YAZARLAR

Demirtaş’ın önerisi ve hükümet sistemi tartışması

Diktatörlük yolu olarak inşa edilen Türkiye’nin mevcut rejiminin “hükümet sistemi” neden iktidar kanadı için tartışma konusu? Bunun politik yanıtı anayasal mekanizmasının yeniden kurulmak istenmesi değil elbette; iktidarda kalmanın ve bu biçimdeki varlığını sürdürmenin daha kesin yollarının aranması.

Devlet Bahçeli ne zaman bir öneri getirir, Erdoğan ne zaman parlamentonun görüşmesi talimatını verir ve memurlarının çok sevdiği ifadeyle söylersem “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” sistem ne zaman değiştirilir bilemem. Fakat “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bakımından da beklenen sonucu vermediği açık. “Beklenen sonuç” ile kastım elbette Erdoğan’ın ve talimatıyla hareket edenlerin propagandasını yaptığı “kuvvetler ayrılığının sağlanması”, “yasamanın güçlendirilmesi”, “yargının tarafsızlaştırılması” değildi. Hükümet sistemi değişikliğinin amacı, Erdoğan’ın kişisel iktidarının alternatifsiz bırakılması ve yüzde on barajının yerine çok daha güçlü bir barajın Türkiye’nin ezilenlerinin, temsil edilmeyenlerinin, sesi çıkmayanlarının ve tabii ki barajın somut nedeni olan Kürtlerin devlet yönetimine katılmalarının önüne konmasıydı. Beklenen sonucu vermedi evet, birincisi Erdoğan’ın alternatifleri ortaya çıktı ve bu alternatiflerin normal koşullarda Erdoğan’ı seçimler yoluyla iktidardan indirebilecekleri yönünde kuvvetli veriler var. İkincisi Kürtlerin önüne getirilen baraj Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’da, başkenti Ankara’da AKP’yi yerinden etti.

ERDOĞAN’IN BEKASININ KOŞULLARI

Erdoğan da elbette zaten normal olmayan koşulları daha da sıkılaştırdı, demokratik prosedürleri tamamen ortadan kaldırmak, seçimlerin meşru ve güvenilir olmasını güvence altına alan düzenlemeleri değiştirmek gibi uygulamalara gitti. Seçilen, meşruluğunu kendilerini seçen halktan alan belediye başkanları OHAL kararnamesi ile getirilen düzenlemelere dayanarak görevden alındı. Venedik Komisyonu’nun raporunda açıkça ortaya koyduğu gibi seçimden önce geçerli olan kurallar seçimden sonra değiştirildi, seçilmiş başkanların mazbatası verilmedi ve hepsi AKP’li olan ve seçimi kaybeden başkan adayları belediye başkanı yapıldı. OHAL düzenlemelerinin kalıcılaştırılması ve Anayasa Mahkemesi’nin bunun aracı kılınmasıyla devletin zor aygıtları, yurttaşların bütün hak alanında genişletilerek ve ağırlaştırılarak kullanıldı. Wojciech Sardurski’nin Polonya, Macaristan ve kısmen Türkiye’yi değerlendirerek iktidarda bulunan seçilmiş otokratların “neyi” dönüştürdüklerini incelediği makalesinde minimalist bir demokrasinin dört koşulu olarak saydığı;

  • Hükümeti oluşturmak için özgür, adil ve düzenli aralıklarla yapılan seçimler;
  • Güvence altına alınmış medeni ve siyasi haklar, özellikle de seçmen tercihinin oluşumunda etkili olacak politik iletişimin kısıtlanamayacağının güvence altına alınmış olması;
  • Politik erkin tek bir kişide ya da küçük bir grupta toplanmasına engel olacak biçimde oluşturulmuş kuvvetler ayrılığına dayalı bir hükümet sistemi;
  • Hükümetin ve idarenin hukuk kurallarına, özellikle de anayasal kurallara uyacağını güvenceye alan hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmiş olması.(1)

koşulların tamamen içinin boşaltıldığı bir andayız. Sardurski, seçilmiş otokratların aslında mevcut hukuksal yapıları kullanarak ve mevcut kurumların olabildiğince içini boşaltarak inşa ettiği düzenlerde, ortadan kaldırıldığında gizlemesi çok mümkün olmayan ilk iki koşulu ve daha örtük biçimde içini boşalttıkları son iki koşulun farklı ağırlık ve biçimlerde tahrip ederek demokratik düzeni askıya alma eğilimlerine dikkat çekiyor. Elbette gizlenmesi daha kolay olan hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı öncelikle ve çok ağır biçimde tahrip ediliyor. Türkiye’de yaklaşık on yıldır içinde yaşadığımız kurumsuzlaşmayı takip eden şahsileşme; anayasal ve yasal güvenceler yok sayılarak hükümetin ve idarenin yasal ve anayasal sınırlardan azade kılınması; siyasi ve politik hakların hiçe sayılması ve en sonunda da seçimlere ilişkin güvencelerin ortadan kaldırılması süreci Türkiye’ye değil, diktatörlüğün kuruluşuna özgü bir yol. Dünyada benzer eğilimleri barındıran, benzer yolları izleyen rejimler de birbirinden öğreniyorlar.

Peki bu durumda diktatörlük yolu olarak inşa edilen Türkiye’nin mevcut rejiminin “hükümet sistemi” neden iktidar kanadı için tartışma konusu? Bunun politik yanıtı anayasal mekanizmasının yeniden kurulmak istenmesi değil elbette; iktidarda kalmanın ve bu biçimdeki varlığını sürdürmenin daha kesin yollarının aranması. Çünkü mevcut sistemde, her şeyin, her suçun, her günahın sorumlusu olan tek bir kişi var ve bu kişinin yukarıdaki dört koşulun tümünün birden içinin boşaltılmasına rağmen görünüşteki varlığıyla bile iktidarda kalması mümkün görünmüyor. Dolayısıyla iktidar açısından yeni siyasi partiler kanunu, yeni seçim kanunu, yeni TBMM içtüzüğü gibi bütün düzenlemelerde aranması gereken şey iktidarın, iktidarda kalması için gerekli ve hukuksuz kurallar olacak. İktidarın konumu bu. Peki ya muhalefetin konumu ne?

MUHALEFETİN ACİL GÜNDEMİ

CHP’nin “iktidar kongresi” geçti, 21'inci Yüzyıl Türkiye'si için önerileri yayımlandı, Kılıçdaroğlu on altı madde ortaya koydu ama Türkiye’nin siyasal rejimi bakımından bir tartışma, sistem değişikliğine ilişkin karşılığı olan bir tartışma yarattığını söylemek zor. Her kongrenin gücünü yarattığı heyecan belirler ve başkasını iktidar yapma stratejisi hiçbir siyasal parti örgütünde heyecan yaratmaz. Heyecanı yaratabilecek olan kendine ait bir program, bu programın taşıyıcısı olacak kadrolar ve bu kadroların programı, iktidar arzusunun dayanağını kitlelerle buluşturabilmesidir. Bu heyecanı taşımayan, dışarıya taşırmayan bir örgütün iktidar beklentisi olması bile tuhaf ki zaten CHP çok uzun bir zamandır kendisi dışındaki muhalefeti iktidar yapmaya çalışıyor, çünkü kendinden utanıyor; kendinin halkın gözünde rağbet görmeyeceğini düşünüyor; kendi gibi, kendi olarak, kendi programıyla tabiri caizse insan içine çıkamıyor.

Cezaevinde rehin tutulduğu AİHM kararında da ortaya konmuş olan siyasi lider Selahattin Demirtaş’ın yeni sistem önerisi ile sevgili hocam Murat Sevinç’in hükümet sistemleri konusunda başlattığı bilgilendirici yazı dizisi birbirinin üzerine geldi, kanımca tam zamanında. Demirtaş güçlendirilmiş parlamentarizmin içini doldurduğu önerisinde aslında hükümet sisteminin ötesine giden bir demokratik kuruluşun ana başlıklarını seriyor. Murat Sevinç ise demokratik siyasi rejim ile hükümet sistemi tartışmasını ısrarla ayırmakla yazı dizisine başlıyor.

Bu tartışmanın açılmasının ve muhalefet güçleri tarafından sahiplenilerek bir programa dönüştürülmesinin her zamankinden önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat burada asıl önemli olanın iktidarın ihtiyaçları çerçevesinde demokrasinin içini boşaltmak için getireceği öneriye neredeyse hiç yanaşmayan, o tartışmayı aşacak, minimalist demokrasi ilkeleri çerçevesine sıkışmayacak bir demokratik programın parçası olarak bunu siyasal gündemin ana başlığı haline getirmek olduğunu düşünüyorum. Siyasi partilerle sınırlı kalmayacak biçimde, daralan iktidar çemberini kuşatacak, bizleri nefessiz bırakanın nefesini kesecek bir politik tartışma olarak... İktidarını sürdürmekte zorlandığı için zora başvuran ve bunun aracı olacak kuralları yaratmaya çalışan bir politik gücün karşısında iktidarını örgütleyen bir politik güç olarak çıkarak… Dolayısıyla demokrasi ve hükümet sistemi tartışmasının özü olarak temsil sorununu, yani demokrasinin kadim sorununu merkeze almak gerekecek. Halkın yoksulluğu karşısında onu temsil ettiğini iddia edenlerin zenginliği, halkın haklarından soyulmasına karşılık onu temsil ettiği iddiasında olanların yetkilerinin sınırlarından boşalmasını, halkın hastalıkların pençesine bırakılmasına karşılık onu temsil iddiasında olanların sınırsız biçimde sağlık imkanlarını sömürmesini, halkın verdiği oyla seçilenlerin yerine seçilmeyerek onu temsil iddiasında olanları da tartışmanın kapsamına alarak… Temsil etme iddiasında olanlar ile yetkinin gerçek sahibinin arasındaki ilişkiyi temsil edilmezlik lehine, halkın yararına bozarak, demokrasinin ilksel temeline halkın egemenliğine, bunu doğrudan doğruya kullanma yeteneğine vurgu yaparak…

Bu kurucu tartışmasının sorusu, hükümet sistemi tartışmasının sorusundan ve minimalist demokrasinin koşullarının nasıl oluşturulacağından farklıdır. Ama modern devletin temeli olarak her ikisini de içermektedir.

Bu tartışma bir sonraki yazının konusu olacak.

(1) “Constitutional democracy in the time of elected authoritarians”, International Journal of Constitutional Law, C. 18/2, 2020,


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.