YAZARLAR

Kısa Türkiye Tarihi: Acılara rağmen umudun arttığı ‘70’li yıllar

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Sinan Cemgil, Mahir Çayan… Hakkı Bulut’un şarkısında sözünü ettiği gençler, bunlar. Bugün yolumuzu aydınlatanlar, kavgalarını sırtladıklarımız, 20’li yaşlarında devlet eliyle öldürülen, ölümlerine göz yumulan bu gençler. Bunlar adlarını bildiklerimiz. Dahası da var. ‘70’li yıllar biraz karışık: Bir yandan “hoptirililaylay lay lay lilay lom” nakaratlı şarkılar söyleniyor, diğer yandan acılar ve isimler şarkılara raptediliyor.

Geçtiğimiz hafta bir diziye başlamış, Türkiye’nin ‘60’lı yıllarını anlatmış, sonrasını getireceğimi söylemiştim. Bu hafta, diziyi kaldığım yerden sürdürecek, memleketin ‘70’li yıllarından söz edeceğim. Ucundan yakaladığım, çocuk aklımla şahit olduğum yıllar bunlar. Hatırladıklarımı yazmaya muktedir değilim ama araştırarak öğrendiklerimi art arda sıralayabilirim. Karışık ve zengin bir dönem bu. Onun için tek yazıya sığmayacak. Bunu, bir giriş denemesi olarak okuyabilirsiniz. Başlıkta da altını çiziyorum: Kısa, hem de çok kısa bir Türkiye tarihi bu. Elbette müzikli.

12 MART KARANLIĞINI DAĞITAN NOTALAR

‘70’li yılların sınırını iki türlü çizebiliriz. Sınırı iki darbe arası olarak belirlemek, bir seçenek: 12 Mart 1971’de verilen muhtıra ile (27 Mayıs 1960’ta ordunun müdahalesiyle başlayan) ‘60’lı yıllar sonlanıyor, 12 Eylül 1980’e kadar süren bir süreç başlıyor. İkinci seçenek, Alpay’ın “Fabrika Kızı”yla başlayan “pop” hamlesi –ki bu on yılın sonunda arabeskin devreye girmesiyle bu hamle sonlanıyor, ‘80’li yıllara böyle ulaşılıyor.

İki seçenek şüphesiz birbiriyle bağlantılı. 1971’de ordu tarafından verilen muhtıra sonrası yaşananlar, pek çok acının başlangıcı. Aynı zamanda bir uyanışın da başlama vuruşu bu. Yukarıda andığım “Fabrika Kızı”, bu anlamda önemli. Alpay’ın seslendirdiği bu Bora Ayanoğlu şarkısı, o güne kadar yapılanların bir hayli dışında. İlk popüler bestelerden biri ve bu anlamda bir yol açıcı. Hem de, işçilerin sorunlarını pop kulvarına taşıyan ilk plak. Öncesinde halk ozanlarının dile getirdiği bu sorunlar, ilerleyen yıllarda her alandan ürünlerle desteklenecek, arabeskten alaturkaya herkes bu türde şarkılar söyleyecek ama ona gelmeden önce, ‘60’lı yıllara damgasını vuran Anadolu-pop’un dönüşümünden söz etmekte fayda var.

Bir önceki on yılın ortalarında, kentin gözünü köye çevirmesiyle başlayan bir moda, Anadolu-pop. Kolejli gençlerin türküleri Batı sazlarıyla yorumlamasından ibaret. Başta kısır ama sonrasında (bilhassa Moğollar’ın yönlendirmesiyle) bambaşka bir yöne gidiyor. ‘70’li yılların hemen başında bu modanın etkisini yoğun olarak hissettirdiğini görüyoruz. Bir yandan “aranjman”lar ana arteri ele geçirirken diğer yandan bu türün yıldızları bile türkülere meylediyor: Berkant, Sezen Cumhur Önal’ın söz yazdığı yabancı şarkıları seslendirirken “Dere Geliyor Dere”, “Arabamın Atları” gibi türküleri repertuvarına alıyor; Ajda Pekkan, Fecri Ebcioğlu’yla başladığı yolculuğunu Fikret Şenes’le sürdürürken arada “Ben Bir Köylü Kızıyım” gibi Balkan esintili ezgileri yorumluyor. Modern Folk Üçlüsü’nün çok sesli denemeleri ve Üç Hürel’in sert dokunuşları, bu türde yapılan son hamleler. Sonrasında başlayan dönüşüm, ‘70’li yılların ikinci yarısında politik müziğin yükselişine yarıyor.

‘60’lı yılların başında rock’n’roll rüzgârına kapılarak müziğe başlayan kimi isimlerin bir süre sonra Anadolu ezgilerine meylettiğinden ve halkın dertlerini dile getiren şarkılar yaptığından geçen haftaki yazıda söz etmiştim. Cem Karaca, Edip Akbayram ve Selda, yolu açan üç yorumcu. Yanlarına, bir dönem Ahmed Arif şiirlerini besteleyen ve Âşık Mahzuni Şerif türkülerini kendince yorumlayan Fikret Kızılok’u da ekleyebiliriz. Barış Manço ve Erkin Koray aynı hatta ama farklı görüşte iki isim. Bilhassa Barış Manço, bilmediği hayatları plaklarına taşırken temkinli. “Dağlar Dağlar”la başlayan, “Esteron Kalesi”nden “Genç Osman”a uzanan kahramanlık türküleriyle süren bir yolun ucunda kendi sesini buluyor, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”yı, “Aynalı Kemer”i, “Hal Hal”ı yapıyor. Dönemin en büyük hikâye anlatıcılarından biri. Kalbi solda olan, şarkılarını halkın hizmetine sunmuş diğer yorumcular gibi Âşık Mahzuni Şerif türküleri seslendirmiyor, Neşet Ertaş’ı tercih ediyor. Bu ayrım önemli: Soldan gidenler giderek sertleşen bir söylemle ilerliyor ama Manço, kendince bir hümanizm çerçevesinde iki tarafı da kucaklayan şarkılar yapıyor. Bunun sonucunda, dünyada da giderek yayılan progresif çalışmaları ana artere çıkarıyor, memlekette her yeri kaplayan pop şarkıları arasından sıyrılarak kendine bir yol çiziyor.

HALKIN SESİ ŞARKILARLA YÜKSELİYOR

Cem Karaca, Edip Akbayram ve Selda, bu yıllar boyunca neredeyse hep yan yana ilerliyor. Selda, Neşet Ertaş türküleriyle başlayan yolculuğunu şairlerden yaptığı bestelerle taçlandırıyor; Edip Akbayram, Âşık Veysel – Âşık Mahzuni Şerif hattından ilerleyerek çağdaş şiire uzanıyor; Cem Karaca ise “Dadaloğlu”yla başlayan dönüşüm sonrasında kendi yazdığı hikâyeleri anlatmaya başlıyor. Onu diğerlerinden ayıran bu: Anlattıkları, hepimizin hikâyesi. Tamirhaneye gelen zengin kız tarafından ezilen “Tamirci Çırağı”ndan bir işçi sınıfı kahramanı yaratan, “Parka”da hayatını bu yolda kaybetmiş devrimcileri anlatan, “Beni Siz Delirttiniz”de dönemin fotoğrafını çeken Karaca, o dönem kitleleri büyük konserlerde buluşturan isim. Yanlış olmasın, saydığım bütün isimlerin konserleri dolup taşıyor çünkü ‘70’li yıllar müziğin el üstünde tutulduğu yıllar.

Bunda en büyük etken, 12 Mart’ın karanlık günlerine güneş gibi doğan bir lider: Bülent Ecevit. “Umudumuz Ecevit” sloganıyla yola çıkan, seçim meydanlarında “Sev Kardeşim”i, “Hayat Bayram Olsa”yı, “Yarın”ı çaldıran, bizzat yaptırdığı propaganda şarkılarında aydınlık, umut, hürriyet gibi kelimeleri kullanan bu genç lider, iktidara geldiğinde yaptığı bir hamleyle bir anda “kahraman” olmuştu. 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıkartma yapan, adaya “barış”ı götürdüğünü söyleyen Ecevit, sonrasında art arda yapılan plaklarla taltif edilmiş, iktidarını bir süre daha sürdürmüştü. Onu koltuğundan indiren, ‘60’lı yılların yükselen yıldızı Süleyman Demirel oldu. 1977 sonrasında, Türkiye’nin gelgitli yıllarında bir türlü kurulamayan hükümetler, müziğin de değişmesine sebep oldu.

'ARANJMANLARDAN' YERLİ BESTECİLERE

Ecevit’in iktidarda olduğu yıllar, Türkiye’de pop müziğin patladığı yıllar. Henüz adına “pop” denilmeyen, Türkçe sözlü hafif Batı müziği adıyla (ya da kısaca hafif müzik olarak) anılan tür, “aranjman”ın üzerine kuruldu ve yerli bestecilerin ortama girmesiyle zenginleşti. Bora Ayanoğlu ve ününü ‘60’lı yıllardan ‘70’li yıllara taşıyan Erol Büyükburç, bu alanda iki öncü isim. Onları İlhan İrem, Bülent Ortaçgil gibi kendi şarkısını söyleyen isimler, Ali Kocatepe’den Selmi Andak’a uzanan besteciler ve Çiğdem Talu – Melih Kibar, Mehmet Teoman – Cenk Taşkan gibi ikililer izledi. Sezen Aksu, bir yandan başkalarının şarkılarını söylerken diğer yandan kendi şarkılarını yazmaya başladı; Nükhet Duru, yukarıda andığım iki ikiliyle de çalıştı; İtalyan Lisesi mezunu genç Nilüfer, “aranjman”larla başladığı yolculuğunda bizden bestecileri de ıskalamadı. Ajda Pekkan derseniz, tıpkı ‘60’lı yıllarda olduğu gibi bu yıllarda da en büyük isimdi. “Süperstar” ünvanını, ‘70’li yılların sonuna doğru aldı ve gururla taşıdı. Ajda Pekkan, Enrico Macias şarkılarını Türkçeleştirirken onunla yan yana geldi ve Paris’in meşhur Olympia konser salonunda bir dizi konser verdi. Bu, “yüzümüzü güldüren, göğsümüzü kabartan” hamle olarak anıldı.

Tam da bu yıllarda büyük heves ve heyecanla girdiğimiz Eurovision Şarkı Yarışması, art arda alınan hüsranlarla sonuçlanınca, TRT, Ajda Pekkan’ı yarışmaya göndermeye karar verdi. Pekkan, 1980 yılında Hollanda’nın Lahey kentinde yapılan yarışmada sözlerini Şanar Yurdatapan’ın yazdığı, bestesini Attila Özdemiroğlu’nun yaptığı “Pet’r Oil”i seslendirdi. Severek söylediği bir şarkı değildi bu ama dönemi bize anlattığı için önemli. Pop söyleyenlerin bile memleket meselelerini şarkılarına taşıdığı bir dönem bu: Füsun Önal’ın “Fakir Kızın Öyküsü”nü anlattığı, Esmeray’ın “13.5” ile ırkçılık karşıtı söylemler geliştirdiği, Timur Selçuk’un “Türkiye İşçi Sınıfına Selam” çaktığı, Tanju Okan’ın “Parkta Yatıyorum”la isyan bayrağını çektiği yıllardan söz ediyorum. Bunda, ‘70’li yılların bilhassa ikinci yarısında yükselen halk hareketinin büyük etkisi var elbette… Sağ-sol ayrımının giderek daha da görünür hâle geldiği, sokaktaki çatışmaların plak listelerine sıçradığı bir dönem bu. Şanar Yurdatapan’ın bilhassa Melike Demirağ tarafından seslendirilen “şakalı” şarkıları, dönemin yıldızı. Bunu, yukarıda andığım isimleri unutmadan söylüyorum elbette.

'ZEVK İÇİN YATMIYOR KARA TOPRAKTA GENÇLER'

Arabeskin yavaş yavaş piyasayı ele geçirmesi, biraz da müziğin politikleşmesiyle alakalı. Kırdan kente göçün artması, bir başka etken. Arabesk, İstanbul’a çalışmaya gelen ve kentin çeperinde kurulan gecekondulara yerleşen insanlara yönelik bir müzik. Bir yandan geçim sıkıntısından söz ediyor, diğer yandan aşk acısından. İçinde isyan var ama Cem Karaca şarkılarındaki gibi toplumsal değil, bireysel bir isyan bu. Yine de aykırı örnekler var: Orhan Gencebay’ın “Yılların günahı kaderde mi kalacak? / Elbet bir gün insanlık sizden hesap soracak” ve “Bir gün mutlaka göreceğiz biz de / O güzel yarınları / Biz görmesek de görecekler var / O mutlu yarınları” dediği şarkısı “Bitecek Dertlerimiz” ve “Umut yok / Ne bugünden ne yarından umut yok” dizeleriyle başlayan, ters köşeden vuran bir Hakkı Bulut şarkısı olan “Uyan be Kardeşim”:

“Bu ne biçim dünyadır / Zalim zulüm verdikçe ezilenler uyanmıyor // Uyan be kardeşim uyan / Uyan be hemşerim uyan / Uyan anam, bacım uyan / Uyan! // Uyan be kardeşim uyan, biraz düşüncen varsa / Zevk için yatmıyor kara toprakta gençler / Uyan be hemşerim uyan, biraz düşüncen varsa / Senin için yatıyor kara toprakta gençler…”

‘70’li yılları, 12 Mart muhtırası ve sonrasında yaşananlarla başlatabileceğimizi söylemiştim. 6 Mart 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın (27 Mayıs’ta idam edilen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polaktan’ın rövanşı alınırcasına) asılması; 1 Haziran 1971’de Hüseyin Cevahir’in, 19 Şubat 1972’de Ulaş Bardakçı’nın öldürülmesi; Sinan Cemgil ve arkadaşlarının 31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta, Mahir Çayan ve yoldaşlarının 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilmesi; 15 Ağustos 1975’te tedavisine izin verilmeyen Harun Karadeniz’in hapishanede ölümü, yazının başında sözünü ettiğim acıların sadece birkaçı… Hakkı Bulut’un şarkısında sözünü ettiği gençler, bunlar. Bugün yolumuzu aydınlatanlar, kavgalarını sırtladıklarımız, 20’li yaşlarında devlet eliyle öldürülen, ölümlerine göz yumulan bu gençler. Bunlar adlarını bildiklerimiz. Dahası da var. ‘70’li yıllar biraz karışık: Bir yandan “hoptirililaylay lay lay lilay lom” nakaratlı şarkılar söyleniyor, diğer yandan acılar ve isimler şarkılara raptediliyor.

Yazıyı burada bitireyim ama bir virgül koyarak... Önümüzdeki hafta, o yıllarda yaşananlar üzerine yazılmış kimi şarkılardan söz edecek, pop patlamasına değinecek, ‘80’li yıllara doğru ilerleyeceğim. Sonrası, 12 Eylül 1980 ve ardından gelen karanlık yıllar. Yine acıların yaşandığı bir başka dönem…

Önümüzdeki haftaya dair bir teaser vereyim: 30 Ekim 1973 günü, Boğaziçi Köprüsü, büyük bir törenle açıldı ve hakkında pek çok şarkı yapıldı. Köprünün açılışı, Cumhuriyetin 50. yılına denk getirilmişti. Törenin 29 Ekim’de yapılması, bayram kutlamalarına gölge düşürebileceği gerekçesiyle istenmedi. 50. yıl, halk tarafından büyük coşkuyla kutlandı; köprü, ertesi gün aynı coşkuyla açıldı. Ondan kırk yıl sonra, yine bir Cumhuriyet Bayramı’nda, 90. yıla denk gelen gün devlet eliyle yapılan cılız törenin ardından Marmaray açıldı. Halk bu törene katılmadı, otobüslerle getirilenler coşkuluymuş gibi davrandı. Bugün, 30 Ağustos. Çocukluğumda Zafer Bayramı olarak kutlanan gün. Adı hâlâ bayram ama kutlama yasak. Pandemi gerekçe gösteriliyor. 15 Temmuz’daki kutlamalarda, AKP’nin yıldönümünü kutladığı törenlerde, Ayasofya’da kılınan kalabalık cuma namazlarında ve Malazgirt kutlamalarında bulaşmayan virüsün bugün bulaşacağı öngörülüyor. Yukarıda andığım iki Cumhuriyet Bayramı kutlaması, değişen zihniyeti anlatması açısından önemli. Bu zihniyet bugün bayramın kutlanmasına engel ama bu, bir daha kutlanmayacağı anlamına gelmiyor.

Uzatmayayım, burada sahiden bitireyim yoksa yazı başka bir noktaya gidecek. O dönemden çok sevdiğim bir şarkı, bir sonraki haftaya köprü olsun… Şanar Yurdatapan imzalı bu şarkı, Melike Demirağ’ın sesinden dinleyeceğimiz “Yarın”:

“Yarın kan dökenlerin değil, alınteri dökenlerindir / Yarın ocak yıkanların değil, fidan diken ellerindir /…/ Yarın kin kusanların değil çocuk okşayan ellerindir / Yarın korkup susanların değil türküler söyleyenlerindir // Bugün bir lokmayı çok gördüğün unutmaz ızdırabını / Bugün ezip soyup sömürdüğün yarın sorar hesabını / Yarın bizimdir bizim / Dün senin, bugün senin, yarın bizimdir bizim!”


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.