Yanlış taraf, doğru yer
Taşlar pek yanlış yere düşmüyordu aslında. Biz yanlış yerde duruyorduk. Mısır devlet televizyonunun yayın minibüsüydü bu. Biraz önce ‘El Mahalla’da her şey çok sakin, greve hiç kimse katılmadı’ diye yayın yapmıştı televizyon. Sadece o değil, Al Jazeera, CNN filan bütün kanallar böyle diyordu. Bizse bu gerçekleri, kendi görüntülerimizi dışarı çıkarmaya çalışıyorduk.
Biz minibüse biner binmez, taş sürgülü kapının camını patlattı. İçeri düştü taş, halsiz. Şoför hızlıca kaçmaya çalışıyordu. Kolay değildi bu. Kalabalıktı meydan. İki kişi yetişti arkamızdan. Ellerinde kalın kalaslar vardı galiba, belki de boru. Karanlıkta çok görünmüyordu ama her durumda göçerttiler kaportayı, kalas ya da boru. Hatta biri arabayı sıkı salladı. Öndeki yan cam patladı bu sefer. Kapı döşemesi bile vidalarından fırladı. Saldıranlar mı ? Arkadaşlardı, El Mahalla’nın grevci işçileri. Çıktı şoför kalabalıktan, iyi iş çıkardı. Kimseye çarpmadan, sanırım.
Bir taş yetişti arkamızdan, seke seke tavandan öne düştü. Akçadağlılar gibiydiler, iyi taş atıyordu Mısırlı işçiler. Tavan da göçtü, iki-üç yerden. Herkes başını yukarı kaldırdı. Ben telefonla konuşmaya devam ediyordum, televizyona olanları anlatmaya çalışıyordum.
-Bu kadar ayrıntılı değil tabii ki. Sonra hatırlıyor insan. Bilmiyorum, bana böyle oluyor en azından. Bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor hayat. Böyle olması için pek ölmeyi beklemiyorum. Tek fark bu galiba. Eğer ölürken de geçerse, oldukça uzun olur diye düşünüyorum. 7870 yaşında olmanın iyi tarafı bu. -
-7870 yaşını nasıl buldun derseniz, uyduruyorum. Belki 9342'dir.-
Taşlar pek yanlış yere düşmüyordu aslında. Biz yanlış yerde duruyorduk. Mısır devlet televizyonunun yayın minibüsüydü bu. Biraz önce ‘El Mahalla’da her şey çok sakin, greve hiç kimse katılmadı’ diye yayın yapmıştı televizyon. Sadece o değil, Al Jazeera, CNN filan bütün kanallar böyle diyordu. Bizse bu gerçekleri, kendi görüntülerimizi dışarı çıkarmaya çalışıyorduk ama tek parmağımızı ileri uzatıp, ‘bir dakika izah edeyim’ diyemiyorduk. Sokaklar yanıyordu. Camiler, okullar ateşe veriliyordu. Polisler insan kaçırıp, bilinmeyen yerlerdeki hapislere atıyordu. Tabii ki diktatördü Mübarek…
Polisler çevirdi bu sefer. Ellerinde otomatik silahları vardı. Çelik yelekli, karakol köşesi suratlıydılar. Bilirsiniz işte. İçeri baktı biri. Sorular sordu birkaç tane. Arapça tabii. Komutan yaklaştı. Göçüklere elini soktu, parçalanmış camın arasından içeri uzandı. Üstümüzde, her biri yarım çekilmiş, grev ve çatışma görüntüleri vardı. Dış mihrak tarifine uyuyorduk, tam olarak. Mısır cezaevlerini gezmesek iyi olurdu. -İstemem eksik olsun- Sökülmüş kapı döşemesine baktı komutan. Geçin diye işaret etti. İşçi taşları işimize yaradı yani. Kalın kalas göçükleri -ya da boru fark etmez- bize oradan geçiş vizesi verdi.
Devlet televizyonun minibüsünün içinde, polis-asker barikatının arasında, göçükler ve taşlar hatırına, süzülerek geçti gerçekler…
Yanlış tarafta, doğru yerdeydik, bu sefer…