Dış politika değişecekse, önce cumhuriyet dönüşecek
Olağanüstü durumun ayırdına varmak tüm sorun. Fraenkel’in “İkili Devlet” kitabı bu uygun adım yıkıma yürüyüşün başlangıç aşaması üzerine. İktidarın düşünür-sözcüleri İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Ömer Çelik, Mahir Ünal okumuşlar mıdır? Okusalar tanıdık yönler, anlar bulurlar mı? Sanmam. Çünkü onlar da “kaplana eyer vurduk, dıgıdık dıgıdık dörtnala nurlu ufuklara gidiyoruz, günümüzü gün ediyoruz” sanıyorlar.
Hep nesir olmaz, okuru sıkmayalım, bu defa manzum anlatayım dedim, bakalım beğenecek misiniz?
Doğu Akdeniz’in suları hep ısınır,
Suriye sınırına duvar örülür,
Libya’da askeri üs kurulur,
Mevlâm bana yine dalaş ver.
Terörle ettim ben hep mücadele,
Irak’ta girdim örgütün inlerine,
Dersini verdim Avrupa Birliği’ne,
Mevlâm bana yine dalaş ver.
Karadeniz’den çıkardım gazı,
Kıbrıs’ta attım okkalı tokadı,
Yetişip kurtardım Azerbaycan’ı,
Mevlâm bana yine dalaş ver.
Varsın gavur taksın çipi domuzun beynine,
Ben serdim seccademi Ayasofya’nın zeminine,
Kurban olsun kıskananlar böyle iletişime,
Mevlâm bana yine dalaş ver, savaş ver…
Bu bağlamda bilimsel ve çok daha yetkin bir değerlendirme için dünkü Gazete Duvar’da sevgili Hakkı Özdal’ın yazısını okumayan kaldıysa, hararetle öneririm.
Aynı konuyu, aynı sorunu farklı biçimlerde anlatmaya çalışıyorum kendimce. Tekrardan zarar gelmez diyorum. Teşbihte hata olmaz, ünlü ekonomist Milton Friedman 1970’li yıllarda görüşleri henüz ciddiye alınmazken: “Ancak bir kriz, gerçek olsun veya öyle algılansın, gerçek değişim yaratır. O kriz gerçekleştiğinde, tesis edilen işlemler o anda etrafta dolaşımda bulunan düşüncelere dayanır. İnanıyorum ki bu, bizim temel işlevimizdir: Güncel politikalara alternatifler geliştirmek, bunları dolaşımda ve siyaseten olanaksız olan, kaçınılmaz olana dönüştüğünde (ilk kullanılmak üzere) el altında hazır bulundurmak”* demişti. “Budur belki” diyorum ben de kendime.
Olağanüstü durumun ayırdına varmak tüm sorun. Fraenkel’in “İkili Devlet” kitabı** bu uygun adım yıkıma yürüyüşün başlangıç aşaması üzerine. İktidarın düşünür-sözcüleri İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Ömer Çelik, Mahir Ünal okumuşlar mıdır? Okusalar tanıdık yönler, anlar bulurlar mı? Sanmam. Çünkü onlar da “kaplana eyer vurduk, dıgıdık dıgıdık dörtnala nurlu ufuklara gidiyoruz, günümüzü gün ediyoruz” sanıyorlar. Ya da bindikleri, tasarımı da esasen kendilerine ait taşıta geri vites koymayı unuttuklarını çoktan fark ettiler.
Onlar öyle. Bizi duyacakları da, dinleyecekleri de zaten yok. Ya CHP? Hele Doğu Akdeniz’de dişimize göre hasmımız Yunanistan’la bir savaşımsı olsun, bir savaşçık olsun, arayıp bulamadığımız şu günlerde. Hele avukatların adil yargılanma hakkı için ölüm orucunda can verdikleri bir ülkede. Hele içişleri bakanının o avukatın resmi baronun cephesine asıldığı için “şahsı adına” dava açacağını duyurma cüreti gösterdiği bir ülkede. Biliyorum Fatih’in Bellini atölyesinden çıkma resmi Saraçhane’de vs. Konu farklı.
CHP’den alacağınız yanıtlar hep bellidir: “Canım, falanca genel başkan yardımcımız konu hakkında tüvit attı ya. Efendim, o konuda rapor hazırlanması talimatı verildi. Filanca milletvekilimiz oradaydı, görmediniz herhalde. Sizi bu konudaki ilk toplantıda aramızda görmek isteriz, dilediğiniz gibi fikirlerinizi dile getirmekte serbestsiniz. Gereken açıklamayı sözcümüz yapacak. Ve klasik: “AYM’ye gideceğiz, asla oyuna gelmeyeceğiz.” Sayın Kılıçdaroğlu’nun ağzından billurlaşan deyişle: “Eleştirmemizi istiyorlar eleştirmeyeceğiz.”
