YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Emma Goldman: Hala Tehlikeli Emma Goldman’ın bu biyografi kitabı, bir devrimci kadının soluksuz süren yaşamını ele alıyor. “Amerika’nın en tehlikeli kadın” olarak ilan ettiği Emma Goldman, İşçi sınıfı direnişi ve kadın devriminin sembolüydü. Emma Goldman'ın yaşamı boyunca sahip olduğu şöhret kısmen, doğru olmayan bir şekilde Başkan McKinley suikastıyla ilgili olduğuna ilişkin iddia ve hırslı bir genç olan J. Edgar Hoover tarafından oluşturulmuştu. 1919'da, sınır dışı edilecek olan Goldman, "Amerika'nın en tehlikeli kadını" olarak tanındı. 1940'da ölümünden sonra, biyografi yazarları, Goldman’ı bir “kahraman” ve “ikon”; hatta “kült bir figür” olarak görecek kadar ileri giderek, şöhretini yaymaya devam ettiler. Goldman hakkındaki tüm çağdaş çalışmalar, bu kitapta yeniden incelenen otobiyografisi Hayatımı Yaşarken’den önemli referanslar içerir. Bu kitapta, Goldman'ın sonradan yaratılmış çeşitli versiyonlarına daha yakından bakmak; onun Amerikan halkına nasıl yansıtıldığını ve yıllar içinde bu konseptlerin nasıl yumuşatıldığını ve değiştiğini belirlemek için görsel ve yazılı kaynaklar kullanmıştır. EMMA GOLDMAN: HALA TEHLİKELİ/C. BRÍD NICHOLSON/ AMARA YAYINCILIK
Darbeye Geçit Yok En uzun gece Gazeteci Abdulkadir Selvi’nin, 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimini haber aldığı andan itibaren aklında tek bir düşünce vardı: “Ne pahasına olursa olsun, darbeye karşı çıkmak.” Selvi’nin o gece gazeteci Hande Fırat’la birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la FaceTime üzerinden görüşerek yaptıkları CNN Türk yayını, darbenin seyrini değiştirdi. Abdulkadir Selvi, 15 Temmuz’un hikâyesini yazmak için birçok isimle görüştü ve söyleşiler yaptı. Bakanlara o gece yaşananları sordu. Milletvekilleri, emniyet müdürleri ve şehit aileleriyle konuştu. Dava sürecinde hazırlanan iddianameleri ve eklerini inceledi. Dev bir yapbozun parçalarını ustalıkla bir araya getiren Darbeye Geçit Yok, 15 Temmuz’un birinci yıldönümünde, darbe girişimine direnen farklı kesimlerin olağanüstü mücadelesini anlatıyor. DARBEYE GEÇİT YOK/ABDULKADİR SELVİ/DOĞAN KİTAP
Kahve Kahvenin dünyası değişiyor. On sekizinci yüzyılın sonundan beri küresel kahve ticaretindeki baskın temayül çekirdeklerin Güneyden Kuzeye hareketi olmuştu. Çekirdekler kölelik ve sömürgeciliğin uzun, şiddet dolu tarihinin derinliklerinden çıkarak daha yoksul Güneyli ülkelerde (çoğunlukla da eski sömürgelerde) yetiştirilmekte, oradan nakledilmekte ve zengin Kuzeyli ülkelerde (çoğunlukla o günkü ve eski emperyalist güçler) tüketilmekteydi. Kahve çekirdeği üretimi, tropik bölgelerde yetiştirilmek zorunda olan kahve çekirdeklerinin iklimsel gereksinimlerinden dolayı Güneydeki ağırlığını korumuştur. Ancak oyunun taraflarından bazıları değişmiştir. Örneğin Vietnam sadece birkaç on yılda adı sanı duyulmamış bir kahve ihracatçısı olmaktan çıkıp dünyanın en büyüklerinden biri haline gelmiştir. Bugün Vietnam’ın kahve ihracatı hacimce -her ikisi de kahve dünyasının geleneksel liderleri