleyen, çoğu zaman muktedirle işbirliği de yapan hemcinslerimiz, omuz başımızda koşuya katılmasalar da, onaylayıcı bir ifadeyle bize su uzatıyorlar.
Demem o ki, eşitlik, özgürlük ve bunların da öncesinde hayatta kalma mücadelesinin giderek daha fazla çaba gerektiği şu dar zamanlarda önce bir ferahlık hissi, bir ümit yarattı KADEM’in son açıklaması. Derneğin metni, şiddet karşıtlığının kamu vicdanındaki, İslam dinindeki, geleneksel ahlaktaki olumlu karşılığı ve meşruluğunu arkasına alarak şekilleniyor. İstanbul Sözleşmesi de hane içi şiddetin önlenmesini ana eksen kabul ediyor zaten. Şiddete, özellikle de “zayıf olana” karşı şiddete karşı olmanın sınıfsal, politik ve kültürel bakımdan farklı olanları bir araya getirme ihtimali yüksek. Hal böyle olunca, metnin ortaya koyduğu argümanlar derneğin temsil ettiği ideolojik yapılanmaya ters düşmüyor. Fakat işin asıl zor kısmı, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili AKP kanadı başta olmak üzere, her ideolojiden, sınıftan muhafazakar kesim nezdindeki olumsuz, ürkütücü ve giderek de tepki çeken izlenimleri, sözleşmeyi savunanları şeytanlaştırmaya yönelik yaklaşımları ortadan kaldırmak. Sözleşmenin bu kesimin tepkisini çeken tarafları, şiddete karşı düzenlemelerden çok, atanmış cinsiyet rol ve kimliklerini sorgulayan, toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapan, kadını hem kamusal hayatta, hem de hane içinde güçlendirmeye yönelik düzenlemeler öngören, ailenin ve evlilik birliğinin dokunulmazlığını sorgulayan ve LGBTİ bireyleri haklar bakımından güçlendirmeye yönelik yaklaşımları. KADEM bunlar arasından bazılarına yönelik itirazları ikna edici, adeta teskin edici argümanlarla ortadan kaldırmaya titizleniyor metin boyunca.
Soru-cevap şeklinde kaleme alınmış metinde, şiddet ekseninde de olsa, cinsler arası eşit olmayan güç ilişkileri ve ayrımcılık eleştiriliyor. Bu sorunu ortadan kaldırma potansiyeli olan sözleşmenin, onu savunan kadınların bir kısmına Papatya ve Fetöcü, diğer kısmına fahişe diyen Abdurrahman Dilipak’ın da üyesi olduğu Türkiye Düşünce Platformu gibi örgütler ve birtakım muhafazakar kanaat önderleri tarafından karalanmasının absürtlüğü vurgulanıyor: “İstanbul Sözleşmesi ve kadın cinayetlerinin artması arasında doğrusal hiçbir bağlantı yok iken, kadın cinayetlerini önlemek üzere getirilmiş bir düzenlemenin günah keçisi ilan edilmesini anlamak pek mümkün görünmemektedir.” KADEM’in metnindeki en cesurca ve takdire şayan çıkışlardan biri olarak, sırf aile dağılmasın diye şiddete uğrayan kadını kocasıyla bir arada tutmaya yönelik arabuluculuğa da eleştiri getiriliyor: “Şiddet bir kere gerçekleşti mi, büyük oranda tekrarlar ve artış gösterir. Hele ki böyle sürekli şiddete maruz kalan kadınların şiddet failiyle oturacağı bir uzlaşma masası gerçekçi bir tartışma ve uzlaşma zemini değildir.”
“Kol kırılır yen içinde kalır”, “karı koca arasına girilmez”, “koca döver de sever de” telkiniyle büyümüş ve büyümekte olan nesiller -ki bu gruba, kendine sosyal demokrat, solcu vb. diyen ailelerde büyümüş ben ve çevremdeki birçok yaşıtım dahil- için oldukça radikal bir çıkış değil mi bu? İslam kültürünün gündelik ve sosyal hayatı düzenlediği kimi toplumlarda evli kadınların cinsel ilişkiye girmek istemediklerinde terliklerini yatak odalarının kapısı önüne bırakmalarının yaygın bir uygulama olduğu, kocanın bu redde boyun eğdiği pek bilinmez. (Bu konuda, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları kitabında yer alan Dina Rizk Khoury’nin “Terlikler Kapıda Mı, Kapalı Kapılar Ardında Mı?” başlıklı makalesi ayrıntılı bilgi veriyor). KADEM’in metnini hazırlayanlar, evlilik ilişkisinde kadının cinsel anlamda pasifize ve mağdur edilmesini, evlilik içi tecavüzü de kabullenilemez görüyorlar:
“ ‘Koca tecavüzü’ denilen durum normal, sağlıklı ilişkiler değil, insan onuruna da İslam değer yargılarına da ters biçimde yaşanan zorbalıktadır.” Evlilik hayatı sistematik tecavüzle geçmiş ve geçmekte olan kadınlar için İslam dininin evlilik içi cinsel ilişkide kadının iradesini önemsediğini, dinin buyruklarına uygun yaşayan kadınlardan oluşan ve hükümetin resmi politikasına paralel faaliyet gösteren bir kurumdan öğrenmek, AKP seçmeni kadınlar için de güçlendirici olabilir, diye umut etmek istiyor insan.
