Trump'ın favori diktatörü
Mısır, daha önceki yazılarda sözünü ettiğim, 2010’larda çevre ülkelerde görülen dış politikaları özerkleştirme eğiliminin bir diğer parçasını oluşturdu. Bunun diğer örnekleri Türkiye ve Suudi Arabistan oldu. Hatta, iktisadi açıdan çok daha zayıf olan Mısır’ın büyük güçlerle ilişkilerinde çok daha rahat hareket ettiği görülüyor.
Bir süredir Türkiye’nin dış politikasını, küresel kapitalist sistem içindeki yeri çerçevesinde tartışmaya çalışıyorum. Bir yarı-çevre, alt-emperyalist ülke olarak Türkiye’nin gerek kapitalist merkez ile kurduğu ilişki gerekse kendi bölgesindeki eylemlerinin, içinde bulunduğu iktisadi bağımlılık açısından ne anlam ifade ettiği üzerinde duruyorum. Buradaki amacım kapitalist merkeze finans, yatırım ve pazar açısından bağımlı ülkelerin dış ve güvenlik politikalarında ne ölçüde özerkleşebileceklerini anlamaya çalışmak.
Daha önce Türkiye üzerinden yürüttüğüm tartışmayı, bu kez kendimizden uzaklaşarak, Türkiye ile bazı açılardan benzer özellikler gösteren Mısır üzerinden yapmak, böylece konuya daha geniş bir perspektiften bakmayı denemek istiyorum. Buradaki amacım şaşırtıcı derecede benzerlikler gösteren Mısır iç ve dış politikasını incelemekten çok, ABD’ye Türkiye’den daha bağımlı bir ülkenin dış politikasında nasıl geniş bir hareket alanı yaratabildiğini göstermek.
SİSİ’NİN MISIR’I
Mısır, Türkiye’den farklı olarak tipik bir çevre ülkesi. Türkiye’nin ucuz işgücü gibi nedenlerle yatırım yaptığı bir ülke. Ekonomisi ve kişi başına geliri Türkiye’nin üçte biri kadar. 250 milyar dolarlık ekonomiye sahipken, 112 milyar dolar dış borcu var. Türkiye gibi stratejik bir konuma sahip ve 2013’ten bu yana önce darbe ile iktidara gelmiş, başta Müslüman Kardeşler üyeleri olmak üzere muhalifleri baskı altına almış ve daha sonraki seçimleri kazanmış, kibarca ifade ettiğimizde otoriter ama açıkça söylemek gerekirse bir diktatör tarafından yönetiliyor. Türkiye gibi dış kaynağa bağımlı olan Mısır, AKP yönetiminden farklı olarak 2016’da IMF’ye gitti ve 12 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. ABD’nin 1979’da İsrail ile uzlaşısından bu yana verdiği yıllık 1.3 milyar dolarlık yardım, darbe ve ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle belli bölümleri askıya alınsa da, genelde devam etti. Bu Mısır’ın İsrail ile barış yapmasının ödülü olarak, ülke siyaset ve ekonomisinde önemli yere sahip Mısır ordusuna sağladığı yardım ve Mısır, İsrail ile birlikte halen ABD’den en çok yardım alan iki ülkeden biri.
DARBE VE DIŞ POLİTİKA
2013’teki Sisi darbesi, Batı’nın Ortadoğu üzerindeki hakimiyetini, ılımlı İslamcılar üzerinden yeniden kurma stratejisinin sona erdiğini gösteriyordu ve bu darbe, kanıtlaması kolay olmasa da ABD tarafından teşvik edilmişti. Dolayısıyla, burada beklenen ABD destekli bir darbenin ardından iktidara gelen, hem iç hem dış meşruiyet arayışı içinde olan Sisi yönetiminin ABD karşısında daha edilgen olacağı, Washington’un çizgisinden ayrılmayacağıydı. En azından 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye’nin deneyimi bu yöndeydi. Ama öyle olmadı. Tam tersine Mısır, daha önceki yazılarda sözünü ettiğim, 2010’larda çevre ülkelerde görülen dış politikaları özerkleştirme eğiliminin bir diğer parçasını oluşturdu. Bunun diğer örnekleri Türkiye ve Suudi Arabistan oldu. Hatta, iktisadi açıdan çok daha zayıf olan Mısır’ın büyük güçlerle ilişkilerinde çok daha rahat hareket ettiği görülüyor.
OTORİTERLER REHİN SEVERLER
Baskıcı Sisi yönetiminin özellikle sivil toplum kuruluşlarına nefes aldırmaması, birçok sivil toplum aktivistini, gazeteciyi hapse attırması toplumu kontrol altında tutmanın bilinen yollarından biri. Zaten basın özgürlüğü konusunda Mısır 180 ülke arasında 166. sırada. Neyse ki Türkiye 154. sırada ve Mısır’ın üstünde. Ama bunun yanında yeni keşfedilen bir yol var ki, burada da Mısır Türkiye’nin önüne geçti. En yüksek sayıya ulaştığında 18 Amerikan vatandaşı Mısır hapisanelerinde yatıyor, dahası işkenceye maruz kalıyordu. Hatta, Mısır kökenli bir ABD vatandaşı kendisine yapılan muameleyi prostesto için açlık grevi yaptığı hapishanede ölmüştü. ABD’deki sivil toplum kuruluşları Trump yönetimine baskı yaparak 2018 sonunda 16’sı Amerikan vatandaşı, 43 sivil toplum kuruluşu çalışanının serbest bırakılmasını sağlayabildiler.
RUSYA DENGELEYİCİ Mİ?
Mısır gibi ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik partneri olarak görülen bir ülkenin Rusya ile geliştirdiği stratejik ve askeri ilişkiler dikkat çekici. Moskova’ya ilk ziyaretini Şubat 2014’te yapan Sisi, bu ülkeyle 3.5 milyar dolarlık askeri anlaşmalar imzaladı, bir yıl sonra ortak askeri manevralar düzenledi. Bu işbirliği ABD’nin itirazına ve CAATSA yaptırımlarını uygulayacağı uyarısına rağmen devam etti ve Mısır Rusya’dan Su-35 uçakları almak üzere anlaştı, bu temmuz sonunda ilk parti teslim edildi. Mısır S-300 ve diğer hava savunma sistemlerini ve savaş helikopterlerini ABD’nin tepkisini göze alarak satın aldı. ABD’nin tepkisine, “sizden F-35 uçakları istedik vermediniz, biz bağımsız bir ülkeyiz, savunmamıza dair kararları kendimiz veririz” gibi tanıdık cevaplar verdi. Yine Rusya'yla, Akdeniz’deki Dabaa şehrinde bir nükleer reaktör inşa etmek üzere anlaştı. Türkiye ile olduğu gibi anahtar teslim şeklinde yapılacak bu tesis için Rusya, Mısır’a kredi desteği sağladı. Bu ülkeye ayrıca Süveyş Kanalı Ekononik bölgesinde yatırım için 50 yıllık ayrıcalıkla bir saha verildi. Sisi yönetimi, ABD’ye rağmen Suriye’de Esad rejimini açıkça destekledi hatta 2017’den itibaren askeri yardım yaptığı haberleri medyaya yansıdı. Libya’da ise Rusya ile birlikte Hafter’i destekledi ve Rusya’nın bu süreçte topraklarını kullanmasına izin verdiği iddia edildi.
Mısır gibi ekonomisi kırılgan bir ülkenin güvenlik ve strateji konusunda Rusya’yı bir dengeleyeci olarak kullanması, ABD karşısında elini güçlendirdi. Ayrıca Rusya iç siyasetle ilgilenmediği için sorunlu alanlardan biri gündeme gelmiyordu. Bu söylem düzeyinde kalmayan, fiilen yaşanan ve süregiden bir stratejik işbirliği şeklinde seyretti ve iki ülke 2018’de stratejik ortaklık anlaşması imzaladılar.
Rusya başka ülkelerde yaptığı gibi Mısır kamuoyunu etkilemeye dönük girişimlerde de bulundu. Resmi El-Ahram gazetesi 2015’te resmi Rossiya Segodnya haber ajansı ile bir anlaşma imzalayarak Rusya’ya dair ve Rusya’nın bakış açısını yansıtan haberler yayınlamaya başladı.
YENİ DOST ÇİN
Tıpkı Rusya’ya yakınlaştığı gibi Sisi yönetimi Çin ile de ilişkilerini geliştirmeye başladı. 2014’te bu ülkeye giden Sisi, Çin lideri Şi ile 6 kez görüştü, Şi Kahire’yi ziyaret etti ve bu ülkeyle silah alım görüşmeleri yaptı. Hatta, Yol ve Kuşak projesine dahil olma isteğini açıkladı, Çin ile Afrika’ya açılımında işbirliği yapmak istediğini belirtti. Çin, Mısır’da insan hakları konusunu hiç gündeme getirmezken, Sisi de Uygur’dan hiç bahsetmedi.
MISIR’IN 'AVRASYACILIĞI'NA ABD TEPKİSİ
1972’de Sovyet danışmanları ülkeden çıkardığından beri Mısır ABD’ye yakın bir ülke olmuştu. Temmuz 2013 darbesine Obama darbe demedi ama Sisi’yi kabul etmedi, yardım iki yıl askıya alındı ve sert eleştiriler geldi. Trump’ın seçilmesiyle işler değişmeye başladı. Trump Sisi’yi Beyaz Saray’da kabul ediyor, ilişkilerinin çok özel olduğunu söylüyor, Pompeo, "ortaklığımız bölgedeki en geniş ve derin işbirliği" diyordu. Sisi ve Trump birbirini övme yarışına giriyorlardı. Bütün bunlar içeride Amerikan karşıtlığının Türkiye’den daha yüksek seyrettiği, hükümet medyasında ABD’nin el altından Müslüman Kardeşleri desteklediği iddiaları ve Sisi’nin Rusya ve Çin ile yakınlaştığı bir dönemde yaşanıyordu. Mısır’ın Rusya ve Çin ile bağlarını güçlendirmesi ABD’deki siyasal tartışmalarda bir Avrasyacılık olarak görülmedi. Bu kavram Mısır için kullanılmadı. Oysa, özellikle Rusya ile ilişkileri silah alımında daha ileri bir aşamaya ulaşmıştı.
