Sınırlı veri, sınırsız pandemi
İktidarın hesap sorulmaz kalması amacıyla bazı veriler erişilmez ya da çok geç erişilebilir kılınırken, eksiklik, yetersizlik veya Erdoğan yönetiminin çarpıtmalarının ötesine taşan bir sorun mevcut: Politika yapımı eleştiriye karşı böyle böyle bağışıklık geliştirirken, binlerce kişinin hayatı kararmaya devam ediyor.
Yoğun bakıma aktarılan ve entübe olan hastaların sayılarının 29 Temmuz’dan itibaren yayımlanmamasına günlük yeni vaka sayısının neredeyse değişmemesi eşlik edince Türkiye’de gerçekte kaç Covid-19 hastası var sorusu tekrar sorulmaya başlandı. Bazı illerde pandemi servislerinin yeniden açılmakla kalmayıp yüzde 100 doluluğa ulaştığını sağlık çalışanları ve hasta yakınlarının açıklamalarından öğreniyoruz. Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu Üyesi Mustafa Necmi İlhan gidişat nedeniyle vatandaşı suçlamaktan kendini alamazken işler çığırından çıkıyor olmalı ki, İçişleri Bakanı salgın dönemindeki en kapsamlı denetimin bu satırların yazıldığı 6 Ağustos Perşembe günü yapılacağını “Kontrollü Sosyal Hayat” sloganıyla açıkladı.
Bilanço dışı olarak nitelenebilecek, büyük oranda sorgulanamaz kılınan bir politika yapımı tercihinin acı sonuçlarını görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz. Hem pandemi yönetiminde hem ekonomik kriz yönetiminde geçerli olan bu tercih, işsizlikten enflasyona, rezervlerden borç rakamlarına kadar çok sayıda oran ve sayının gerçeğe dair kanaatimizi yanlış biçimlendirmek üzere kullanılmasını getiriyor. Bu bağlamda bir süredir pek dikkat edilmeyen “ek ölüm” rakamlarını hatırlatıp, ne menem bir politika ile karşı karşıya olduğumuz konusuna geleceğim.
GERİDE KALMASA DA ÖYLEYMİŞ GİBİ
Financial Times ya da The Economist gibi yayın organları dünya genelinde Covid-19 kaynaklı ölümlere ilişkin resmi verilerin, gerçek ölümlerin yüzde 60 kadar altında olabileceğine yönelik haberleri ilk dalganın ağırlığı hissedilirken yapmışlardı. 2020 yılındaki ölüm rakamları önceki beş yılın ortalamasından fazlaca sapıyor. Aradaki farkı takip ettiğinizde, örneğin 2020 yılının ilk beş ayında İtalya’da beklenen ölümlerin yüzde 90 fazlasının görüldüğünü anlıyorsunuz. Resmi Covid-19 kaynaklı ölüm sayılarını buradan çıkardığınızda birçok ülkede pandemi kaynaklı olarak kayıtlara geçmemiş ancak sağlık krizine bağlı olduğunu düşünülen binlerce ölümün (epidemiyolojide kullanılan ifadeyle ek ölümlerin) görüldüğünü söylemek mümkün oluyor.
Türkiye için elimizde ulusal çapta veri yok. İstanbul için FT’nin derlediği verileri önce görselleştirdim, sonra verilerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından revize edildiğini gördüm. Bu nedenle, aynı çalışmayı temmuz ayında tekrarlamış olan Mesut Erzurumluoğlu ve Defne Üçer Şaylan’a dayanıyorum (bağlantı burada). Çalışmaları, Türkiye’de ilk Covid-19 vakasının tespit edildiği martın ikinci haftasından temmuz ayının üçüncü haftasına kadar, ortalamaya göre, sadece İstanbul’da, beklenenin 5 bin 192 üstünde ölüm görüldüğünü aktarıyor. Bu sayı Covid-19 kaynaklı olarak kayıtlara geçmiş, Türkiye’de bu dönemki toplam resmi ölüm sayısına neredeyse denk (21 Temmuz itibarıyla 5 bin 526). İstanbul’da Covid-19’a bağlı ölümlere dair aynı dönem için verilen resmi sayının ise neredeyse iki katı (2 bin 755).
