Ayasofya ve Kariye: Erdoğan’ın Fatih’in hayalinden U dönüşü
Erdoğan’ın Ayasofya ve Kariye referanslarında Fatih Sultan Mehmet ve Osmanlı bolca olsa da, yaptığı aslında Fatih’in hayalinden koca bir “U” dönüşünden başka bir şey değil. Türkiye gittikçe muhafazakârlaşıyor, otoriterleşiyor ve modern dünya ile toplumsal ve kültürel bağlarını yitiriyor.
Ayasofya’nın 24 Temmuz’da ibadete açılmasından bir ay sonra, Kariye Müzesi de geçen hafta, 20 Ağustos’ta ibadete açıldı. Aslında şaşırmamalı. Kariye, Kasım 2019’da Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmişti. Anlaşılan on yılların tartışması Ayasofya’nın ibadete açılması beklenmiş, ardından Kariye Müzesi’nin camiye çevrilmesi planlanmış. Bu nedenle her iki yapıyı beraber ele almak şart görünüyor.
AYASOFYA VE KARİYE’NİN ÖNEMİ
Ayasofya önemli, 537 yılında inşa edildi, önce Hıristiyanlığın İstanbul’un fethinden sonra da İslamiyet’in en önemli kutsal mekânlarından biri oldu. İstanbul'un fethi ile imparatorluk yükselişe geçti, güç İstanbul'da yoğunlaştı ve bu sürecin hilafetin ilerde Osmanlı padişahlarına geçmesinde önemli bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile hilafet kaldırıldı, Ayasofya da 1934’de müzeye çevrildi, ta ki bu zamana kadar.
Kariye’nin önemi ise bambaşka. 6'ıncı yüzyılda inşa edildi, ilerleyen yüzyıllarda mimarlık, sanat ve dinler tarihine tanıklık eden benzersiz fresk ve mozaikler ile süslendi, 1511 yılında camiye dönüştürüldü, 1945 yılında üzeri sıvanan süslemeleri tekrar ortaya çıkartıldı ve müze oldu. Dünyada “mozaik müzesi” olarak biliniyor ve her yıl, tıpkı Ayasofya gibi binlerce turistin ilgisini çekiyordu, yine ta ki bu zamana kadar.
Hiç kimse bu iki yapının 500 yıllık cami geçmişlerini inkâr etmiyor. Tam tersine melezlikleri onları daha da zenginleştiriyor. Ayasofya ve Kariye, mimarlık, sanat ve dinler tarihinin tanıkları olarak dünya mirasının parçası olmuş değerli yapılar. Ayasofya ve Kariye’yi yüzyılların tarihini anlatan kitap yapılar olarak anlamlandırmalı; yüzyıllar önce insanların kendi varlıkları üzerine ne düşündükleri, evreni nasıl algıladıkları hakkında bir kitap.
ERDOĞAN’IN FATİH’İN HAYALİNDEN U DÖNÜŞÜ
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın attığı bu iki adım 1923 yılının laik cumhuriyeti ile hesaplaşma ve geçmişe dönerek Osmanlı'nın yükseliş dönemini yeniden diriltme hamlesinin birer parçası. Kendisine Cumhuriyet’in ötesinde, Osmanlı'ya referansla yeni hayali sınırlar çiziyor, bölgede ve dünyada yükselen bir güç görünümü vermeye çalışıyor. Bunu yaparken de gerekirse bütün dünyayı karşısına almaya karar vermiş durumda. Fakat bu yeniden tarih yazımı, ne de olsa her tarih yazımı geçmişle değil bugünle ilgilidir, çarpıtılmış bir tarih.
Oysa Fatih, İstanbul’u fethettiğinde, kendisini yeni Roma İmparatoru yani “Sezar” olarak görmekte ve Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa’nın bir parçası kılmayı istemekte idi. Fatih’in bir yüzü her zaman Avrupa’ya ve Hıristiyan kültürüne dönük olmuştu. Kurduğu imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı. Bu nedenle Fatih, İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. Benzer şekilde İslamiyet’e aykırı olarak İtalyan ressam Bellini’yi İstanbul’a çağırarak portresini yaptırması da boşuna değildir.
Erdoğan’ın Ayasofya ve Kariye referanslarında Fatih Sultan Mehmet ve Osmanlı bolca olsa da, yaptığı aslında Fatih’in hayalinden koca bir “U” dönüşünden başka bir şey değil. Türkiye gittikçe muhafazakârlaşıyor, otoriterleşiyor ve modern dünya ile toplumsal ve kültürel bağlarını yitiriyor. Üstelik bunu dünya ekonomisine en bağımlı olduğu bir dönemde yapıyor. Siyasal İslam’ın geçmiş kurgusu ile bugünün gerçekleri uyuşmuyor ve bu gerilim ülkeyi gittikçe evrensel değerlerden uzaklaştırıyor ve bu hayaller içinde boğuluyoruz.
Tekrar Kariye ile başlayan tartışmaya dönelim ve son olarak her iki yapı da “kilise mi, cami mi, müze mi?” diye soralım.
Her dönemi kendi içinde anlamalı ve değerlendirmeli. Ayasofya ve Kariye kilise olarak inşa edildiler, tarih boyunca yıkıldılar, yeniden yapıldılar, süslemeleri yenilendi. İstanbul’un fethi sonrası ise kenti yeni baştan camiler ile donatmak uzun ve masraflı bir işti. Pratik akıl ile süslemeler sıva ya da ahşap ile örtüldü, minareler-medreseler, yeni süslemeler eklendi ve camiye dönüştürüldüler. Aslında Ayasofya ve Kariye’nin camiye dönüşmesi, ironik bir şekilde yapıların ve değerli süslemelerinin bugüne kadar korunmasını sağladı.
Bugün ise artık ne Roma ne Bizans ne Osmanlı ne de diğer imparatorluklar var. Yeni bir dünyada yeni koşullarda yaşıyoruz. Siyasal ve ekonomik olarak çok daha bütünleşmiş bir dünya bu. Ayasofya ve Kariye gibi yapıların yüzlerce yıldır birikmiş değerleri ile müzeye dönüşmeleri olağan karşılanmalı. Müze olurlarken hiç kimse Osmanlı eklerini, minareleri, medreseleri yıkmayı düşünmedi. Bu ekler artık yapıların ayrılmaz birer parçası, tıpkı fresk ve mozaikleri gibi. Bu nedenle Ayasofya ve Kariye’yi artık kilise ya da cami olarak görmek mümkün değil. İnsanlar Ayasofya ve Kariye müzelerini gezerlerken sadece Hıristiyanlık değil aynı zamanda Osmanlı kültürünü de tanımış oluyorlardı.
Şimdi bu imkân bizim ve tüm insanlığın elinden alındı, Türkiye kendisini modern dünyaya bağlayan iki önemli değerini kaybetti. Ama tarihin bitmediğini, kendi kitabını yazmaya devam ettiğini unutmamalı. Ve bu yapılar ayakta durdukça kitap kendini yazmaya devam edecek.