Yeni normalleşme zamanı: Üniversitelerde uzaktan öğretimi tasarlamak

Uzaktan öğretim deneyimlerinin paylaşımı, kısıtlı insan ve maddi kaynağı olan üniversitelerin birbirlerine destek olması Türkiye üniversiteleri arasında öğrenme toplulukları yaratmada bir adım olabilir.

Google Haberlere Abone ol

Serap Emil*

Üniversitelerin pandemi sonrası deneyimlerine ilişkin yazdığım üçüncü yazıya hoş geldiniz. Aslında biraz geç de kaldım zira bu çevrimiçi hayat ve yeni döneme hazırlıklar oldukça yorucu geçiyor. Kimi zaman toplantılar akşam 11’lere kadar sürüyor ama verimlilik açısından baktığımızda kendi adıma çok da iyi hissetmediğimi söylemeliyim. Bu minvalde ilkbahar dönemi uzaktan öğretiminin yıpratıcı etkilerini üzerimizden zor da olsa attıktan sonra gelecek döneme ilişkin uzaktan öğretim hazırlıklarında ilerlemiş olduğunuzu umuyorum. Ancak, okul öncesinden üniversiteye kadar 25 milyondan fazla öğrencinin olduğu eğitim sistemimizde belirsizlikler sürüyor. Sağlıklı veri akışına dair soru işaretlerinin olduğu ve “yeni normal”in pek de normal gibi yaşanmadığı bir ortamda basından gelen sayılar endişe verici. Aileler yorgun, öğrenciler okullarını özlemiş, eğitimciler uzaktan öğretime geçişe dair soru işaretleriyle dolu... Ve hepimiz gelişmeleri takip ediyor ve bu akademik yılda bizi tam olarak ne beklediğini kestirmeye çalışıyoruz.

30 Temmuz 2020 tarihinde yayımlanan YÖK “Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci” raporu gelecek dönem uzaktan öğretime dair bazı süreçlerin nasıl işleyeceğini içeriyor. Rapor, yeni normalleşme sürecinde yükseköğretimde düşünülmesi gereken çerçeve prensipleri beş ana başlıkta sunmuş: Uzaktan öğretim uygulamaları, uygulamalı eğitimler, ölçme ve değerlendirme uygulamaları, uluslararası öğrenciler ve son olarak kongreler ve değişim programları. Üniversite yönetimlerinin yerel otoritelerle işbirliği içinde bölgesel ve yerel gidişata göre uzaktan ya da yüz yüze eğitime karar vermesini tavsiye ediyordu. Son günlerde üniversitelerin açılacağına dair gelen haberler ise yine merkezi bir karar alınacağı şüphesini uyandırıyor. Üniversiteler aksi bir karar çıkmadıkça uzaktan öğretim yapacak gibi görünüyor ancak bazılarında sınav ya da uygulamalı derslerin yüz yüze yapılacağına dair kararları duyuyoruz.

Bu dönem daha nitelikli uzaktan öğretim yapabilmek için üniversite yönetimlerinin, senato, fakülte ve bölüm kurulu gibi mekanizmaları çalıştırarak uzaktan öğretim hazırlıkları içinde olduklarını ve hatta yeni döneme hazır olduklarını umuyorum. Bu kararlar arasında kanımca öğrencilerin teknolojiye erişim kısıtlılıkları ilk sırada yer almalı. Geçtiğimiz dönem bilgisayarı olmayan ya da internet erişim sorunları yaşayan öğrenciler derslerini bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu dönem de benzer durumların yaşanması eğitim hakkı açısından oldukça sorunlu ve eşitsizlikleri daha da derinleştirecek bir durum. Konuyla ilgili geçenlerde rastladığım bir Twitter hesabı, açıkçası bana da mantıklı gözüken şöyle bir çözüm önerisinde bulunmuş: “Üniversitelerde de güz döneminin online olacağı neredeyse kesinleşti. Acilen bilgisayar, tablet ve internet üzerindeki tüm vergiler sıfırlanmalı. Bunlar artık özel, lüks tüketim olarak görülmemeli. Tüm öğrenci ve öğretmenlere yeterli miktarda ücretsiz internet kotası sağlanmalı.”

Kendi okulumda geçen dönem bu sorun mezunlardan toplanan bağışlarla sağlanan internet bursu ve ikinci el bilgisayarlarla çözülmüştü. Gelecek dönem için bu tür geçici çözüm kesinlikle yeterli olmayacaktır. Derslere erişimi olmayan öğrenciler olduğu sürece de üniversitelerin uzaktan öğretim yapmış olması bir eğitimci olarak bana Weimer’in şu sözünü hatırlatıyor: “Öğrenme, öğretmen olmadan da gerçekleşebilir, ancak öğrencinin olmadığı yerde öğretim yapmak gerekçesi olmayan bir faaliyettir”.

Teknolojiye erişim meselesine kalıcı çözümler gelmesi uzaktan öğretimin sadece ilk adımı. İkinci olarak, üniversitelerde nitelikli uzaktan öğretim ve öğrenme deneyimlerini tasarlama üzerine kafa yormak gerekiyor. Bu tasarım aşamasında elimizdeki en önemli kaynaklardan biri bilgisayar ve öğretim teknolojileri alanındaki hocalarımız ve onların uzaktan öğretim konusundaki bilgi ve deneyimleri. Zira uzaktan öğretim hangi teknolojiyi kullanacağımızdan çok, öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini bilerek doğru öğretim yöntemleri ve öğretim teknolojilerini kullanmaktan geçiyor. Uzaktan öğretim pedagojisi kapsamında öğretim yöntemi (senkron-asenkron), eğitimin hızı ve süresi, öğrenci-öğretim üyesi oranları, öğretim felsefesi ve geribildirim/değerlendirme boyutları göz önünde bulundurulmalıdır.

Tasarım aşamasındaki önemli konulardan bir tanesi de geçtiğimiz dönem yaşanan acil durum uzaktan öğretiminin değerlendirilmesi ve oradan aldığımız geribildirimlerle öğrencilerimiz için daha iyi bir öğrenme deneyimi yaratmak. Kendi derslerimde uyguladığım dönem sonu değerlendirmesinde öğrencilerimin söylediklerini şu şekilde özetleyebilirim: Derslere motive olmakta/devam etmekte çok zorlandık, internet/ekipman kısıtlılıkları dolayısıyla derslere devamda sorun yaşadık ve bazı dersleri bırakmak zorunda kaldık, çok fazla ödev ve sınırlı etkileşim bizi çok zorladı, evde ya da ailedeki sağlık sorunları nedeniyle derslere odaklanamadık ve en önemlisi sınavlarda yaşanan aksilikler. Bu sorunların bazıları çözümlenebilecek şeyler olmayabilir ancak öğrenci motivasyonu, derslerde etkileşimi artırmak ve nitelikli öğretim materyali ve anlamlı değerlendirme süreçleri tasarlamak biz hocaların ve üniversitelerin yapabilecekleri arasında yer alıyor.

Tam da burada öğretim üyelerinin uzaktan öğretim konusunda mesleki gelişimlerinden bahsetmek gerekiyor. Üniversitelerde var ise Öğretimi/Öğrenmeyi Destekleme Merkezleri ve yeni kurulmaya başlanan Uzaktan Öğretim Araştırma ve Uygulama Merkezleri işbirliği içerisinde çalışmalıdır. Benim gözlemlediğim öğretim üyesi seminerlerinde daha çok teknoloji kullanımı anlatılıyor. Ancak öğretim üyelerinin öncelikli ihtiyacı uzaktan öğretimin tasarımı ilkelerini anlaması ve kullanımı kolay teknolojilerle anlamlı bir öğrenme deneyimi ve nitelikli ders materyali hazırlayabilmesi. Bunu yapabilmek için bence iyi örnekler mevcut ve bu örnekler üzerinden yol gösterilebilir.

