YAZARLAR

Yeni anayasa, Steven Spielberg, 'Er Doğan’ı kurtarmak'

Yeni bir anayasaya ihtiyacımız vardır, Er Doğan’ı Kurtarmak filmini çekmeye değil. Demokratik bir anayasa istiyorsak öncelikle o anayasayı tartışacak toplumun önündeki ifade ve örgütlenme engellerini kaldıracak yasal düzenlemelere ihtiyacımız var.

“Bu Meclis, yeni bir anayasa yapamaz; yapmamalı da!” Bu cümle, anayasa hukukçusu hocalarımı, arkadaşlarımı, kızdırmış olabilir; “Hadi canım sen de!” dediklerini duyar gibiyim. Elbette, hukukî açıdan, bir parlamentonun yeni bir anayasa yapıp yapamayacağından söz etmek bile abes. Zaten siyaset bilimi de bir “anayasa değişikliği” ya da bir “yeni anayasa” yapma yetkisine sahip olmayan parlamentoya “parlamento” demez. Tıpkı -ne yazık ki- şimdiki gibi yürütmeyi -sözlü ve yazılı önergelerle, gensoru, yürütmenin bütçesi üzerinde hakimiyeti vb. yollarla- denetleme gücü iyiden iyiye elinden alınmış, yetkileri budanmış bir TBMM’ye de “parlamento” diyebilmek için kırk kere düşünüp, üç kere yutkunmak gerektiği gibi: (Yeniden) siyaset bilimi öğrencisi olsam ve finalde “TBMM bir parlamento mudur?” diye gıllıgışlı bir soru sorulsa, muhtemel ya, boş kâğıt verirdim.

Velhasıl elbette hukukî açıdan değil, siyasî açıdan bu parlamento yeni bir anayasa yapamaz; hukukî açıdan yapacağı “yeni anayasa” da olsa olsa Erdoğan’ı yeniden değil, ikinci hatta yine bir katakulli ile bir üçüncü defa daha yeniden seçtirebilmek için çevrilen bir dolaptan, dümenden, filmden fazlası olmaz: Şaka değil, yeni bir anayasa ile Erdoğan, (normal süresinde yapılırsa) değil 2028 yılındaki, 2033’deki ve hatta 2038’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bile aday olabilecek 2043’e kadar ülkeyi yönetme imkânı/ihtimali elde edecektir. Erdoğan o zaman 89, Bahçeli de 95 yaşlarında olacaklar; ne gam!

Yeni bir anayasanın hazırlanması ile ilgili olarak Meclis’te grubu bulunan siyasî parti yetkilileriyle görüşen TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, yaptığı açıklamada; “Bu konuda ‘fikrim var!’ diyen herkesi dinleye[ceklerini]” kimseye kapılarını kapatmadıklarını “…ama bu Meclis Anayasa’yı değiştirme hakkına sahip değildir görüşünü asla kabul etmey[eceklerini] Çünkü bu[nun] antidemokratik bir tavır” olacağını belirtti. Kurtulmuş’un açıklamaları iyi niyetli görünüyor; lâkin yine de aynı fikirde değilim: Bir demokratiklik/antidemokratiklik tartışması açılacaksa, antidemokratik olan şey bizzat bu Meclis’in bir anayasa yapmasıdır. Cumhur İttifakı’nın ittirmesiyle Meclis’in “yapacağı” değil sadece “kabul oyu” vereceği bir (yeni) anayasa, Meclis’in bir yasama faaliyetinde bulunması olarak değil, olsa olsa Steven Spielberg’e özenerek Er Doğan’ı Kurtarmak filmini çekmeye yeltenmesi olarak okunabilir. Anayasayı “siyasî ikbalin mezesi yapmak” da öyle; o da “demokratiklik” diye değil “hinoğlu hinlik” diye okunur.

'BOZUK DÜZENDE SAĞLAM ÇARK OLMAZ'

Bu Meclis yeni bir anayasa yapmamalı, çünkü Meclis’te çoğunluğu sağlamak için muhalefete peşrev çeken Cumhur İttifakı liderlerinin temel derdi, topluma gittikçe daha dar gelen bir anayasadan, bir darbe anayasasından ülkeyi kurtarmak, demokratikleşmek vb. değil, Erdoğan’ın yeniden seçilmesine imkân tanımak: Yeni anayasa, olsa olsa bu konuda kendisine destek vermesi muhtemel kesimlerin/grupların hoşuna gidecek, onların ağızlarına birer parmak bal çalacak tavizlerin eklektik toplamı ve Erdoğan’ın seçilmiş padişahlık beratı olacaktır. Eh artık, Er Doğan’ı Kurtarmak filmi vizyona girer, Erdoğan 2043’e kadar memleketi idare etme şansı yakalarsa onu artık the Reis mahlası ile anmak da bize yakışmaz: O vakit Zillullah-ı fi'l memleket denmeli, Allah’ın memleket üzerindeki gölgesi olarak anmalı kendisini.

Yeni bir anayasa yapılması gerekiyorsa -ki gerekiyor- öncelikle 5187 sayılı Basın, 5237 sayılı Türk Ceza, 5253 sayılı Dernekler ve 2820 sayılı Siyasi Partiler kanunları olmak üzere ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile ilgili yasalar değiştirilmeli; Anayasa’nın ilk üç maddesi dahil, federasyon, LGBT+ hakları, anadilde eğitim, laiklik dahil… akla gelebilecek her konunun özgürce tartışılabileceği, yayın yapılabileceği, örgütlenebileceği bir demokratik ülkeye yol verilmelidir... “Bozuk düzende sağlam çark olmaz.” der Pir Sultan, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin olabildiğince sınırlandırıldığı, sokağa çıkanın dayak yediği, yerlerde sürüklendiği, “Silivri” tehdidinin gazetecilerin, yorumcuların tepelerinde sallandığı bir ülkenin “demokratik bir anayasa” yapabileceğini sanmak için ya saf olmak ya da karşıdakini saf sanmak gerekir.

KURUCU MECLİS

Bu Meclis yeni bir anayasa yapmamalı; yapamaz da. Parlamento’nun yapabileceği ennnn hayırlı iş, evvel emirde ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin sınırlarını genişletecek yasal değişiklikleri yapmak, ardından da 2839 sayılı Milletvekili Seçimi ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki kanunları değiştirerek seçimlerin yenilenmesine karar vermek ve temsil gücü hayli yüksek bir (kurucu) parlamentonun oluşmasına imkân tanımaktır: Yeni anayasayı toplum(sal örgütler, siyasi partiler, üniversiteler…) bizzat konuşacak, tartışacak; demokratik temsiliyet ve uzmanlık bilgisi arasındaki dengenin titizlikle korunduğu bir komisyon yeni anayasayı yazacak; özellikle barajın düşürülmesiyle temsil gücü artan, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra iyiden iyiye budanan yetkilerine yapılacak yasal düzenlemelerle yeniden kavuşacak bu yeni parlamento da yeni anayasayı kabul edecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı uygulayarak Can Atalay’ın özlük haklarını iade edemeyen bir parlamentonun “demokratik bir anayasa” yapabileceğini sanmak için ya saf olmak… Yok ya! saf ve naif olmak da yetmez vallahi; her neyse!

TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASA İHTİYACI VAR MI?

Var! “Ekonomik krizle bunalan halkın yeni anayasa gibi bir gündemi yok!” ya da “1982 Anayasası defalarca değiştirildi, onu artık Evren-Anayasası, Darbe-Anayasası şeklinde düşünmemek lazım” argümanlarının da kifayetsiz olduklarını düşünüyorum.

Evet, çok doğru; şu an için ekonomik krizin her gün biraz daha bunalttığı halkın “yeni anayasa” elbette ki umurunda değil. Ancak, halka, topluma, yeni ve demokratik bir anayasanın bir “süs” bir “lüks” olmayıp ekonomik refahımız da dahil gündelik yaşamımızın her parçasıyla yakından alakalı olduğunu anlatacak, halkı ikna edecek olan da bizzat siyasî partiler, sivil toplum kuruluşları ve medya değil midir? Zaten siyaset de böylesi bir ikna ve tartışma sanatı değil midir? Amaç, niyet gerçekten ve gerçekten demokratik bir toplumu inşa etmek; amaç gerçekten demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, çoğulcu, laik, sosyal bir hukuk devletinin manifestosu olacak yeni bir anayasa yazmaksa, toplumun ikna edilmesi haftalar değil olsa olsa günler alacaktır.

Evet çok doğru; mevcut anayasa, nerdeyse artık sadece ismen 1982 Anayasası: 17 Mayıs 1987’deki ilk estetik ameliyatından, 16 Nisan 2017 Referandumuna, değiştirile değiştirile -Allah uzun ömür versin- Ajda Pekkan’a benzeyen bir Anayasamız var. Şaka bir yana, 42 yaşındaki Anayasa’da 1987’den 2017’ye kadar yapılan değişikliklerin bir iç tutarlılığa dayandığını söyleyebilir miyiz? Her bir değişiklik dönemin konjonktürüne göre, dönemin iktidar(lar)ının çıkarlarına göre yapılan eklektik değişikliklerdir: Sahi, elimizde bir “yamalı bohçadan” gayrı” nemiz kaldı?

Sözün özü; yeni bir anayasaya ihtiyacımız vardır, Er Doğan’ı Kurtarmak filmini çekmeye değil. Demokratik bir anayasa istiyorsak öncelikle o anayasayı tartışacak toplumun önündeki ifade ve örgütlenme engellerini kaldıracak yasal düzenlemelere ihtiyacımız var; peşinden de temsil gücü yüksek, bir parlamentoda olması gereken yetkileri elinde bulunduran bir yeni parlamentoya. Unutmadan, listeye bir de gerçek dertleri “demokratikleşme olan” siyasî liderleri ekleyelim lütfen.

Keyifli günler… 


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.