Şimdiye dek bir yanıt olsun almak, bir düşünce olsun duymak adına, amuda kalkıp bakıyordum resme. Diyordum ki, “Vazgeçtim cumhuriyetin dönüşümü, çoğulculuk, eşit anayasal yurttaşlık, laiklik, yerinden yönetim, katılımcılık, ademimerkeziyetçi idare reformu, hukuk devleti, şu bu, bunları sormuyorum. Libya, Suriye, Irak, Kıbrıs, Doğu Akdeniz bu konularda farklı, yaratıcı, barışı, müzakereyi, ulusal çıkarları korumada daha düşük maliyete etkinliği önceleyen önerileriniz var mı?” Ona da ses gelmedi. Bana demiyorum, ortaya.
Başka türlü deneyeceğim bugün. Realist okuldan muteber uluslararası ilişkiler düşünürü Stephen Walt FP’deki bir özeleştiri niteliğini haiz son makalesine “Tüm Büyük Devlet Politikaları Yereldir” başlığını vermiş. ABD’den yola çıkarak aslında iç politikanın, doğru kararların, ekonomik kalkınmanın dış politika hatalarından, ülkelerin kendi arasındaki ilişkilerden daha önemli olduğunu belirtmiş. Bizim için de geçerli.
Walt farklı örnekler veriyor. Biz şuna bakalım: Robert Gates en alt basamaktan girip, CIA’nin direktörlüğüne kadar yükselmişti. GW Bush başkanlığında oturduğu Savunma Bakanlığı koltuğundan Obama da onu kaldırmamıştı. CHP ve İYİP’in eski Genelkurmay Başkanı Akar’la ne sorunu olabilir? Hele hem TSK içinde FETÖ’ye karşı bu mücadele verilirken, hele çevremizde bu denli sınamalarla karşı karşıyayken. Hem Akar 15 Temmuz kahramanı değil mi? Öyleyse CHP-İYİP destekli bir aday Cumhurbaşkanı olursa Akar’la şöyle birkaç sene devam etse fena mı olur? Sorun bakalım Sayın Kılıçdaroğlu’na, ne yanıt verecek. Ha Ali Veli, ha Veli Ali mi?
Çünkü bizim dış politika sorunlarımızın tamamına yakını bizim kim olduğumuzun tomografisi gibi. LA Clippers koçu Doc Rivers’in açıklaması çok paylaşıldı. Ben de vücut diline, kendini ifade ediş biçimine, doğrudanlığına, gerçekliğine dikkat çekmeye çalıştım. 'Ne dedi’den çok, 'nasıl dedi’ye. Koçun bir derdi var, zira vicdanı var. Konu hakkında düşünüyor, zira aklı var. Düşündüğünü olabilecek en anlaşılır şekilde, kafasında kırk tilki gezmeden ifade ediyor. Türkçesiyle “gözü, kaşı ayrı oynamıyor.” “Acaba nasıl görünüyorum” diye düşünmüyor. “Acaba LA Clippers patronu ne der?” demiyor. Var mı bizde böyle lider, milletvekili? Var mı çıkıp dış politikada, terörle mücadele denilen bitmez tükenmez savaşta farklı düşündüğünü söyleyecek?
Dinsel veya ulusal bayram, yortu, kandil kutlama alışkanlığım yok. Bu defa kendimce bir istisna yapacağım izninizle. 30 Ağustos Zafer Bayramı’mız kutlu olsun. Kinetik aşaması Dumlupınar’da zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın bir iç savaş niteliği de vardı. Geçmişten kurtulup, geleceğe sıçramaydı. İspanya’nınkinden çok sanki Rusya’nınki gibi bir iç savaştı belki. Ve devrimciydi. Kopuş gerçekleşti, dönüşüm tamamlanamadı, yüzleşme hiç gerçekleşmedi, mahsuplaşmaya hiç geçilemedi. Bugün yine kurucu halk iradesine, şûralara ihtiyaç var. Dış politikanın “düzelmesini” istiyorsanız da oralardan başlamaya, bunlardan, cumhuriyetin dönüşümünden söz etmeye.
Ne neyin nasıl söylenmesi gerektiği hakkında akıl veren iletişim danışmanlarına, ne çaylarından birer yudum çekip buğulu gözlerle Kardak Zaferi’nden (!), Yunan’ı İzmir’de süngü ucunda denize dökmekten söz eden dış politika uzmanlarına (!) ihtiyaç var. Bize Doc Rivers’lar lâzım değerli arkadaşlar.
*“Only a crisis - actual or perceived - produces real change. When that crisis occurs, the actions that are taken depend on the ideas that are lying around. That, I believe, is our basic function: to develop alternatives to existing policies, to keep them alive and available until the politically impossible becomes the politically inevitable.” –yukarıdaki çeviri bana ait.
**Kitap okumaya üşenenler, Murat Sevinç hocamızın Haffner’in, Fraenkel’in, Klemperer’in kitapları üzerine yazılarına Gazete Duvar yazarlar arşivinden erişebilir.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI