Misket bombaları
Misket bombası atıldığında, her yere yayılıyordu. Koca bir bölge mayınlanmış gibi oluyordu. Ufaktı her bir ‘misket bomba tanesi’ İki yağmur, biraz rüzgar sonrası, tamamen toprağa gömülüyordu. Sonra öldürmeyi bekliyordu.
Üç eski İsrail askeri arasında yatıyordum. İkisi kadın, bir erkek. Bir de İsviçreli pastacı genç kadın vardı, bir hamak ötede. Alışık olmadığım kadar konforlu bir yerdi. Cibinlikleri vardı hamakların, deliksiz. Mecburi askerlik vardı İsrail’de, kadınlar iki yıl yapıyorlardı, erkekler üç. İyi maaş alıyorlardı. Para biriktirip, sonra geziye çıkıyorlardı. Çok vardı Latin Amerika’da onlardan. Sırım gibi tipler oluyorlardı hep. İnsan öldürmek işinden emekli gerginliği ile tatile çıkma rahatlığı arasında bir yolculuktu onlarınki. Venezuela’da, Amazon ormanları kıyısında ucuz bir kamp yeriydi. Turist rotasında giden bütün seyyahlar gibi, herkes gidecekleri yerlerden ve gittikleri yerlerden bahsediyordu. "Dağda yılan avına gitmeyi düşünüyorum" dedi İsviçreli pastacı genç kadın, "30 dolar" diye ekledi. Bütün yoksullar gibi, hemen ardından her şeyin fiyatı söylenir ‘Backpacker- sırt çantalılar’ arasında. Biraz yılanlardan ve 30 dolardan konuştular. "Öldürüyorlar mı yılanları" diye sordu İsrailli, müstafi asker kadın. Oldukça kısa kesilmiş saçları vardı. Yolculuk için kolaylıktı bu. "Galiba serbest bırakıyorlar" dedi İsviçreli pastacı, güzeldi ve sarışın. Biliyor muyum diye bana baktılar.
"Gazze’ye gittim ben" dedim.
Konuyla ilgisi yoktu ama insanların keyfini kaçırmak istiyordum galiba. Sustu herkes. Sadece cırcır böceği sesi kaldı havada, bir ara. Bana en yakın olan, eski asker döndü "Herkes bize karşı çok yalan söylüyor" dedi. "BBC hep aleyhimize yayın yapıyor."
"Televizyon seyretmiyorum pek" dedim. "Misket bombaları vardı zeytinliklere atılmış, hâlâ patlıyordu. Kendi zeytinlerini toplamak istediklerinde…"
Sonra uyudu galiba herkes. Keyfi kalmadı pek kimsenin…
Misket bombası atıldığında, her yere yayılıyordu. Koca bir bölge mayınlanmış gibi oluyordu. Ufaktı her bir ‘misket bomba tanesi’ İki yağmur, biraz rüzgar sonrası, tamamen toprağa gömülüyordu. Sonra öldürmeyi bekliyordu. Üç gün, beş ay, on yıl ne zaman ve kim üstüne basarsa, patlıyordu.
Her cinayette kan sıçrıyor insana. Birini öldürüyor diğerini sakat bırakıyor bu. Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’i gibi her şey. Suça katın savaşta herkesi, cinayetinize ortak edin irili ufaklı, askere alın mesela ya da en azından alkışlatın katliamlarınızı, ölü sevsin çocuklarınız veya henüz doğmamış bile olanlar….
Zaferi, düşmanlarınızı öldürmekle değil, dostlarınızı cinayete ortak yaparak kazanıyorsunuz ve cinayetler, katliamlar, soykırımlar… Misket bombaları gibi, sonra da patlıyorlar, üç-dört nesil…
Vatan denilen şey, koca bir suç ortaklığından başka nedir ki…