Hastanelerde daha iyi bakım altında olabilecek çeşitli yurttaşların esasında önlenebilecek hastalıklar ve rahatsızlıklar kaynaklı olarak bu dönem zarfında hayatlarını kaybetmiş olabilecekleri bakidir. Dolayısıyla bu sayı kendiliğinden her şeyi açıklamıyor.
Lakin, seyahat kısıtlamaları nedeniyle pandemi sırasında hayatını kaybeden çok sayıda yurttaşın memleketlerine gömülmemiş olmasının bu verilerde etkili olmadığını biliyoruz. Çünkü vefat kayıtları İstanbul’daki bütün ölümleri (il dışında defnedilse de) kapsıyor. Kısacası, Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte birlik kısmında kayıt altına alınmış ve tespit edilebilen ek ölümlerden bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu sayı bize tespit edilenin iki katına yaklaşan Covid-19 kaynaklı ölüm olabileceğini ima ediyor. Geri kalan beşte dörtlük gruptaki ek ölüm sayılarına erişemiyoruz. Bu veriye dair dikkate alınacak bir izahat ya da önlem duymuyoruz.
Sağlık Bakanı’nın bir diyanet takvimi gibi görünen poster eşliğindeki açıklamalarına dikkat edecek olursak toplam mevcut hasta sayısı (hayatını kaybedenler ve iyileşenlerin çıkartıldığı toplam vaka sayısı) nisan sonuna doğru 80 binle zirveyi gördü ve sonrasında 10 bin altına kadar geriledi ve Türkiye’de pandemi kaynaklı ölüm sayısı ise ağustos başında 5 bin 700’ü geçti.
Ancak bu verilerin esasen geçerliliği bulunmuyor. Açıklananların gerçekle bağının olmadığını sadece İstanbul’daki ek ölümlerin sayısından çıkartabiliyoruz. Yıllık ölüm istatistikleri aracılığıyla (eğer bunlar da değiştirilmezse) Haziran 2021’de içinden geçtiğimiz döneme dair daha iyi bir görüntü elde edeceğiz. Bugün ise, hasta verilerini kısmen açıklayanların toplumu değil kendilerini koruma derdinde olduklarını söyleyebiliyor, geçtiğimiz altı ayda filyasyon aranması ve temaslı izlemini layıkıyla yapamadıklarını tahmin edebiliyoruz.
BAĞIŞIKLIK, AMA NEYE?
Doğru veriyi bilmedikten ve ona erişim şansımız bulunmadıktan sonra yine de yanlışla karşı karşıya olduğumuzu bilmemizin nasıl bir önemi var? Açıkçası siyasi çıkarımlara uzanmadan cevap verebiliriz. Kendimizi ve sevdiklerimizi koruyabilmek, dayanabilmek için ne olduğunu bıkmadan usanmadan anlamaya çalışmamız gerekiyor.
Otoriter rejimlerin çekidüzen vermek üzere ilk el attıkları unsurların başında resmi istatistikler gelir. Bağımsız araştırmacıların, çeşitli gözlemcilerin ve muhalif siyasetçilerin açıklamalarının zeminini kaydırmak ve otoriteyi sorgulanamaz kılmak amacıyla basit revizyonlar yapılır. Bazı veriler ulaşılmaz kılınır. Yanlış anlaşılmamak için kapitalist bir devletin prosedürel bir demokratik rejim altında da (verileri paralı yaparak ya da çeşitli erişim sınırlandırmalarıyla) bazı bilgilere ulaşma şansı tanımadığını belirteyim.
