‘Me too!’, Catherine Deneuve, Charlotte Gainsbourg ve… Gaspar Noe
Büyücü’ ve ‘lanet’ konuları etrafında dönen çok sayıda korku filmini düşününce tema, başlangıçta açıkça çok dikkat çekmiyor. Ancak Noe’nin bu konuları ‘feminist’ bir üslupla ele alma ihtimalinin yüksek olması ve muhtemelen ‘büyücü olan’ değil ‘büyücü sanılan’ kadınları mercek altına alacağı düşüncesi, benzerlerinden çok daha değişik tarzda bir yapım çıkarması konusunda bizi umutlandırıyor.
Yaklaşık iki yıl önce patlak veren ‘Weinstein’ skandalı ve sonrasında gelişen ‘Me too’ hareketi doğal olarak başta Hollywood olmak üzere dünya sinema sektöründe çok büyük bir etki yarattı ve yankıları halen sürmeye devam ediyor.
‘Skandal’ olay, açık bir şekilde dile getirilince doğal olarak genel tepki çok sert oldu ve birçok ünlü kadın oyuncu hatta ‘star’ mertebesine ulaşmış aktrisler de bu olaya destek verdi. Bazen Oscar Ödülleri gibi önemli tören gecelerinde toplu bir şekilde ayağa kalkarak, bazen ise çok sert demeçler vererek bu olayın, genel olarak ‘kadınları ezme ve aşağılama’ tavrının sinema sektöründeki en ‘çirkin’ uzantılarından biri olduğununun ve bu skandalın sadece münferit bir olay gibi görülmemesi gerektiğinin altını çizdiler.
Hatta Hollywood sineması bile geçmişlerinde olan her tarihi hatanın hatta bazılarına göre günahın (JFK suikastı, 2008 ekonomik krizi, Vatikan skandalı…) bedelini ödercesine, bu olayı işleyen filmler (tabii ki bu sefer Weinstein’sız!) çekti.
Neredeyse her ülke sinemasında olduğu gibi Fransız sineması da bu olaydan çok etkilendi, hatta Fransa’nın Oscar ödülleri sayılan Cesar sinema ödülleri gecesinde, benzer bir suçtan dolayı yargılanan yönetmen Roman Polanski’nin son filminin (J’accuse!) yarışmada gösterilmesi ve geceden birçok büyük ödülle ayrılması bazı çevreler tarafından yadırgandı ve protesto edildi.
Ancak bir taraftan da ‘Me too’nun zaman içinde artan ‘aşırılığı’, Fransa gibi Amerika Birleşik Devletleri'ne nazaran çok daha ‘serbest’ bir cinsellik kültürü olan bir ülkede, haklı bir tepkinin biraz ölçüsüz uzantılarının tedirgin etmesi şaşırtıcı olmadı: Catherine Deneuve ve yüz kadar kadın sanatçı olaya biraz daha farklı bir pencereden baktılar. Deneuve, verdiği bir demeçte Weinstein gibi yapımcıların davranışlarının çok yanlış ve suç olduğunu belirtmekle birlikte Amerika’daki katı ‘puritain’ ideolojiden uzak olan Fransa’da, flörtöz ve (zarif) çapkınlık tarzındaki davranışların dava edilmesine yol açacak kadar ileri giden böyle bir tepkinin karşısında tavır aldılar ve ‘aşırılığa’ kayan ‘Me too’ hareketinin söz konusu cinsel serbestlik kültürünü tehdit eden eden bir tutuma dönüştüğünü belirttiler.
Pandemi sürecinin bütün dünya sinemasında yarattığı durgunluktan sonra, Fransız sinemasının en aykırı yönetmenlerinden biri olan Gaspar Noe’nin son filmi ‘Lux Eterna’, tabii ki ciddi bir boyutta merak uyandırıyor… Neredeyse her filmiyle tartışma yaratan, seyircileri ve eleştirmenleri her zaman ikiye bölen, deneysel sinemaya kayan tarzıyla izleyicileri ‘rahatsız etmeyi’, ‘yıpratmayı’ hatta bazen ‘şok yaşatmayı’ seven yönetmen, sinemasını sevsek de sevmesek de kuşkusuz dikkat çeken bir isim… Filmlerinde kullandığı sert üslup, bazen tahammülü güç şiddet sahneleri ve neredeyse ‘X’ sınıfına girebilecek sevişme sekansları ile filmleri, izledikten sonra bile uzun süre etkisinden kurtulamayacağımız bir ‘rahatsızlık’ etkisi yaratıyor.