olan- Brezilya’nın ardından ve Kolombiya’nın önünde ikinci sırayı işgal etmektedir. Türkiye 2013’te tüm dünyadaki kahve çekirdeği ithalatçıları arasında 30’uncu sıradaydı. Bu durum Türkiye’yi küçük bir Batı dışı ülke grubunun arkasına (Güney Kore, Cezayir, Malezya, Suudi Arabistan, Çin ve Mısır) ve bir sürü varlıklı ülkenin (Norveç, Slovakya, İsrail ve Macaristan dahil) üstüne konumlandırıyor. Ancak belki de en göze çarpan değişim büyüme oranlarında meydana gelmiştir. 1990 ile 2013 arasında Türkiye’nin kahve ithalatı 140.000 adet 60 kiloluk torbadan 842.000 adet 60 kiloluk torbaya yükseldi -yüzde 500’lük bir artış. Bu oran, köklü pek çok kahve piyasasındaki büyümenin kat be kat üzerindedir; kahve ithalatı aynı dönemde Almanya’da yüzde 55, Birleşik Devletler’de yüzde 29 artmış, Danimarka ve İsveç’te ise neredeyse hiç değişmemiştir. 3 Güncel büyüme oranlarına bakılırsa Türkiye gelecek 5-10 yıl içerisinde birçok geleneksel kahve ithalatçısı ülkeyi sollayıp başat bir tüketici ülke konumuna yükselecek. KAHVE/ GAVIN FRIDELL/ VİVO YAYINEVİ/ 2017.
Sevgili Modern Fransız edebiyatının en önemli ve üretken isimlerinden Marguerite Duras, sömürge toplumunun değer yargıları, ailesi ve yoksulluk arasında sıkışmış genç bir kadının ilk aşkını ve ilk cinsel deneyimini kaleme aldığı yarı otobiyografik romanı Sevgili’de, kendi bedeni ve yaşamı üzerinde hakimiyet hakkını kimseye vermeyen tavrıyla, kadın özgürleşmesi yönünde de önemli bir yapıta imza atmış olur. Gerçeklikle imgeselliğin birbirine karıştığı Sevgili, yasaklarla ve benliğiyle boğuşan bir genç kızın kendini yaratma sürecine dair edebiyat tarihinin en şairane, en olgun metinlerinden biri olarak unutulmazlar arasında yerini almıştır. Yayınlandığı 1984 yılında Goncourt Ödülü’ne, 1986’da ise İngilizcede yayınlanan en iyi roman ödülüne layık görülen, tüm dünyada milyonlarca okurla buluşmuş ve sinemaya da uyarlanmış bu ölümsüz eser Tahsin Yücel çevirisiyle yeniden Türkçede... SEVGİLİ/MARGUERITE DURAS/SEL YAYINLARI
Din Devlet Demokrasi Taha Parla'nın 2007-2016 arasındaki bu yazı ve söyleşileri, zaten kusurlu siyasal ve anayasal düzeni daha da bozan gelişmeleri, AKP iktidarının dinci ve reaksiyoner politikalarını, artmakta olan anti-laik uygulamalara karşı hükmü giderek kırılmakta olan militarist Kemalist velayet tortularının çarpışmasını ele alarak bugüne nasıl geldiğimizi anlatıyor: "Dönemin dikkati çeken çok tehlikeli özelliklerinden biri, AKP'nin ortadan kaldırmak istediği ve ihlal ettiği bazı evrensel norm ve değerlerin de Kemalizm'e yakıştırılıp genel, yüzeysel ve sözde bir Kemalizm eleştirisine dahil edilerek küpeşteden denize atılmasıydı. "Belli bir türü bitmekte olan Kemalist militarizmin yerine, AKP'nin, ABD emperyalizminin vesayeti ve nezareti altında zayıflattığı belli bir nesil silahlı kuvvetler komuta heyetinin yerine başka bir komuta heyeti getirdiği, ABD'nin Latin Amerika ve Asya şablonlarına göre AKP'nin kendi polis ordusunu, özel kuvvetlerini ve istihbarat örgütlerini kurduğu, direnişlerini sürdüren demokratik kitle örgütlerinin ve toplumsal örgütlerin giderek şimşeğini çalan "sivil toplum" örgütlerinin genel uzlaşmacılığı, ödüncülüğü ve işbirlikçiliğinin ağır bastığı bir dönem oldu 2007-2015. "Etkisiz bir muhalefetin karşısında otoriterlikten faşizan totaliterliğe doğru adım adım ilerleyen bir parti-hükümeti, daha da güdümlü bir yasama meclisi, artan bir yürütme üstünlüğü, yürütmenin kontroluna alınan yargı, kısıtlanan özgürlükler, artan baskılar, yozlaşan eğitim sistemi, dönemin ayırdedici özelliklerinden bazılarıydı. "Sivil toplum"un "özel alanı" (tabii, din dahil) kazandı veya zarar görmedi, “toplum”un “kamusal alanı” kaybetti ve büyük zarar gördü." DİN DEVLET DEMOKRASİ/ TAHA PARLA/ METİN YAYINLARI
Güneşin Doğmak İstemediği Gün Huu Güneş, uyan artık! Baykuş uyandığında hava hâlâ karanlıktı. Güneş nerede kalmıştı acaba? Baykuş kanatlarını çırparak aşağı indi ve güneşi aramaya başladı. Orman, alışkın olduğundan farklı görünüyordu. Yoksa güneş uyanmayı unuttu mu? Baykuş, “Güneşi uyandırmalıyım” diye düşündü. Ama güneş nerede uyur ki? GÜNEŞİN DOĞMAK İSTEMEDİĞİ GÜN/ MİRJAM ENZERİNK/YKY
Sardalye Sokağı Konserveciliğin zirveye ulaştığı 1930’lar Amerikası’nda fabrika işçilerinin yanı sıra sanatçılar, bilim insanları, fahişeler ve serserilerin bir arada yaşadığı bir dünyadır Sardalye Sokağı. Memleketi California’daki bu küçük sokağın tüm renkliliğini, canlılığını, yaşanılan çelişkileri ve kavgaları okurla buluşturan John Steinbeck, gerçek hayattan esinlenerek unutulmaz karakterler yaratır. Renkli tiplemelerin ve olayların süslediği hikâyede, çalışmayı, düzenli bir hayat sürmeyi, sıradanlaşmayı inatla reddeden Mack’in başını çektiği aylak takımı sistemin dışında yaşamanın, sömürü çarklarına başkaldırmanın, dayanışmanın, ihtiyaç duyulan kadarıyla yetinmenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Her insan gibi hata yapan, kimi zaman coşan, kimi zaman hayata küsen, planlarını her zaman istediği gibi hayata geçiremeyen tüm tanıdık karakterlerin sıradan yaşamlarından sarsıcı kesitlerle gerçek dünyayı usta yazar Steinbeck’in gözlerinden görmek isteyenler için... SARDALYE SOKAĞI / JOHN STEINBECK/ SEL YAYINLARI
Japon Sevgili Alma’yla Ichimei’ye göre bitmek bilmeyen bir süre boyunca, karşılıklı gönderilen bu mektuplar o gizli buluşmaların yerini almıştı. Alma’nınkiler, ayrılık yüzünden acı çeken bir kadının samimi ve kederli mektuplarıydı; Ichimei’nin mektuplarıysa durgun ve billur, berrak bir su gibiydi, ama paylaştıkları o tutkulu aşk satır aralarında yürek gibi çarpıyordu. Bu mektuplar Alma’ya Ichimei’nin o zarif iç dünyasını, heyecanlarını, düşlerini, özlemlerini ve ideallerini apaçık gösteriyordu; aşk buluşmalarından çok, bu mektuplar sayesinde onu tanıyabilmiş, sevebilmiş, arzu edebilmişti. 1939’da Polonya Nazi işgaline uğrayınca ailesi sekiz yaşındaki Alma Belasco’yu San Francisco’da rahat bir yaşam süren akrabalarının yanına gönderir. Dünyanın savaşa tutuştuğu dönemde Alma ile ailenin Japon bahçıvanının oğlu Ichimei Fukuda arasında masum bir aşk filizlenmeye başlar. Pearl Harbor saldırısının ardından ABD’nin ülkedeki Japonlara muameleleri, kamplara kapatılan birçok Japon’unki gibi iki âşığın hayatını da altüst eder. Onlarca yıl sonra ortaya çıkan gizemli mektuplar, kökeni neredeyse yetmiş sene öncesine dayanan olağanüstü bir tutkuyu ortaya çıkarır. Japon Sevgili, Şilili yazar Isabel Allende’nin kaleminden kıtalara ve nesillere yayılan bir aşk, aidiyet ve kader hikâyesi. JAPON SEVGİLİ/ISABEL ALLENDE/CAN YAYINLARI
Hepsi Bu Anneler şöyle demeli. “Öleceksek ölürüz Deniz, bunda korkacak bir şey yok, delireceksek de deliririz bunda da korkacak bir şey yok.” Oysa annem, “Kafanı kaşıyıp durma, tırnak yarası olacak sonra, git şu Eminönü’ndeki eczacı kadına diyorum, bunun için özel reçetesi varmış, bir seferde geçiriyormuş. Ayrıca yaptığın şey hiç hoş görünmüyor,” deyip duruyor. Ayşen Bayazıt Melik sade ve akıcı bir dille kaleme alınmış romanında okurlara “korkmayın, her şey düzelecek, yeter ki hayatı unutacak kadar şaka yapabilin” diye seslenerek, bugün içinde yaşadığımız dünyanın insanlar üzerindeki kötücül etkisini yatıştırmaya çalışıyor. Ayşen Bayazıt Melik romanında bir balkona çıkıyor, aşağı sarkıyor, ama düşmeyeceği konusunda ne okura ne de kendisine garanti verebiliyor. Balkonun yüksekliği okurun durumuna bağlı biraz da... Okurun başı dönmezse aşağı bakabilir, yani okumaya devam edebilir. Düşüp de ölmezse şayet şakanın tam içinde olduğu anlamına gelir. Gerilimi yüksek, ironinin yer yer kara mizaha yerini bıraktığı kuvvetli bir roman... HEPSİ BU/AYŞEN BEYAZIT MELİK/AYRINTI YAYINLARI
Parçalar Parçalar, usta edebiyatçılarımızdan biri olan Ferit Edgü’nüntaslak metinlerinden yola çıkarak hazırlandı. Edgü’nün Çığlık’ında yer alan bu öykü önerilerinin bazıları tamamlandı, bazıları ise yeniden yazıldı. Aslına bakarsanız, Edgü’nün her yerden duyulabilecek güçlü sesine, dokuz farklı ses eklemlendi. Bu yüzden öykü okurlarının gözden kaçırmaması gereken bir çalışma oldu. Edebiyatımızın yaşayan en büyük ustalarından biri olan Edgü’ye saygı duruşu niteliğinde olan bu kitaba, genç kuşağın öne çıkan isimleri katkı sağladı. Ortaya çıkan yapıtların, öykü anlayışımıza yeni bir bakış getirdiğini söyleyebiliriz. Açıkçası hayal gücümüzün sınırlarını zorluyor Parçalar. PARÇALAR/ FERİT EDGÜ/ DEDALUS
Kırık Şeyler Ansiklopedisi Akın Çokuğurluel, çok boyutlu bir roman yazıyor. Yıllar bile birbirine giriyor: Yollar, hayatlar, televizyonlar, alkışlar, kırılan eşya, kırılamayan eşya... Rafine bir dil, geçmişle hesaplaşma, şeylerin varlığı ve önemi Kırık Şeyler Ansiklopedisi’nde geçit yapıyor. Ama ağırbaşlı bir geçit bu. Herkes ve her şey zamanını bekliyor. Şimdi arka kapağını okuduğunuz bu kitabın içini açtığınızda, kimi çizimler göreceksiniz. Nesneler. Şeyler romana göre tanımlanıyor. İddiası da, sükûneti de aynı yerden besleniyor romanın: Her şey metne göre, her şey metne dahil. KIRIK ŞEYLER ANSİKLOPEDİSİ/ AKIN ÇOKUĞURLUEL/ EVEREST YAYINLARI/2017
Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu - Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri Aydınlanma döneminde insanın “içindeki kötülük” formunu alan Şeytan, yeniden somutlaşıyor. Peter-André Alt’ın yedi ciltlik Kötünün Estetiği dizisinin dördüncü kitabı Edebiyatta Kötünün Yeniden Doğuşu: Cehennem Azabı, Şeytan Ayinleri ve Sefahat Alemleri’nde, sonsuz ceza fantazmasını kor ateşiyle harlayan cehennem tasvirlerinin yanı sıra 19. yüzyıl itibarıyla hem gerçeklikte hem edebiyatta kendini gösteren, metruk kiliselerde bilindik Hıristiyan tapınma biçimlerinin tersine çevrilmesiyle gerçekleştirilen satanistik ritüeller ile dindar ahlakın zıddı niteliğindeki sefahat alemleri ele alınıyor. Patrick Süskind’in Koku’sundaki cehennemî tekrar; Marquis de Sade’ın Justine ve Juliette’i ile Huysmans’ın Tersine’sinde konu edilen sapkınlık ayinleri kitabın temel motiflerini oluştururken; William Blake, Jean-Paul Sartre, Thomas Mann, Sacher-Masoch ve Oscar Wilde gibi düşünür, yazar ve şairlerin kuram ve eserleri üzerinden bir okuma yapılıyor. EDEBİYATTA KÖTÜNÜN YENİDEN DOĞUŞU - CEHENNEM AZABI,ŞEYTAN AYİNLERİ VE SEFAHAT ALEMLERİ/PETER ANDRE - ALT/SEL YAYINLARI
Postmodern Coğrafyalar - Eleştirel Toplumsal Teoride Mekânın Yeniden İleri Sürülmesi Toplumsal bilimlerde“mekân”uzun süre tarihselciliğin gölgesinde kaldı. Düşünürler hep tarihsel olana, süreçlere odaklanıp mekânı yapay, ampirik düşünceye ve diyalektiğe aykırı görürken coğrafyacılar da kendi disiplinlerine saplanıp kaldılar.Postmodern Coğrafyalar’da Edward W. Soja, mekânın eleştirel teoride yeniden boy gösterme sürecini ele alarak, bu süreçteki tartışmaları gözler önüne seriyor. Foucault ve Lefebvre’den Giddens ve Castells’e dek yirminci yüzyılın pek çok düşünürünün coğrafya ve kent planlamasına bakışını inceleyen Soja, postmodern dönemin coğrafi veçhesine odaklanarak tarihi mutlaklaştırıp coğrafyayı geri plana iten yaklaşımların kapsamlı bir eleştirisini yapıyor ve eleştirel toplumsal teoriyi mekânı içerecek bir kapasiteyle donatıyor. Coğrafya disiplininin sınırlarını aşan bu çalışmasında Soja, Marksist coğrafyacıların mekân konusundaki eksiklerini irdelemenin yanı sıra toplumsal mekâna odaklanan kendi diyalektik düşüncesinin de temellerini atıyor. POSTMODERN COĞRAFYALAR - ELEŞTİREL TOPLUMSAL TEORİDE MEKANIN YENİDEN İLERİ SÜRÜLMESİ/EDWARD W. SOJA/SEL YAYINLARI
Wonder Woman - Yeni Dünya Binlerce yıldır, Cennet Adası’nın Amazonları erkeklerin yıkımından uzakta, güçlü bir toplum kurmuşlardı. Ama içlerinden biri bu izole yaşamdan mutsuzdu: Diana, Amazonların Prensesi,adanın ötesinde çok daha büyük bir dünya olduğunu biliyor ve onu keşfetmek istiyordu; ancak korumacı annesi tarafından engelleniyordu. Diana kaçma fırsatını hayatında gördüğü ilk adam, Hava Kuvvetleri pilotu Steve Trevor ada sahiline çakıldığında buldu. Pilotun durumu kritikti ve Diana onun hayatını kurtarmak için çok uzun zamandır Amazonlara yasak olan Erkeklerin Dünyası’na adım attı. Amazonlar ise peşinden gelecek ve onu Cennet Adası’na zincirlere vurarak geri götüreceklerdi çünkü Diana onlara zulmeden dünyadan uzak durmayı emreden en eski kanunlarını çiğnediği için yargılanmalıydı. WONDER WOMAN YENİ DÜNYA/GRANT MORRISON - YANICK PAQUETTE/YKY
Mavi Kurtlar Kenti Mavi Kurtlar Kenti’nde deniz mavi. Gök mavi. Korkular da mavi. Ya kurtlar? Onlar da... Günlerden bir gün kente kırmızı bir kurt gelir ve her şey değişir. Ödüllü İtalyan yazar ve çizer Marco Viale’nin öyküsü, ezberleri bozup okuru tüm renklere davet ediyor. MAVİ KURTLAR ÜLKESİ/MARCO VIALE/ ÇINAR YAYINLARI
Melo Balık Tarlası Sokağı insanları, çocukların balıklarla konuştuğu zamanları anlatır. Bizim çekingen Melo da bu zamanın öykülerini işiterek büyüdü. Hatta bir gün, o da bir balıkla göz göze gelmeyi başardı. Pıtır adını verdiği yüzgeçli dostuna anlatacak öyle çok şey vardı ki. Alınganlıklar, hayal kırıklıkları...Ancak Pıtır gelmez oldu. Denizde yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve kimse bunun farkında değildi. Derken Melo, yıllar önce savaştan kaçıp mahalleye göç etmiş Tisu Teyze’yle tanıştı. Aranan cesaret sohbetlerde, geçmişin öykülerinde ve bir tutam yaratıcılıkta gizliydi…Çocuk Edebiyatı yazarlarımızdan Ak, edebiyattaki 30. yılını selamladığı romanı Melo’da, yitirilen çevre bilinci ve katılımla kazanılan özgüven üzerine bir öykü anlatıyor. MELO/SEVİM AK/CAN ÇOCUK
Mandolin Çalan Pangolin As’ın annesi ve babası şehirde iş bulunca, As artık onların yanına taşınabilecek ve okula başlayabilecekti. Ama nineyle dededen ayrılmak, hele ormandaki arkadaşlarıyla vedalaşmak çok zordu. Dostları Yavaş Hayvan ve Karınca Yiyen’in özlemiyle şehre taşınan As, okulla birlikte sirke gideceklerini duyduğunda, aklına hemen ormanda karşılaştığı hayvan kaçakçıları geldi. Ama bu istenmeyen sirk ziyareti sayesinde yeni, farklı bir arkadaşla daha tanışacağını bilemezdi! Can Göknil, üç öyküden oluşan dizisinde okurları, küçük bir çocuğun hayvanlarla kurduğu dostluk üzerinden farklılıklar, hoşgörü ve doğayı korumak üzerine düşünmeye davet ediyor. MANDOLİN ÇALAN PANGOLİN/CAN GÖKNİL/CAN ÇOCUK
Annemin Kelimeleri “Annemin beyninde bir sorun olduğunu yüzüne bakıp da anlayamazdınız, ama ağzını açtığı anda işin rengi değişirdi. Sesi küçük kızlarınki gibi çok tizdi ve sadece yirmi üç kelime biliyordu. Sayıdan eminim, çünkü annemin söylediği şeylerin listesini yapıp mutfak dolabımızın içine raptiyeliyorduk. Bunların çoğu iyi, daha ya da sıcak gibi sık kullanılan kelimelerdi, ama içlerinden bir tanesi vardı ki onu sadece annem söylerdi: soof.” Heidi doğum tarihini bilmiyor, babasının kim olduğunu da. Aslında Heidi’yle annesinin geçmişine dair her şey bir sis perdesiyle kaplı... Heidi annesinin kelimelerinden “soof”un peşine düşüp, onun geçmişiyle ilgili her şeyi öğrenmek üzere bir yolculuğa çıkıyor. Yanında eski püskü kırmızı bir kazak, birkaç fotoğraf ve şansıyla... Evden uzakta, anne kızın geçmişine ait eksik parçalar bir bir tamamlanıyor. ANNEMİN KELİMELERİ/SARAH WEEKS/CAN ÇOCUK
Geçiş Ayinleri - Deniz Üçlemesi I Vaftiz babasının torpiliyle yerleştirildiği resmi görevine başlamak üzere olan Edmund Talbot’u taşıyan savaş gemisinden bozma köhne yolcu gemisi,İngiltere’den Yeni Dünya’ya varmak üzere demir alır. Bir lord edasıyla güverteye adım atan genç adam bütün yolculuğu günlüğüne kaydeder. Gemiciler,askerler ve göçmenlerle dolu gemide daha ilk günden kaptanla iktidar mücadelesine giren küstah Talbot, su üzerindeki bu küçük dünyanın koşullarını kabullenmeye çalışırken beklenmedik olaylarla karşılaşacaktır. İngiliz sosyal ve sınıfsal yapısına has özelliklerin, güvertenin tümüne ve kamaralara sızdığı bu klostrofobik gemi, bir utanç tiyatrosuna sahne olacaktır.Deniz Üçlemesi’ninbirinci kitabı olan ve Nobelli yazar William Golding’e Booker Ödülü de kazandıran Geçiş Ayinleri, insanın karanlık yönlerini açığa çıkaran, doğruyla yanlışı alaşağı eden, kutsalı parodileştiren olağandışı bir kurgunun, yazarın edebi dehası ve dil işçiliğiyle yoğrulduğu, klasikleşmiş bir eser. GEÇİŞ AYİNLERİ - DENİZ ÜÇLEMESİ I/ WILLIAM GOLDING/SEL YAYINLARI
Esneyen Boşluk Berkun Oya’nın yıllardır beklenen metinleri "Esneyen Boşluk" adıyla nihayet kitaplaşıyor. Öyküler, gazete yazıları, tiyatro oyunları ve bir yazarlık jesti olarak “terk edilmiş bir roman”...Bu kitap yıllar içine dağılan metinlerin bir retrospektifi. Hepsinde ayrı bir dönem, hepsinde başka bir verim. Okunmayı, şerh edilmeyi bekliyor. Boşluk, önce kendini esnetiyor.“Sen artık benim içimde esneyen bir boşluksun, birbirimizi kandırmayalım, bitti, buraya kadar... İyi bak kendine, mevsim dönüyor, zibidi gibi çıkma sokağa, sıkı giyin, gece yarılarında abuk sabuk mesajlar atma insanlara, o saatte bir mesajla kalkıp gelenlere tüm hayatını ortaya serme, her sigaraya öpücük verme. İnsanlarla beni konuşma, elâlemin diline düşürme, ne kendini, ne beni."Soran olursa, hastaydı, uyuttuk dersin. Ben aşağı sokakta o kör kızın köpeğiyle dalaşmıştım hatırlıyor musun, geçen yaz, uzun uzun suratına bakmıştık hani kızın ikimiz de, köpeği de üstüme atlamıştı benim, çıkık çeneli, kumral bir kız, hatırladın mı? Bul o kızı, dinle beni, bir bildiğim var da söylüyorum, tanıyorum seni, iyi tanıyorum. Lafımı dinle, bul o kızı... Hadi, çıkıyorum ben bu evden artık, son kez, sensiz ve tasmasız, hakkını helal et, aç kapıyı.” ESNEYEN BOŞLUK/BERKUN OYA/EVEREST YAYINLARI
Trans-Atlantik 20. yüzyılın en önemli yazarlarından Witold Gombrowicz, başyapıtlarından Trans-Atlantik’te modern dünya insanının başlıca açmazı göçmenlik ve yersiz-yurtsuzlaşma deneyimini ele alır. Eski söylence ve anlatı tekniklerinden esinler taşıyan bu benzersiz roman, belki de yazarın en kişisel eseridir. II. Dünya Savaşı arifesinde, ülkesini Nazilerin işgal etmesi üzerine Arjantin’e ayak basan ve anavatanıyla da, kendini yok eden anakarayla da bağlarını koparan genç bir yazarın şenlikli ve absürt maceralarını anlatan Trans-Atlantik, özünde pusulasını kaybetmiş bir dünyada ferdin devletle ve tarihle hesaplaşmasını konu edinir. TRANS-ATLANTİK/WITOLD GRAMBOWICZ/EVEREST YAYINLARI
Livaneli Kitabı Livaneli edebiyatı üzerine Türkiye'de ve dünyada birçok akademik çalışma yapıldı, tezler yazıldı. Bu kitap, alandaki çalışmalara önemli bir katkı niteliğinde.Ülkemizin önde gelen edebiyat bilimcilerinden Prof. Dr. Onur Bilge Kula, sanatçı Zülfü Livaneli'nin sanatını anlatan, kendi çağlarının ve toplumlarının sürgünü olan benzerleriyle buluşturan bir çalışma kaleme aldı. Hegel, Marx, Lukács, Brecht, Adorno, Thomas Mann ve Anne Seghers'in satırlarıyla açılan evrensel dünya, Livaneli'nin sanatının, çağı ve coğrafyayı aşan, insanlığın ortak yazgısına ulaşan gücünün kanıtı haline geliyor adeta. Kula, Mutluluk'tan Serenad'a, Kardeşimin Hikâyesi'nden Konstantiniyye Oteli'ne, Leyla'nın Evi'nden Huzursuzluk'a, milyonlarca okura ulaşmış romanlara getirdiği çözümlemelerle, Livaneli okurlarına, yazarın külliyatına katmak isteyecekleri bir kitap hediye ediyor. LİVANELİ KİTABI/ ONUR BİLGE KULA/DOĞAN KİTAP
Manhattan'da Üç Oda Türk edebiyatının büyük ustalarının çevirdiği Simenon romanlarından oluşan dizinin sekizinci kitabı, 1945’te New York’ta yazılan ve Türkçeye Oktay Akbal tarafından kazandırılan Manhattan’da Üç Oda. Otobiyografik izler taşıyan romanın kahramanı bu kez Maigret değildir, yaşamının “duraklama devrine” girmiş bir aktördür. Tutku ve belirsizlikle dolu bir aşkı anlatan Manhattan’da Üç Oda’da François ve Kay’in gölgesinde, o sıralar hayatının en çalkantılı dönemini geçirmekte olan Simenon’u ve sonradan eşi olacak sevgilisi Denyse’i görmek mümkündür. Romanda, bir gece barda tesadüfen tanışan François ve Kay’in gelgitlerle dolu ilişkisi, Manhattan sokaklarında ve en çok da “üç oda”da geçmektedir. Kahramanlarının psikolojisini yansıtmakla ünlü Simenon, söz konusu gelgitleri, bütün boyutlarıyla bu kara romanda okura sunar. Tüm dünyada en çok okunan Simenon romanlarından biri olan ve beyazperdeye de aktarılan kitabı Türkçeye 1972 yılında, yazar Oktay Akbal kazandırmıştır. Daha önce de bir Maigret romanını çevirmiş olan Akbal’ın Simenon’a duyduğu ilgi bilinmekte ve bu Manhattan’da Üç Oda’yı daha da özellikli hale getirmektedir. MANHATTAN'DA ÜÇ ODA/ GEORGES SIMENON/EVEREST YAYINLARI
Kendine Ait Bir Roma Millet ve vatan kavrayışlarının tarihi ile ilgili tartışmaları derinleştirebilmek için, gerek bu unsurların, gerekse bunları paylaştığımızı tahayyül ettiğimiz başka insanlardan oluşan topluluklara duyulan aidiyet hissinin tarihine eğilmek gerekir. İşte burada zihnimizin hayret kapısını ardına kadar açık tutmakta yarar var. Vatan, il, yurt, ulus, kavim, millet, soy gibi kavramların mazisi hepimiz için sürprizlerle dolu. Geçmişin en az bizim kadar incelikli insanlarının bu kavramların içini nasıl farklı şekillerde doldurduklarına yakından bakmak zorundayız. Osmanlı devletinin şemsiyesi altına girmiş insanları ve onlara ait toprakları anlayabilmek için karşımıza çıkan en önemli anahtar kelimeler arasında diyar-ı Rum ve Rumîlik var. Bu sözcüklerle birlikte birçok soru sökün ediyor: Diyar-ı Rum neresidir? Bir tür vatan mıdır? Anadolu mudur Roma mıdır? Kimlere Rumî denmiştir? Roma kimliğinin ve kültür mirasının tapusu Bizans’tan Batı’ya mı geçmiştir? İnsanlığın geçmişi bize farklı yerelliklerin mümkün olduğunu, “bir yer’in insanı olmanın” çok farklı şekillerde yaşanabileceğini gösteren nice hikâye sunuyor. Diyar-ı Rum’a dair bu küçük kitap bu hikâyelerden birine odaklanıyor. KENDİNE AİT BİR ROMA/CEMAL KAFADAR/METİS