Bunlar metnin olumlu ve ümit veren yanları. Ne de olsa sorunlar ortak. Fakat, KADEM üyesi kadınların, kadın özgürleşmesi, farklı cinsel kimlikler, heteronormativitenin ve ailenin kutsiyetinin reddi, anneliğin sorgulanması, evlilik yaşı gibi konular gündeme geldiğinde kadın hareketinin önemli bölümünden ayrılan yaklaşımları metnin içine serpiştirilmiş olarak karşımıza çıkmakta gecikmiyor. Mesela, ikinci ve üçüncü dalga feminizmin ısrarla vurguladığı, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin sloganına dönüşen, “özel olan politiktir” argümanından KADEM şaşırtıcı olmayan biçimde, özenle uzak duruyor. Metinde, sözleşmenin, pek mahrem kabul edilen ve kamusal sözün dışında tutulan “yatak odasına karışmayacağı” konusunda, belli ki özellikle erkeklere teminat veriliyor.
Sözleşme savunulurken metin yazarlarının tabiriyle “külli bir eşitlik” talep edilmediği de özenle vurgulanıyor. Hükümet politikalarının eşitlik yerine uygun gördüğü ve KADEM’in de, bin dereden su getirerek, akademik makalelerle destekleyerek savunduğu toplumsal cinsiyet adaleti kavramı tam da metnin burasında karşımıza çıkıyor: “Burada hedeflenen, adaletsizlikleri ortadan kaldıracak bir fırsat eşitliğidir. Nihayetinde her ülke bu amaca matuf politik alanları kendi belirler.” Böylece 1. Dalga feminizmin haddini bilen, güvenli sularına dümen kırıyorlar. Erkekliğin itibar kaybına uğrayacağı, kadınlığın kontrolden, eşcinselliğin anomali sayılmaktan çıkacağı endişesi de bir manevrayla bertaraf ediliyor: “ ‘Toplumsal cinsiyet’ eşcinsellik ya da cinsiyetsizleştirme değildir. Biyolojik cinsiyetin inkarı veya yok sayılması anlamına da gelmez. (…) bu ibare ile üçüncü bir cinsiyet kastedilmez.” Çoktandır adeta bir küfür gibi algılanan toplumsal cinsiyet kavramının, ikili cinsiyet ayrımına meydan okuyan, atanmış cinsiyet rol ve kimliklerini sorgulayan yaklaşımların temel enstrümanı olduğu için cinsiyetçi, ataerkil düzenin savunucusu ve homofobik olan çoğunluğu nasıl telaşa sevk ettiğini biliyoruz. Fakat hakkını teslim edelim, “Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek en hafif tabirle kötü niyetliliktir” dendikten sonra, “herhangi bir insanın şiddetten korunma şemsiyesinin dışında tutulması düşünülemez” diye de ekleniyor. Bir teselli armağanı…
KADEM’in kadınların ve farklı cinsel kimliklere sahip bireylerin hayatları ve kaderleri hakkında pervasızca kararlar almaktan çekinmeyen, bunu da dinle, ahlakla, gelenekle meşrulaştırmaya çalışan erkekleri ve onların destekçisi kadınları İstanbul Sözleşmesi’nin getirdiği yükümlülükler konusunda müsterih olmaya davet eden açıklamalarından bir diğeri de, erken ve çocuk yaşta evliliklerin akıbeti. KADEM metninde, “Erken yaşta gerçekleştirdikleri evlilikler sebebiyle mağdur durumda olan insanlar da söz konusu. Nitekim konuyla ilgili bir değişiklik yapılacağına dair yetkililer tarafından bir açıklama yapılmıştır” deniyor. Erken yaşta evliliklerinin tümünün gönüllü olduğu ön kabulüne dayanan bir açıklama bu. Çocuk yaştaki bir kızla zorla evlenen yahut onu alıkoyan bir erkeğin, kız çocuğunu isteği hilafına evlendiren bir ailenin mağduriyetinin giderileceğine dair teminat verilerek bitirilen metin, bir çuval inciri ve birçok kadın örgütünün bu tür evliliklerin yarattığı mağduriyetleri ortaya koymak için sarf ettiği yıllar süren emeğini berbat ediyor.
KADEM’in metnini iyimserlikle ve dayanışma arayışıyla okuduğumda, bu tartışmalı sürecin içinden, temsil ettikleri, kendilerine yaşam ve faaliyet alanı açan ideolojik bloku tedirgin etmeden geçmek ve onları sözleşmenin yapıcı yönleriyle ikna etmek için geliştirilmiş stratejinin bir ürünü olarak görmek istiyorum. Mücadelemiz hayatta kalma mücadelesine dönüşmüşken, dayanışmanın her türüne ihtiyacımız var çünkü. Binbir emekle kazanılmış haklar, özgürlükler arasından kimisini seçip, geri kalanını da elinin tersiyle itmek, mağduriyetlerin kimisini giderip, kimisini arttırmak, birlikte yürüdüğümüz LGBTİ bireyleri sosyal dışlanma ve nefret söylemi ile baş başa bırakmak olmaz. Dayanışma güçlendirir, #İstanbulSözleşmesiYaşatır.
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI