YAZARLAR

Bir iyi bir kötü haberim var: Türk'ün Türk'e gazı

Şimdi neden Erdoğan’ın da her insan gibi vereceği müjde neyse basitçe onu söylemek yerine birkaç gün önceden müjde vereceğinin müjdesini vermeyi tercih ettiğini daha iyi görebiliyoruz. Müjdenin müjdesiyle coşku yaratmak ve arzuları kışkırtmak, eldeki gerçeklik ile oluşturulan beklenti arasındaki farkın yarattığı boşluğu doldurmak için mecburidir.

Cumhurbaşkanı çarşamba günü Ankara’da yaptığı bir fabrika açılışında Türkiye’ye bir müjde vereceğini açıkladı. “Türkiye’de yeni bir dönemin açılacağına” inandığını söyleyen Erdoğan “işin heyecanı” kaybolmasın diye müjdeyi cuma günü duyuracağını belirtti. Cuma, hafta sonu olduğu ve piyasalar kapandığı için mi yoksa “mübarek gün” olduğu için mi seçildi bilinmez. Muhtemelen her iki neden de böyle bir gün tercih edilmesinde etkili oldu. Ama kamuoyu iyi bir haber geleceği beklentisi içine sokulunca müjde verileceği haberinin kendisi de bir müjde oldu. Şimdilerde kötü haber almaya alışmış olan kamuoyunu iyi bir şeyler olacağı beklentisi içine sokmak başlı başına bir müjde etkisi yaratabilecek kudrette. Müjde insanlarda refah artışı, ufuk genişlemesi, iyileşme veya güçlenme türünden arzulara hitap eden bir haberdir. İnsanlarda merak yaratarak onların duygularını coşturmak, yükselen heyecanla beraber iyi haberin etkisini de katlamak nereden bakarsanız bakın akıllıca bir hamle. Nitekim ekranları dolduran yerli ve milli yorumcuların tartışmalarında şimdiden bu hamlenin sonuçlarının nasıl büyüdüğünü görebilmek mümkün.

Medyadaki tartışmalar müjdeli haberin Türkiye’nin enerji bağımlılığını azaltacak bir gelişmeyle ilgili olduğu tahmini üzerine kurulmuştu. Temmuz ayı sonlarından itibaren Karadeniz’de araştırmalarını sürdüren Fatih sondaj gemisinin Türkiye kıyılarının 100 deniz mili kadar açığında doğalgaz rezervleri keşfettiği haberinin Reuters Haber Ajansı’nca duyurulması tüm bu tahminleri güçlendiren bir etkide bulundu. Haberde Batı Karadeniz’in Tuna 1 havzasında keşfedilen gazın ülkenin yirmi yıllık ihtiyacını karşılayacak düzeyde olduğu, ancak ticari olarak kullanılabilir hale gelmesi için 7 ile 10 yıl arası bir süreye ve 2 ile 3 milyar dolar arası bir altyapı yatırımına ihtiyaç duyulduğu söyleniyordu. Söylenenler doğru çıksaydı bu keşfin ülke ekonomisine çok büyük bir katkı yapacağı inkar edilemez. Zira iki haneli enflasyon, işsizlik ve cari açık ekonominin giderek yapısallaşan üç temel sorunu ve enerji harcamaları Türkiye’nin dış ticaret açığında çok önemli bir kalem oluşturuyor. Tabiri caizse “müjde verileceği müjdesi” para ve sermaye piyasalarındaki aktörler tarafından daha ilk duyulduğu anda satın alındı bile. “İyi haber” beklentisinin etkisi katlanarak arttı ve döviz kurlarında kısmi bir gerilemeyle borsadaysa nispi bir yükselişle sonuçlandı.

Elbette söylendiği gibi Türkiye’yi enerji talep eden bir ekonomi olmaktan çıkarıp arz eden ülkeler arasına sokacak türden gerçek bir gelişme yabana atılamaz. Gel gelelim Fatih sondaj gemisinin yaptığı 9 derin deniz sondajının ardından keşfedilen rezerv ilk günlerde basına yansıyanın sadece üçte biri kadar. Her ne kadar hükümet sözcüleri sismik araştırmaların ilk bulunan katmandan daha farklı iki katmanın varlığını işaret ettiğini söylese bile, şimdilik elde var olanın Türkiye’nin enerji açığını gidermek, onu doğalgaz arz eden ülkeler arasına sokmak şöyle dursun, tek başına kendi doğalgaz ihtiyacını sürdürülebilir şekilde karşılayacağı bile şüpheli. Bütün bu gelişmeler bazı yorumcular tarafından Erdoğan’ın “yeni dönem” veya Albayrak’ın “eksen değişikliği” terimleri çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılıyor. Dönem veya eksen değişikliğinden söz ederken Türkiye’nin enerji politikasında meydana gelecek dönüşümü anlatmak istedikleri fark ediliyor. Böylelikle hükümetin inşa etmeyi amaçladığı yerli ve milli toplum hedefinin gerçekleştirilmesindeki önemli bir merhalenin milli enerji politikasının başarısıyla geride bırakıldığını kastediyorlar. Ancak eldeki verilerle kıyaslandığında bu söylemlerin son derece abartılı olduğu da bir gerçek.

Erdoğan halka müjdeyi ilk ağızdan verdiği konuşmasında gazın bulunduğu alanın adını Tuna 1’den Sakarya Gaz Sahası’na dönüştürdüğünü açıkladı. Hep adeti olduğu üzere yine aşırı duygu yüklediği bu keşfi Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü şiirinden aldığı dizelerle taçlandırdı: “Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, / Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!” Albayrak da geri durmadı ve siyasal propagandanın en uç noktasınaysa söylediği şu cümleyle varmış oldu: “Artık ne Doğu ne Batı, yeni eksen Türkiye.” Şimdi açılan kuyu sadece 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervine sahip ve elbette bu kadarı bile enerji açısından dışarıya bağımlı bir ülkeye önemli ve değerli bir katkı kabul edilebilir. Ama Avrupa Birliği’nin sadece 2019 yılında tükettiği doğalgaz miktarının 469,6 miyar metreküp olduğunu ve Sakarya Gaz Sahası’nın bunu karşılamaya yetmediğini, bulunan gazın tamamı çıkarılsa ve Türkiye içinde değerlendirilse dahi azami 7-8 yıllık ihtiyacı karşılamanın ötesine geçemeyeceğini dikkate aldığımızda yapılan keşfin iddia edildiği gibi bir eksen değişikliği yaratmanın çok uzağında olduğunu da görmüş oluruz. Bir başlangıç, ileri doğru atılmış bir adım olarak sunulsaydı değer taşıyacak olan bu gelişme, abartılıp kendi koşullarından kopartıldığında gerçeküstü bir propaganda malzemesi halini alıyor ve Sakarya Türküsü’ye birlikte “Türk'ün Türk'e gazı” kabilinden bir siyasal enerji kaynağına dönüşüyor.

Sanırım şimdi neden Erdoğan’ın da her insan gibi vereceği müjde neyse basitçe onu söylemek yerine birkaç gün önceden müjde vereceğinin müjdesini vermeyi tercih ettiğini daha iyi görebiliyoruz. Müjdenin müjdesiyle coşku yaratmak ve arzuları kışkırtmak, eldeki gerçeklik ile oluşturulan beklenti arasındaki farkın yarattığı boşluğu doldurmak için mecburidir. Osmanlı sultanları taht törenlerini, savaş hazırlığı gibi önemli siyasi gelişmelerin ilanını Eyüp Sultan Camii’nde yaparlarmış. AKP’liler bu simgesel mekanın gücünü arkalarına alarak Cuma namazı sonrasında Erdoğan'a “yeni dönemi” debdebeli bir şekilde ilan ettirdiğinde, akıp giden duygu selinin ortasında gerçeğin de boğulacağını umut ediyor olsa gerektir. Ama sadece iki günlüğüne beklenti satın alıp gerçekleri satan döviz piyasalarında kurun yönü tekrar yukarıyı işaret etmeye başladı bile. Fakat bu dönüşün ekonominin iç işleyişindeki etkileri ile siyasi düzlemdeki etkilerinin birebir örtüşeceğini düşünmek aldatıcı olur. Ekonomik süreçler siyasal olarak onlara yüklenmiş anlamlardan daha fazlasını üretip kendi başlarına bağımsız bir gerçeklik düzlemi inşa edemez.

AKP’nin çoğu eleştirmeni iktidarın yaptığı Sakarya Gaz Sahası türünden ideolojik ve simgesel taşkınlıkları, ekonomi ve pandemi yönetimindeki başarısızlıkların üstünü örtmek için yapılmış girişimler olarak değerlendiriyor. Arka plandaki düşünce, kurgunun gerçeklik karşısında mutlaka eriyip gideceği ve kaçınılmaz bir hakikat anının gelip çatacağı yönündedir. Buna göre ekonomik süreçler veya benzeri maddi dinamikler son tahlilde mutlaka belirleyici olacaktır. Bu düşüncedekilere verilecek bir iyi bir de kötü haberim var. Böyle bir seçim yapma zorunda kalan çoğu insan önce kötü haberi duymak istermiş. Tıpkı son tadılan yemeğin ağızda bıraktığı tat gibi, dimağında asıl tat bırakacak olanın son öğrendiği bilgi olduğuna inanırmış. Bu yüzden kötü haberle başlıyorum: Hiç kimse iyi inşa edilmiş bir kurgunun gücünü küçümsememelidir. Namazla kutsanmış olmak veya şiirle halelenmiş olmak siyasal kurguya gerçeklik karşısında büyük bir güç katıyor. Gerçekliğin bizim onlara yüklediğimiz anlamlar dışında bir anlaşılırlık koşulu yoktur ve iyi yapılandırılmış bir propaganda süreci hep beklenen gerçekle yüzleşme anını sonsuza kadar öteleyebilir. İyi haber mi? Elbette durum umutsuz değil. Mesela günümüz popülist liderlerinin geliştirdiği duygusal iletişim stratejilerini, insanların bastırılmış arzularına yaptıkları yatırımı daha çok ciddiye almak iyi bir başlangıç noktası teşkil edebilir. Zira otoriter yapıların ne kadar dayanaksız olduğunu, sadece insanları harekete geçiren duygusal mekanizmaları özgürleşme arzusuyla bütünleştirmeyi başardığımız ölçüde görebiliriz.


Ahmet Murat Aytaç Kimdir?

Ailenin Serencamı: Türkiye'de Modern Aile Fikrinin Oluşumu (2007), Kitlelerin Ruhu: Siyasi ve Sosyal Tahayyüle Kalabalıklar (2012) adlı eserleri kaleme aldı. Göçebe Düşünmek: Deleuze Düşüncesinin Kıyılarında (2014) adlı eserin editörlerinden biridir. Şubat 2017'de yayımlanan KHK ile ihraç edilinceye kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Yardımcı Doçent ünvanıyla çalıştı. Temel ilgi alanları insan hakları felsefesi, siyasal düşünceler tarihi ve siyaset kuramı, radikal demokrasi gibi konulardan oluşmaktadır.