Yeni Berlin’in müzikli hikâyesi

Ulrich Gutmair, Kolektif Kitap tarafından yayımlanan 'Berlin’in İlk Günleri'nde Duvar’ın yıkıldığı 1989-1997 arası döneme müzik, sanat, işgal, kentsel dönüşüm ve sosyoloji babında bakıyor.

Google Haberlere Abone ol

1961’de inşa edilen Berlin Duvarı, halk tarafından büyük bir heyecanla yıkılmaya başladığında, kentin iki yakasındakiler farklı dünyaları görme fırsatı yakalamıştı. 9 Kasım 1989, Berlin’in ve Almanya’nın yeniden kurulduğu gündü âdeta; 1918 ve 1945’in ardından, Ian Buruma’nın ifadesiyle yeni bir “sıfır saati”ydi.

Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla beraber kentin ve iki Almanya’nın birleşme sancıları pek çok çalışmaya konu olmuştu. Araştırmacıların odaklandığı temel noktalar, Demir Perde ülkelerindeki hareketlenme üzerinden Doğu Almanya’daki gelişmelerdi. Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’ndeki çatırdamaların Almanya’ya yansıması ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı arasında ilinti kurmuşlardı. Bu araştırmacılardan pek azı, Doğu Almanya’daki ve Doğu Berlin’deki kültür-sanat ortamına ve sosyolojik dönüşümlere yoğunlaşmıştı. Onlardan biri de gazeteci Ulrich Gutmair’di.

“Birleşme Yıllarının Sound’u” alt başlığıyla yayımlanan 'Berlin’in İlk Günleri'nde Gutmair, Duvar’ın yıkıldığı ve bir geçiş sürecinin yaşandığı 1989-1997 arası döneme müzik, sanat, işgal, kentsel dönüşüm ve sosyoloji babında bakıyor.

KÜL RENGİ DOĞU BERLİN VE PASTEL BATI BERLİN

1989’dan itibaren Berlin’de duyulan ve çeşitli aşamalardan geçerek günümüze ulaşan müziği, kentin bir kuruluş ve isyan mekânına dönüşümü sırasında soluk alıp veren bohemlik etrafında incelemiş Gutmair. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından kısa süre önce şehre yerleşen yazar, yeni Berlin ve yeni Almanya bağlamında, Batı’nın ve Doğu’nun birbiriyle nasıl buluştuğunu gözlemlemiş. Batı’da yaşayanların Doğu’dakilere farklı bir dünyanın kapılarını özellikle müzikle ve sanatla açışını anlatan Gutmair, bu minvalde Berlin’de gece kulüplerinin ve barların yaşamın merkezi oluşunu, düzenlenen sanat organizasyonlarıyla geçiş döneminin atlatılmasını kitabın ana izleği hâline getirmiş.

Berlin Duvarı, 1989’a kadar kenti yalnızca Doğu-Batı olarak ikiye ayıran bir yapı değil, aynı zamanda kültürel, endüstriyel ve sanatsal bir engel şeklinde şehrin ortasında duruyor. Kül rengi Doğu Berlin’i daha pastel Batı Berlin’den koparan bir beton yığını olarak yükseliyor. Dolayısıyla Berlin Mitte’yi (Orta Berlin’i) dünyadan ayırıp düz bir yaşama mahkûm ediyor. Gutmair, o günlere dair düştüğü notta, Berlin Mitte’nin solgun yüzünü hatırlatıyor: “Mitte dingin ve sessizdir, Uyuyan Güzel’in şatosuna benzer. 1989’a kadar da böyle kalacak. Sonra, insanların artan huzursuzluğu karşısında Politbüro’nun uyku büyüsü bozulacak. Hans Martin Sewcz, Berlin-Mitte’nin sokaklarını fotoğrafladığında Doğu Berlin romantikler için bir cennetti. Bugün sokak fotoğrafları, burada bir zamanlar olanları, burada yaşayanları ve o münzeviliği yitirmenin ne anlama geldiğini düşünmeye davet ediyor insanları.”

Gutmair, Duvar’ın yıkılış sürecini ve 9 Kasım 1989’dan sonra Berlin’deki hızlı değişimi hatırlatırken müziği, dansı ve sanatı merkeze koyuyor. Durgunluk ve coşku, tedirginlik ve isyan, siniklik ve arzunun dışavurumu gibi ikilemleri Berlin’in dönüşümü, tekno müzik ve gece kulüpleri üzerinden anlatırken Berlin-Mitte’deki tekdüze yaşamın değişimini ve insanların ölü toprağını üstünden atışını anımsatıyor.

Berlin'in İlk Günleri - Birleşme Yıllarının Sound'u, Ulrich Gutmair, 224 syf., Kolektif Kitap, 2022.

1989’dan Berlin’in şantiye hâline getirilişine kadar yani Gutmair’in ifadesiyle Duvar’ın yıkılması izleyen yıllarda, “ilk gün ve gecelerin yaşandığı mekânların dönüştürüldüğü döneme dek” olan bitenlerin yazılı bir kaydı 'Berlin’in İlk Günleri'.

Gutmair, kentin kültürel, sanatsal ve mimari dönüşümünün (“die Wende” veya “die Wendezeit”) bir arada yürüdüğünü de söylemeden geçmiyor: “Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin sonunun, birleşme yıllarının sound’u breakbeat, house ve techno’nun beat’leriydi ama aynı zamanda, kompresörlü beton kırıcıların ve moloz kulelerinin gürültüsü, verileri sese dönüştüren modemlerin sıkıştırılmış ses dizeleri, dışarıda dolaşmanın en keyifli olduğu saatlerde duyulan bülbüllerin şarkıları, tarlakuşlarının sabah şamatası, dans pistinin kenarında, sergilerin açılış kokteyllerinde ve barlardaki muhabbetlerdi de.”

1989’dan sonra gerek “metruk” binaları işgal ederek Berlin’i bir kültür metropolü hâline getirme çalışmalarını gerek sanat ve müzik yoluyla bir isyan başlatıp iki Almanya’nın birleşme sancılarını aşma çabalarını anlatan Gutmair, bunlarla yalnızca Almanların değil, Doğu Berlin’e ayak basan gezginlerin, işgalcilerin ve turistlerin de birleştiğini ortaya koyuyor. İşgal evleri, gece kulüpleri, barlar ve sokaklar ise bu birleşmenin ve Duvar sonrası Berlin’de yankılanan müziğin mabedi hâline geliyor. Bu noktada Doğu Berlin’i teknoyla tanıştıranlardan sitayişle bahsediyor Gutmair. Can Oral ve büfeci Serdar Yıldırım bu isimlerden sadece ikisi.

‘HİÇ BİTMEYEN BİR PARTİ’

Duvar’ın yıkılmasıyla birlikte Berlin, sahte hayat içinde hakikati arayan grupların ana mekânına dönüşüyor. Gutmair’in hatırlattığı üzere, Hakim Bey’in görüşleriyle harekete geçen punk’lar, anarşistler, tekno müzik tutkunları ve işgalciler, “coşkulu ve neşeli bir hayat” için ellerinden geleni ardına koymuyor: “Her şeyden önce Bey’in mekân ve zamanda işgal edilmesi gereken gedikler düşüncesi, Duvar’ın yıkılmasından sonra Berlin’de geçerli olan durumu tam olarak tasvir ediyordu sanki. İşte bu nedenlerle Geçici Otonom Bölge fikri bir slogan gibi dilden dile dolaşmaya başladı. Gerçi romantik ve safiyaneydi ama durum göz önüne alındığında hiç de gerçek dışı olmayan bir şekilde, burada insanın belirli bir süre için her istediğini yapabileceği düşüncesini çok iyi tanımlıyordu.”

Gutmair’in gözlemlerine göre, zamanını beklerken atıl kalmış bir şehir Berlin. Özellikle de Kasım 1989’dan sonra âdeta bir anda boy atan kentin doğusu. O tarihten evvel ise Doğu Berlin, yazarın deyişiyle bir ölü misali son derece durgun ve renksiz: “Doğu Berlin geçmişten kalanlarla doluydu. Sokaklarda yapacağınız her gezinti harabeler, boş arsalar ve elli senedir üretilmeyen mallar ve çalışmayan dükkânlar için reklam yapmaya devam eden, soluk ‘yazıtlar’ arasında gerçekleşiyordu. Bu dükkânların sahipleri bile çoktan ölmüştü. Geçmiş zamanların tortu katmanları, semtin yeni ve eski sakinlerinin, bu kırılma ânını yakalamanın mümkün olmadığını daha da sarih bir şekilde hissetmelerini sağlıyordu. Geçiciliğin ve faniliğin bilincinde olmak, ânı yoğunlaştırıyordu ama aynı zaman, tarihe bakışı da keskinleştiriyordu.”

Doğu Berlin’i işgal eden anarşistler, müzisyenler ve sanatçılar, Gutmair’in bahsettiği ölgünlüğü şehirden söküp atmak için var gücüyle çalışıyor. Daha doğrusu, tutku ve coşkuyla yaşamaya uğraşırken Doğu Berlin’i de hızla canlanıyorlar. Tabii geçiş dönemi hükümeti, söz konusu işgallere ve “anarşiye” fazla sessiz kalmadığından güvenlik güçleri ve halk arasında zaman zaman gerilimler yaşanıyor.

Gutmair’in resmettiği 1989 sonrası Berlin, hemen herkesin nefes almasını sağlayan altkültürün bütün gücüyle günlük hayatı yönlendirdiği, barlarla, gece kulüpleriyle, işgal edilen binalarla, otonom bölgenin sınırını çizen sokaklarla farklı bir yaşam alanına dönüşüyor. Üstelik bu alan hayli kozmopolit: “Mitte’nin barlarında, kulüplerinde ve galerilerinde, işçiler ve işsizlerin yolu; ebeveynleri profesör, orta ölçekli girişimci veya yönetici olan profesyonel uyuşuklar, kariyerlerinin başında sanatçılarla ve bohemlerle kesişiyordu. (...) Geceleri Mitte’ye sınıfsız bir toplum ütopisi hâkim oluyordu. Sabahları görüntü değişiyordu. Sabah olunca birileri ebeveynlerinden birer çek alıyor veya çalıştıkları resmî daireye ya da reklam ajansına gidiyor, diğerleriyse bu sırada süpermarketlerden yiyecek çalıyor veya evlerini döşemek için kaldırımlara atılmış mobilyalardan işe yarar parçaları topluyordu.”

“1989’dan sonraki yıllar, yorgunluk belirtileri nedeniyle zaman zaman yoğunluğunu kaybeden ama prensip gereği hiç bitmeyen bir parti gibiydi” diyen Gutmair, Berlin-Mitte’de yaşananların yanı sıra kentte 1989’da başlayıp 1990’ların sonuna dek meydana gelen kültürel, sosyolojik ve sanatsal evrimi, kazanılanlar ve kaybedilenler ekseninde inceliyor.

İşgal edilen gizli servis binalarını, kurulan dans pistlerini, yerleşilen metruk yapıları, barları, eğlence mekânlarını ve sokakları; kısacası yıkılan Berlin Duvarı’nın altında kalan yakın geçmişi ve üstüne inşa edilen yeni yaşamı, müzik ve dans üzerinden anlatan Gutmair, Duvar sonrasında insanların nelerle karşılaştığını 1990’ların başındaki havayı yansıtarak sunuyor okura. Başka bir deyişle Berlin’in ve Almanya’nın Duvar sonrası dönüşümünü daha çok kültürel ve sosyal açıdan ele alıyor 'Berlin’in İlk Günleri’nde.