ÖZERKLİĞİN DAYANAKLARI
Türkiye, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerden farklı olarak Mısır’ın dış politikasında daha geniş bir hareket alanı yaratması ekonomik büyümesinden kaynaklanmadı. Belli bir büyüme oranı yakalandıysa da Mısır hala genç nüfusun yüzde 40’ı işsiz olan, gıdasının yüzde 70’ini ithal eden, halkın büyük bir kısmının devletin verdiği akıllı kart ile temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği bir ekonomi. ABD ve Batı sistemi genel olarak Sisi yönetiminin Rusya ve Çin açılımlarını bir eksen kayması, Avrasyacı bir eğilim olarak değil, dış politikayı çeşitlendirme, dengeleme çabası olarak görüyor. Bu noktada Mısır ordusunun Avrasyacı eğilimler göstermemesi, yıllardır devam eden doğrudan ABD yardımına bağımlı olmasının da etkisi var. Dolayısıyla, Mısır siyasetinde, ordusunda ve entelektüel çevrelerinde bir Avrasyacılık eğilimi bulunmuyor. Bu durum pragmatik bir dengeleme çabasından ibaret bir arayış olarak görülüyor. Özellikle Rusya’nın desteği kredi şeklinde gerçekleşirken, ABD yardımı hibe şeklinde geliyor. Mısır’da ordu diğer ülkelerde olmadığı ölçüde sınıfsal bir nitelik taşıyor, ülke ekonomisi içinde bazı ölçümlere göre yüzde 40’a varan bir yere sahip. Bu yüzden ordunun Amerikancılığı yalnızca kurumsal bir bağ değil aynı zamanda sınıfsal bir bağımlılık da sağlıyor, aradaki bağı sağlam tutuyor.
Mısır’ın Batı sistemine bağımlı ve IMF kredisine muhtaç bir ülke olarak dış politikada özerkliği, stratejik konumundan ve Batı’nın stratejik kaygılarından kaynaklanıyor. Bunun Marksist literatürde bir karşılığının olmadığını ve her bir vakada yeniden tanımlanması gerektiğini, elimizde genel geçer bir “dış politikada özerklik kriter seti” olmadığını da belirtmek gerekir. Örneğin, Mısır’ın İsrail ile kurduğu özel ilişki, dış politikada elini rahatlatabiliyor. Hem İsrail ile barış yapıp hem de kamuoyunu kontrol altında tutmak, İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosuna destek olarak sınırı kapatmak özel bir çaba gerektiriyor. Sisi yönetimi, bütün otoriterler gibi varlığını negatif olan üzerinden kuruyor: “Ben gidersem istikrar bozulur, kaos olur, bu hem ABD çıkarlarına hem İsrail’e daha çok zarar verir.” Bir bakıma yönetim iç politikadaki alternatifsizliğe oynuyor.
Sisi yönetimi açısından bir diğer önemli nokta Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin mali desteği. 2013 darbesinden itibaren bu ülkelerin Mısır’a 30 milyar doların üstünde destek sağladığı tahmin ediliyor. Bu da yönetimi ekonomik olarak ayakta tutan bir rol oynadı, elini rahatlattı.
ABD açısından bakıldığında çevre ülkelerde darbe ya da başka yollarla iktidar değiştirmek ekonomik açıdan olmasa bile siyaseten riskli girişimler. Genelde ABD sistemindeki ülkelerde iktidar değiştirme operasyonları bir paradigmatik dönüşüm yaşandığında gündeme geliyor. Yoksa, her bir anlaşmazlık, siyasal arayış karşısında başvurulabilecek bir yol değil. Bu tür durumlarda daha çok dış politikada değişimin ABD çıkarlarına ne ölçüde zarar verdiği göz önüne alınıyor. Tabii bu süreçte iktisadi açıdan bir kopuş olup olmadığı, kapanma eğilimi bulunup bulunmadığı, sınırlı stratejik arayışlardan daha fazla önem taşıyor.
Sisi de diğer otoriter liderler gibi bu dengeyi çok dikkatlice kurdu. Son aşamada ABD sisteminden ayrılmayacağının garantisini vererek ama gerektiğinde Almanya, Fransa yanında Rus ve Çin gibi ülkelere yakın durarak dış politikasını çeşitlendirmeyi bildi. Ama Trump yönetiminin yeri hep ayrı oldu.