Peki, Türkiye’de gerçekler ortada değil mi? Ekonomi alanına bakalım: Bir önceki yıla göre çok sayıda mal ve hizmete iki katı fiyat biçilirken karşınızdaki enflasyon oranı yüzde 11,8 ilan edildiğinde; Türkiye’de tarihin en büyük istihdam kaybı yaşanırken resmi işsizlik oranı yüzde 12,8 açıklandığında, ödünç alınan dolarlar dışarıda tutulduğunda aslında Merkez Bankası’nda rezerv bulunmazken resmi rezerv varlıkları 86 milyar dolar olarak kaydedildiğinde yönetenler ne kazanıyorlar? Çok sayıda gözlemcinin devamını getirmediği nokta burada yatıyor.
Verinin erişilmez kılınması ya da gerçekle hiçbir bağının kalmaması bilanço dışı politika yapımı olarak adlandırdığım sürecin bir parçası. Riskin toplumsallaştırıldığı, kamu otoritesinin üstlendiği maliyetin ne olduğunun takip edilemediği, olacakların öngörülmez kılındığı bir ortam yaratmanın gereği. Zor durumlarda yöneticilere ve politika yapıcılarına zaman kazandıran bu yöntem, ayrıca karar alıcıların sorumluluklarının hafızalardan silinmesi için işlevsel. Kısa vadeli kararlar karşısında bir politikacıyı ya da kamu görevlisini daha incelikli ve ayrıntılı eleştirme şansına birkaç ay sonra erişilebiliyor, pandemi örneğinde ise belki de birkaç yıl sonra erişmek mümkün olacak ya da hiç olmayacak. O zamana gelindiğinde iş işten geçmiş, riskler aktüalize olmuş, maliyetler ödenmeye başlanmış olacak.
“Ekonomik savaş” iddialarıyla biçimlenen ve inşa edilen acil durumlar, pandeminin getirdiği olağanüstü koşullar kimsenin gerçekte ne olduğunu tam olarak kavrayamadığı bir ortamda bilanço dışı politika yapımını yeniden ve yeniden devreye sokmayı kolaylaştırıyor. Kazanılan zaman sonlu bir zaman değil, bir son tarihte nihayete ermiyor. Tekrarlanabilir işlemler ve gelecekle kurulan köprülerin yeniden inşa edilebildiği bir zaman yönetimi mevcut (bu konuya, büyük olasılıkla sonbaharda görülecek kur çalkantılarında tekrar değineceğiz).
Pandemi örneğinde, emekçilerin ve temel hizmetleri sunan kesimlerin harcanabilir kılınması ve halk sağlığı önlemlerinin hafifletilmesiyle ekonomik daralmanın daha da kötüleşmesinin önüne geçmek için başarı hikayesinin yara almaması elzem; ancak müdahalelerin, baştakilerin, ya da politika yapımının eleştirilemeyeceği bir şekilde sürekli tehlike altında bulunduğumuzun hatırlatılması gerekiyor.
“Kontrollü Sosyal Hayat” veriye kontrollü ve gecikmeli erişimle (ya da erişimin olmamasıyla), verinin anlamsızlaşmasıyla yürüyor. İktidarın hesap sorulmaz kalması amacıyla bazı veriler erişilmez ya da çok geç erişilebilir kılınırken, eksiklik, yetersizlik veya Erdoğan yönetiminin çarpıtmalarının ötesine taşan bir sorun mevcut: Politika yapımı eleştiriye karşı böyle böyle bağışıklık geliştirirken, binlerce kişinin hayatı kararmaya devam ediyor.
Ali Rıza Güngen Kimdir?
Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.
Belediye borcu kimin borcu? Kim ödeyecek? 27 Ağustos 2024
Türkiye’nin insani yardımının şifreleri: Kahire 82, Şam 83? 26 Ocak 2024
Yerel seçimlerde sadece yerel yönetimler için mi oy verilecek? 13 Ocak 2024
Yeni Ekonomi Modeli tamam mı devam mı? 30 Haziran 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI