Sanatoryum’da hayalet
Yıllardır kapalı duran, eğitim veremeyen Ruhban Okulu’nun olduğu adaya bir İslami Eğitim Merkezi açmayı birileri ayrıca anlamlı bulmuş olmalı. Ruhban Okulu gibi büyük bir binası olacak, görkemli bir arazi içinde duracak, hiçbir şeyiyle ondan eksik kalmayacak bir eğitim merkezi fikri bu.
Heybeliada Sanatoryumu’nu Diyanet Vakfı’na devretmişler. Üstelik bu haber ancak Umut Oran CİMER’e sorunca kesinleşebildi. Sessiz sedasız, herkese rağmen ve geri dönüşsüz… Her zaman olduğu gibi. Geçen ay Bomonti Bira Fabrikası’nın bir bölümünü devralan Diyanet, şimdi de Heybeliada’daki binayı, geniş çamlık alanıyla birlikte devralmış görünüyor. Haberlere bakılırsa buraya İslami Eğitim Merkezi kurulacak.
İktidar için son yılların gözde kurumu Diyanet, bu malum. Başkanı, Ak Parti’nin hedef ve söylemleriyle müthiş bir uyum içinde çalışıyor. Biraz da bu sayede olmalı, Diyanet Vakfı için maşallah bütün kapılar açılıyor, kimsenin aklına gelmeyecek tahsisler gerçekleşiyor. Ensar Vakfı’ndan, TÜGVA’dan sonra şimdi Diyanet, devletten aldığı destek ve tahsislerle dikkat çekiyor.
Heybeliada Sanatoryumu 2005 yılından beri boş. Anlaşılan Belediye burayı Sağlık Bakanlığı’ndan istemiş daha önce. Ama vermemişler. Başka kurum ve şahıslar oldu mu bu binayı talep eden bilmiyoruz ama çok kalabalık olmadıklarını tahmin etmek güç değil. Çünkü artık ayakta duramayan bu yapıları tamir edip yüzlerce dönüm arazisiyle birlikte yararlanılacak hale getirmek de kolay iş değil. Anlaşılıyor ki Diyanet Vakfı bu konularda hazırlıklı. Bomonti’de de tahsisat duyulduktan kısa süre sonra yıkıma başlamışlardı. Muhtemelen Heybeliada’nın da projesi hazırdır. Nitekim bu tür tabiri caizse ‘kupon tahsisleri’ son dakikaya kadar başarıyla gizliyorlar ki işe taş koyacak bir büyük tepki dalgası oluşmasın.
Göğüs hastalıkları alanında faaliyet gösteren Türk Toraks Derneği, Türkiye’nin en ünlü tedavi kurumlarından biri olan bu hastane için bir imza kampanyası başlattı. "Heybeliada Sanatoryumu Tıp Tarihi Müzesi ve Karantina Hastanesi olsun" diyen bu kampanya için ben de imza verdim. Ama işin aslı, biraz da hızlı ve ezbere bir çağrı gibi bu. İmza verdik çünkü memleketin her güzel köşesinin din eğitimi veren bir kuruma dönüştürülmesini istemeyenlerdeniz. Karantina Hastanesi’ni bilmiyorum, doktorlar madem yazmışlar, böyle bir tedavi kurumuna da ihtiyaç var demektir. Ama ‘Tıp Tarihi Müzesi’nin içinde ne sergileyeceklerini, nasıl bir koleksiyon olduğunu, bu müzeyi ziyaretçi çeken, ilginç ve aktif bir kültür kurumuna kimin nasıl dönüştürmesini beklediklerini bilmiyorum.Türkiye’de bütün eski binaları üstüne ‘müze’ tabelası asıp korumaya alma adetinin bir tekrarı gibi görünüyor bu hamle. Keşke daha ikna edici, daha iyi hazırlanmış bir proje olsaydı…
Ama zaten Toraks Derneği’nin imza kampanyası da bu yazıp çizdiklerimiz de bir şey değiştirmeyecek. Bir kez daha adı Atatürk ile birlikte anılan bir kurum, Cumhuriyet’in simge mekanlarından biri ortadan kaybolacak ve bambaşka bir şeye dönüşecek. Bu simgesel tavır tabii ki bu toplumun bir kısmının canını acıtacak, ama bu belki de özellikle istenen bir şey olduğundan karar vericileri etkilemeyecek. Oysa bu tür yapıların İslamcı ya da laik, sağcı ya da solcu fark etmez, herkes için son derece insani anlamları da var ve en büyük mesele, karar vericilerin bunu görecek halinin kalmamış olması.
Konu gündeme gelince bir arkadaşım kendi aile hikayesini anlattı: Ananesi 1940’ların sonunda tedavi gördüğü Heybeliada Sanatoryumu’nda genç yaşta ölmüş. Geride bıraktığı 2 yaşındaki kızı annesini hiç tanıyamamış. Ölünce yakınları uzakta olduğu için olsa gerek, hemen Heybeliada’ya gömülen ananenin mezarı, geçen yıllar içinde kaybolmuş. Artık yetişkin bir kadın, başarılı bir öğretmen olan kızı, annesinin mezar yerini ne kadar aradıysa da tam olarak bulamamış. “Annem” diye anlattı arkadaşım, “annesinin mezarını yaptıramadı ama hayatını kaybettiği Heybeliada Sanatoryumu’nu onun son durağı, adeta mezarı, bu dünyadaki sona ermiş varlığının simgesi kabul etti hep…”
İşin siyasi yanı bir başka şey daha içeriyor. Onu da sona sakladım ki muhtemelen söz konusu tahsisin temel sebebi bu. Yani laikleri üzmek için yapılabilecek daha pek çok şey, Diyanet’e tahsis edilecek daha ne güzel başka yerler vardır. Ama içinde Rum Ruhban Okulu gibi en önemli Hristiyan eğitim merkezini barındıran Heybeliada gibi bir yer daha yok. Evet, muhtemelen Ortodoks dünyası üzerinde baskıyı artırmak için atılmış yeni bir adım bu. Yıllardır kapalı duran, eğitim veremeyen Ruhban Okulu’nun olduğu adaya bir İslami Eğitim Merkezi açmayı birileri ayrıca anlamlı bulmuş olmalı. Hem de Ruhban Okulu gibi görkemli binası olacak, büyük bir arazi içinde duracak, hiçbir şeyiyle ondan eksik kalmayacak bir eğitim merkezi fikri bu. Eğitim veremediği için Rum cemaatinin ve Fener Patrikhanesi’ni sıkıntıya sokan Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun bir daha açılacağı yok, bunun herkes farkında. Ama bu da yetmiyor olmalı ki onunla rekabet edecek, ona verilmeyen her şey önüne serilecek, Heybeliada’nın kimliğindeki Rum ögelerin yerine mümkünse İslami bir kimlik aşılayacak yeni bir yer kurmaya çalışıyorlar. Tesadüfe bakın ki bu haberin duyulması da 6-7 Eylül anmalarından bir gün önceye denk geliyor…
Bu kadar tesadüf bu kadar simgesellik için bu kadar çok kavga çıkartmaya, can yakmaya değer mi? Bizlerin hiçbir zaman anlamayacağı şey tam da bu galiba…