YAZARLAR

Mansur Yavaş mı Ekrem İmamoğlu mu?

Melih Gökçek’in çeyrek asır boyunca “hırpaladığı”, kelimenin tam anlamıyla “tarumar ettiği” Ankara’ya belediye başkanı olan Mansur Yavaş’ın, işinin hakkını vermek için üstlendiği “siyaset üstü” görüntü onu adeta muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adını verdiği ve güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü normlarını, temel demokratik değerleri yeniden hayata geçirecek bir restorasyon döneminin gizli aktörü/kahramanı haline getiriyor. Ancak İmamoğlu’nun Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olması ihtimalinden Erdoğan’ın ve AKP’nin hiç mi hiç hoşlanmadığını anlamak zor değil.

Bir süredir yapılan kamuoyu yoklamalarında muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olarak Mansur Yavaş’ın ismi öne çıkıyor. En son Area Araştırma’nın anketinde “Muhalefetin ortak adayı kim olsa oy verirsiniz?” sorusunu yanıtlayanların yüzde 42.5’i Mansur Yavaş’tan yana tercihlerini koymuşlar. Yavaş’ı yerel seçimlerde İstanbul’u iki kere, üstelik sonuncusunda rakibine 800 bin oydan fazla fark atarak kazanan Ekrem İmamoğlu takip ediyor. İstanbul’a belediye başkanı olduğu andan itibaren İmamoğlu, iktidar medyası tarafından her adımıyla takip edilen bir isim oldu. 24 Haziran’ın hemen ardından muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olacağı, hatta CHP’nin başına geçeceği konuşulmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan birçok kez randevu talep etmesine rağmen görüşememesi; Beştepe’ye diğer büyükşehir belediye başkanları ile birlikte davet edildiğinde yaşadığı kırık sandalye olayı; deprem, pandemi, Kanal İstanbul gibi konularda oluşturulan kurullara davet edilmemesi; pandemi sırasında ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak üzere belediyenin topladığı yardım paralarına el konulması… Belediyenin yetkilerini kısıtlamak, borçlanmasını önlemek ve genel olarak halka hizmet götürmesini engellemek adına şimdiye kadar yapılanlar ve bundan sonra da “yerel yönetimlerde reform” adı altında yapılması planlananlar; iktidarın CHP’li belediyeleri kendi bekası karşısında gerçek bir tehdit olarak gördüğünün göstergesi. Ancak bunun ötesinde, İmamoğlu’nun Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olması ihtimalinden Erdoğan’ın ve AKP’nin hiç mi hiç hoşlanmadığını anlamak zor değil.

Her şeyden önce, İmamoğlu’nun sakin, kontrollü, polemiğe girmeyen ve her görüşten insanı kucaklamaya, aynı zamanda ikna etmek için dil dökmeye hazır siyaset tarzı, 1994 yılındaki yerel seçimi de sayarsak bugüne kadar altı seçim geçirip altısını da kazanmış Erdoğan'ın duygulara seslenen, rakiplerini küçümseyen, kutuplaştıran, seçmeni korku salarak kendisine oy vermeye ikna eden siyaset tarzıyla taban tabana zıt görünüyor. Erdoğan karşısında bir diğer avantajı, Türkiye’nin ortalama siyasetçi profili dikkate alındığında genç denebilecek bir yaşta (50) olması ve hatta yaşından çok daha genç göstermesi. Bu, özellikle genç seçmenle diyalog kurabilmesi bakımından önemli bir avantaj. Muhalefete “Her şey çok güzel olacak” sloganını armağan eden 16 yaşındaki Berkay, kısa vadede bir erken seçim görünmüyorsa, önümüzdeki ilk seçimde oy kullanabilecek.

İmamoğlu gibi polemiğe girmeme ve girmeden demokratik müşterekleri vurgulayan yapıcı bir dil kullanmayı esas alan benzer bir stratejiye, 2018 yılında Erdoğan’ın karşısına muhalefetin adayı olarak çıkan Muharrem İnce de niyetlenmiş, ancak 50 gün süren kampanya sürecinde başta niyet ettiğinden çok başka bir yere gelmişti. Geçen zaman içinde kolayca öfkelenen, kontrolünü kaybeden ve böylece seçim meydanlarının gündemini belirleme gücünü yeniden Erdoğan’a teslim eden Muharrem İnce’nin seçim gecesi yaşadığı duygusal çöküşü, aslında şu ya da bu sebeple kampanya sürecinde adım adım hazırladığını tespit etmek, bugünden bakınca çok zor olmasa gerek.

Tam da bu sebeple, bugün Muharrem İnce, kendisi bundan son derece rahatsız olsa ve bunu her fırsatta dile getirse de, iktidar tarafından tercih edilen bir cumhurbaşkanı adayı olacaktır. İktidar medyasının son günlerde Muharrem İnce’ye gösterdiği aşırı ilgi de bunu yansıtıyor. Öyle ki, 4 Eylül’de başlatacağını açıkladığı ve bu yolla kendisini başkanlık adaylığına, hatta başkanlığa taşıyacağına inandığı 1000 Günde Memleket Hareketi, İmamoğlu’na -en azından olumlu bir içerikle- hiç yer vermeyen iktidar medyası tarafından canlı yayınlarla duyuruluyor. 4 Eylül’den itibaren de Muharrem İnce’ye medyanın bu ilgisinin devam edeceğini düşünmek yanlış olmaz.

Diğer yandan, Area’nın kamuoyu yoklaması, Muharrem İnce’nin muhalefet bloğundan gördüğü desteğin Abdullah Gül ile aynı seviyelerde olduğunu gösteriyor. Muhalefetin ortak adayı olarak 2018’den bu yana ismi geçen ve 2018’de Meral Akşener’in itirazı ile aday gösterilmesinden vazgeçildiği konuşulan Abdullah Gül’ün ise bu sefer Millet İttifakı’nın adayı olması durumunda yeni bir Ekmeleddin İhsanoğlu vakası yaşanıp yaşanmayacağı konusunda şimdiye kadar güven veren bir tavrı olmadı. Aslına bakılırsa Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olmayı isteyip istemediğini dahi bilmiyoruz. Gül’ün adaylığının, Erdoğan’ı ve AKP’lileri öfkelendireceğini tahmin etmek zor olmasa da, muhalefet bloğuna nasıl bir katkı sunacağı, AKP içindeki küskünleri Erdoğan’ın karşısına/Erdoğan karşıtlığına taşıyıp taşıyamayacağı, dahası Ekmek için Ekmeleddin travmasını henüz atlatamamış CHP seçmeninden nasıl bir tepki göreceği belirsiz.

Bütün bu tartışmaların öte tarafında, kameralar önüne çıkmaktan hoşlanmayan, basına konuşmayan, kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili herhangi bir sorunun muhatabı olarak görmeyen; buna karşılık Area’nın araştırmasında görüldüğü gibi kamuoyu nezdindeki popülaritesi gitgide artan Mansur Yavaş var. Melih Gökçek’in çeyrek asır boyunca “hırpaladığı”, kelimenin tam anlamıyla “tarumar ettiği” Ankara’ya belediye başkanı olan Mansur Yavaş’ın, işinin hakkını vermek için üstlendiği “siyaset üstü” görüntü onu adeta muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adını verdiği ve güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü normlarını, temel demokratik değerleri yeniden hayata geçirecek bir restorasyon döneminin gizli aktörü/kahramanı haline getiriyor. Belediye başkanı sıfatıyla konuşan Yavaş, “Biz sizin paranızı harcıyoruz ve devlet memuruyuz. Bakmayın kocaman sıfatlar yakıştırılmasına. Bizim herhangi bir memurdan farkımız yok, maaşımızı da siz ödüyorsunuz. Yaptığımız bütün işlerin parası da sizden çıkıyor” diyor. Yavaş’ın bu sözleri, on dokuzuncu yılına girmek üzere olan AKP iktidarındaki bütün o yol yaptık, köprü yaptık, gaz bulduk, biz yaptık böbürlenmelerinin; biz yönettik, biz kazandık, biz yedik rahatlığının karşısına başka türlü bir yönetim anlayışını koyuyor: Yönetenlerin halkın memuru olduğunu, halka hesap vermekle sorumlu olduğunu, cumhurbaşkanlığı gibi bir makam illaki olacaksa, tıpkı belediye başkanı gibi, cumhurun başkanının da belli bir zümreyi, bir siyasi görüşü, bir parti ya da inancı değil, cumhuru temsil etmesi gerektiğini gösteriyor. Bugün halkın Mansur Yavaş’a gösterdiği teveccüh, aslında bu yöndeki beklentinin ne denli yüksek olduğunu ortaya koyuyor.

Seçim yaklaştığında siyasi geçmişi ve yerel seçim kampanyası sırasında HDP’lilerin “topluma kazandırılması gerektiğini düşündüğü” yönündeki sözleri, Yavaş’ın ortak aday olarak gösterilmesine ket vurur mu bilinmez. Ankara seçmeni, Yavaş söz konusu olduğunda bir kez bağrına taş basmıştı. Şimdiye kadar bundan pişman olduğu da pek söylenemez. Bakalım, muhalefet Millet İttifakı içinde ya da dışında bir ortak müşterek üzerinde birleşmeyi başarabilirse, seçmen bir kez daha bağrına taş basmaya razı gelecek mi?


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.