Tekrar ‘Me too’ hareketine dönecek olursak, Noe’nin son filminde başrolleri üstlenen oyuncular Beatrice Dalle ve Charlotte Gainsbourg, katıldıkları bir radyo programında rol aldıkları film kadar, ‘Me too’ hareketi hakkında da düşüncelerine kısaca değindiler. Gainsbourg, Deneuve’in başlattığı tartışmadan hareketle ‘Bu toplu kadın hareketinin ‘aşırı’ olduğunu düşünüyor musunuz?’ sorusuna ‘Evet, aşırı… Ama aşırı olması gerekliydi!’ cevabını verirken, Beatrice Dalle daha da açık konuşup erkekler yerine kadınlar baskıcı olsaydı durumun çok daha sert (bu anlamda aşırı) olabileceğine değindi ve Cesar ödüllerindeki protestolar üzerine "(Polanski’yi kast ederek) O, umurumda bile değil! Beni asıl şaşırtan, sonrasında patlak veren polemik ortamı!" açıklamasını yaptı.
İki oyuncunun rol aldıkları ‘Lux Eterna’ hakkında bildiklerimiz sınırlı. Sadece filmin genel hatlarıyla, ‘büyücü’ olarak görülen iki kadının hikayesini anlattığını ve yönetmenin birçok defa yaptığı gibi oyuncularına ciddi bir ‘doğaçlama yapma’ alanı bıraktığını biliyoruz.
Ancak Noe’nin sinemasından nefret de etsek, hayran da olsak, bizce tartışılmaz olan gerçek, yönetmenin rol dağılımında ve karakter yaratma aşamasında erkek oyuncular kadar kadın oyunculara da yer açması oluyor. Filmindeki ana karakter erkek bile olsa, yan kadın karakterler asla ‘aksesuar’ gibi durmuyor, kanlı canlı kişiler haline dönüşüyorlar. Hatta bazen hikayenin akışı içerisinde kadın karakterler ‘merkez’ noktasını oluşturuyor, filmin asıl kahramanı haline geliyorlar.
‘Büyücü’ ve ‘lanet’ konuları etrafında dönen çok sayıda korku filmini düşününce tema, başlangıçta açıkça çok dikkat çekmiyor. Ancak Noe’nin bu konuları ‘feminist’ bir üslupla ele alma ihtimalinin yüksek olması ve muhtemelen ‘büyücü olan’ değil ‘büyücü sanılan’ kadınları mercek altına alacağı düşüncesi, benzerlerinden çok daha değişik tarzda bir yapım çıkarması konusunda bizi umutlandırıyor. Üstelik iki ayrı jenerasyondan olsa da gerek Dalle ve gerekse de Gainsbourg filmdeki karakterlerinin bütün katmanlarını göstermek için ideal seçimler gibi duruyor. Dalle, ‘Betty Blue’ gibi filmlerle en uçta gezinen kadınlara bile hayat vermeyi becerdi. Gainsbourg ise Lars Von Trier’in en aykırı roller antolojisinde şimdiden yerini ayırttı.
Kısacası Gaspar Noe, kadın oyuncularla derin kadın karakterler yaratmayı seviyor. Ama onları asla rahat bırakmıyor. Onlara her zaman bazı iç sancılar, dertler, karmaşık duygular, ruhsal gel-git’ler eklemeyi da ihmal etmiyor. Bu karakterler liderliğinde, biz de aşırılıkların kol gezdiği, başımızı döndüren kamera açılarıyla sanki okkalı bir ‘acid’ dozu almış gibi cehennemvari bir yolculuğa çıkıyoruz. Bunu da en iyi bir ‘Büyücü’ yapabilir herhalde…