YAZARLAR

Çocuk gözüyle 12 Eylül günleri…

Nasıl ki 15 Temmuz'u oğluma açık dille tarif edemedimse, bizimkiler de zorlanıyorlar olup biteni bana anlatmakta. "Sokakların çocuklara kalmış olması muhteşem bir şey, tamam da… Niye herkes endişeli" diye düşünüyorum. Ve her ne kadar gizleseler de öğreniyorum ki babamı içeri almışlar, hiçbir şeye anlam veremiyorum, niye ki?

Bu kişisel hikaye, 12 Eylül 1980’den bugüne yaşanan binlerce örneğin oluşturduğu ağır tahribatı, başta Mamak, Metris, Diyarbakır ve daha bilimum cezaevinde yaşananları, işkenceleri (Erbil Tuşalp’e saygıyla), “asmayalım da besleyelim mi” diyenleri ve en nihayetinde darbe sürecinin farklı tezahürleriyle devam etmesini son derece minimal bir örnek üzerinden lanetlemek amacıyla kaleme alındı. Bu mikro anının, 40 yıl boyunca yaratmış olduğu küçük çaplı travmanın; faşizm tarafından idamla yargılanmış, işkence görmüşlerin, 1402’liklerin ve diğer faşizm mağdurlarının yanında devede kulak kaldığının bilinciyle…

Çınarcık’ta Özal’ın orta direk tarifine pek uygun minik bir yazlığımız vardı. Bugünden bakınca belki çok garip geliyor olabilir ama evde telefonumuz yoktu, gerek de duymuyorduk sanırım. Dönemin görece karmaşıklığına rağmen daha sakin ve herkesle dip dibe bir hayat yaşayınca telefona da ihtiyaç yoktu. Hal böyle olunca yazlığa zamansız bir akrabanın çat kapı gelmesi mutlaka sakat bir duruma işaret ederdi, 13 Eylül 1980 sabahı da işte öyle günlerden biriydi.

Dayımı sahilde yavaş yavaş bize doğru gelirken görünce hepimiz kıllandık elbette. Nasıl ki 15 Temmuz'u oğluma açık dille tarif edemedimse, bizimkiler de zorlanıyorlar olup biteni bana anlatmakta. "Sokakların çocuklara kalmış olması muhteşem bir şey, tamam da… Niye herkes endişeli" diye düşünüyorum. Ve her ne kadar gizleseler de öğreniyorum ki babamı içeri almışlar, hiçbir şeye anlam veremiyorum, niye ki? Benim babam kendi çapında, iflah olmaz bir CHP'li, çekirdek aile babası… Naapmış olabilir ki? Sordukça kafam karışıyor, zaten çocukların çok fazla soru sormadığı, büyüklerin de her bilgiyi suyunu çıkartırcasına çocuklarına arkadaşça anlatmadığı yıllar... Annem ağlıyor, ben anlam veremiyorum yaşadıklarımıza, oyun oynamaya devam ediyorum sokakta ama ya babamı bir daha göremezsem?

İstanbul'a dönüyoruz, Beşiktaş’ın en merkezi sokağındayız, yanı başımızda Ülkü Ocakları, iki adım ötemiz bir sürü vukuatın yaşandığı Barbaros Kafe… O yaşıma rağmen çok sayıda patlamaya tanıklık etmişim, gözümün önünde, sokağımızda silahlı çatışma görmüşüm, ancak evde hiçbir zaman böylesi bir matem havası esmemiş. Ablam solcu kitaplarını banyoda yakıyor, ben yine anlamıyorum. Evde büyükler habire bir yerleri arıyor, sonuç olarak öğreniyoruz ki babamı “Hasdal”a götürmüşler. İlk defa duyuyorum ismini ama sonradan öğreneceğim ki sıkıyönetim sorgularının en ağır yaşandığı yerin adıymış Hasdal. İşin tuhafı binada engelli amcam haricinde hiç erkek bırakmamışlar, bugünden bakınca onu da alabilirlermiş aslında diye düşünüyorum.

Evde kasvetli bir endişe hakim. “Pekiyi ben dinler miyim len bu ağır ortamı” diyerek sinsi planlar yapıyorum. "Aaaa babam geliyor, yaşasın" diye bağırıyorum. Herkes sevinçle cama koşuyor, "şakaaa" deyince sanıyorum ki herkes kahkaha atacak...Tahmin edeceğiniz gibi tam tersi oluyor, gülmedikleri gibi yediğim orantısız fırçanın ayarı bile yok. 2,5 yaşından beri gözlük taktığım için bir fiske bile vurulmamış bana. Şimdi bakışlarından anlıyorum, "dua et ki gözlüğün var" der gibiler.

Üç günün ardından babam volta atmayı öğrenmiş, tespihi şakır şakır çeken bir adam olarak eve döndü. Evimiz “geçmiş olsun”a gelenlerle bir anda şenleniyor. Elbette 40 yıl boyunca hiçbir şeyin “geçmeyeceğini” o zamanlardan kestirebilmemiz çok zor. Yine babamın ne kadar şanslı olduğunu, binlerce kişinin o günlerde neler yaşadığını, yaşayacağını o zaman hiçbirimiz bilmiyoruz. Birkaç ay sonra bir kez daha kapımıza gelen askerlerden öğreniyoruz ki, yan binadan meczup bir teyze, bizim binada 10 numaralı dairede "anarşikler" var demiş. Oysa bizim binada sadece 6 daire var, meğer "eh o zaman herkesi alalım, komutana karşı da dötümüzü kurtaralım" mantığına kurban gitmiş binadaki erkekler. Sorgusuz, sualsiz, üst rütbeye karşı risksiz, mantıksız, vicdansız bir 12 Eylül uygulamasının mağduru olmuş babam ve komşularımız.

Babam 12 Eylül’de yaşadığı o 3 günün havasını sıklıkla bize keyifle atacak, aradan 36 yıl geçecek ve bir 13 Eylül sabahı hayatını kaybedecek, siz de bir 14 Eylül sabahı bu satırları okuyacaksınız. Ve yarın bir 15 Eylül sabahına, 40 yıllık sistematik bir baskı rejiminin devamına, aynı darbe anayasası eşliğinde ve aynı zihniyetle hep birlikte uyanacağız…


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.