Eğitimin en önemli bileşeni olan öğrenciler ve onların eğitime katılımı ise bir başka önemli başlık. “Okulumuzun ve yüz yüze eğitimin değerini çok iyi anladık hocam” cümlesi geçtiğimiz dönem en sık duyduğum ifadelerden biri. Derslere katılım ve motivasyon eksikliği uzaktan öğretimde yaşadığımız en büyük sorun ve bu dönem daha fazla problem olacak gibi duruyor. ODTÜ’nün iyi olduğunu düşündüğüm alanlarından biri olan öğrenci toplulukları ve bu toplulukların etkinliklerine katılım öğrencilerin eksikliğini yoğun olarak hissettiği bir başka deneyim. Yakın zamanda ODTÜ öğrencileri etkinliklerine çevrimiçi olarak devam edeceklerini açıkladılar ki bu öğrenci kültürünün devam etmesi açısından önemli bir adım. Şu aralar veri analizini yaptığım üniversitede öğrenci katılımı ile ilgili çalışmada da bunu destekler sonuçlar çıkıyor. Öğrencileri için üniversitede olmak yüz yüze eğitimin yanı sıra topluluklara katılım, sosyalleşme ve birbirinden öğrenme gibi deneyimleri içeriyor ve pandemi döneminde bu deneyimlerden mahrum kaldılar. Bu nedenle, yeni normalleşme sürecinde düşünülmesi gereken bir başka konu da öğrenci katılımı. Üniversite yönetimleri, uzaktan öğretimde bu katılım boyutunu da düşünerek, öğrenci topluluklarının ders dışı etkinlikleri gerçekleştirecekleri araçlar ve mekanizmalar sunmaları oldukça yerinde bir karar olacaktır.

Yeni normalleşme sürecinde üniversiteler geleneksel eğitim ve öğretim alışkanlıklarını ve yönetim anlayışlarını revize etmelidir. Pandemi gibi talihsiz bir deneyim sonucunda da olsa üniversitelere verilen özerklik ilkesi kullanılarak, üniversite yönetimleri kendi yeterlilik, deneyim ve kaynakları kapsamında hızlı karar alma ve uygulama süreçlerini daha etkin bir şekilde gerçekleştirmelidir. Tüm bunların yanı sıra planlanmayana hazırlıklı olmak için bölüm ve fakülte kurullarının sistematik olarak işletilmesi ve eğitimin bileşenlerinden sürekli geribildirim almak bu krizi daha etkili yönetmede faydalı olacaktır kanısındayım.

Son olarak bu süreçte öğrendiğimiz ya da hatırladığımız şeylerden birisi de dayanışma oldu. Aynı dersleri veren hocaların öğretim materyali/yönetimi paylaşması, alanında uzman kişilerin ya da başka üniversitelerden hocaların derslerde konuk edilmesi veya çevrimiçi konferans ve etkinliklerin gerçekleştirilmesi üniversiteler arası dayanışmanın bazı örnekleri oldu. Gelecek dönem bu paylaşım ve destek mekanizmaları daha planlı bir şekilde artarak devam ederse Türkiye akademisi adına olumlu bir gelişme olur düşüncesindeyim. Uzaktan öğretim deneyimlerinin paylaşımı, kısıtlı insan ve maddi kaynağı olan üniversitelerin birbirlerine bu şekilde destek olması Türkiye üniversiteleri arasında öğrenme toplulukları yaratmada bir adım olabilir. Ancak her şeyden önce akademik yılın başladığı bu günlerde teknolojiye erişim konusunda çözüm adımlarının bir an evvel atılması ve mevcut eşitsizliklerin ortadan kaldırılması eğitim politika yapıcılarının ve yöneticilerinin ilk görevidir.

 

 

 *Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü