Yeni sağı konumlandırmak

Yeni sağ hareketler konusunda yeniden düşünmekte fayda var. Bunları tartışırken yeni olduklarını kabul etmek gerçek kapasitelerini, sınırlılıklarını anlamak faşizme karşı mücadelede önemlidir. 

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Faşizm ve radikal sağ hareketler, son yıllarda sadece akademik araştırmaların ya da tarih yazımının değil aynı zamanda güncel siyasi tartışmaların da merkezinde yer alıyor. Bu hareketlerin nasıl konumlandırılacağı üzere süregiden bir tartışma var. Bir tarafta sağ popülizm, otoriterleşme, neo-faşizm, post-faşizm gibi kavramlar geliştiriliyor. Diğer tarafta, özellikle de siyasi söylemde bu hareketlerin işçi sınıfını bölmesi ve burjuvaziyi içinde bulunduğu krizden kurtarması vurgulanıyor. Buna göre faşizm aslında tarihsel rolünü oynuyor ve günümüzde de pek bir şey değişmiyor. Son olarak faşizm, gündelik dilde ve söylemde bir tür sıfat haline geliyor; burada siyasi değil ahlaki konumlanma ön plana çıkıyor, bireysel ve vicdani olana sesleniyor, karşıtını bu şekilde hareketsiz bırakmayı hedefliyor.

Yukarıdaki bu üç temel eğilimin belirli açmazları var. İlki henüz oluşmakta olan bir harekete ve devam eden bir sürece erken teşhis koyuyor. Bu teşhis sırasında içerik, biçim ve yöntem çoğu zaman güncel hareketleri klasik faşizme benzetme ya da ayrıştırma noktasında belirsizlikler yaratıyor. İkincisi bir tür “siyasi felaketçilik” etrafında faşizm tanımı geliştiriyor ve klasik faşizmin bütün felaket sonuçlarının tekrarlanacağı çağrışımına yol açıyor. Burada faşizmin en uç versiyonu (çoğu zaman Nazi Almanyası) varış noktası haline geliyor. Sonuncusu ise gündelik dilde ve sosyal medyada ifade ediliyor. Temelde siyasetten yoksun olan bu anlatı, ahlaki bir basıncın artık işe yaramadığı ya da siyasi karşıtın bu sıfatları “kabul ettiği” durumlarda boşa düşüyor.(1)

O halde bu hareketleri nasıl kavrayabiliriz? Bu soruyu iki temel noktadan, tarihsel ve karşılaştırmalı bir şekilde ele alabileceğimizi düşünüyorum. Öncelikle radikal sağ hareketlerin tarihsel bir çerçevesine ve ardından niyetlerinden bağımsız olarak siyaseten nasıl araçsallaştırıldıklarına bakabiliriz.

***

Son yıllarda ekonomik krizler, savaşlar, ayaklanmalar, faşizmin yükselişi, sosyalizmin en azından fikri olarak güçlenmesi gibi unsurlar gündelik söylemde iki savaş arası döneme döndüğümüze dair bir beklentiyi güçlendirdi. Bu benzerlikler üzerine çok fazla tartışma var. Mevcut tartışmaların tüm zenginliği ve çeşitliliği arasında özellikle Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm’ü 1930’ların dünyasını olduğu gibi günümüzü kavramak için de özgün bir analitik çerçeve sunabilir.

Polanyi, 1930’ların çalkantılı dünyasının temel nedeni olarak kapitalist piyasa yükselişini görür. Polanyi için kapitalist piyasa insan doğasına aykırıdır ve onun sistematik olarak kurumsallaştırılması beraberinde pek çok çatışmayı getirecektir. Kapitalist piyasa sürekli “hayali metalar” yaratarak yoluna devam eder; toprak, emek, para, bilgi, doğa kapitalizmden önce de vardır ancak bu sistem altında özgün ve metalaşmış bir biçim kazanır. Yine de Polanyi bu insani olmayan kurum karşısında toplumun kendisini koruyacağını söyler. Bu nedenle kapitalist piyasanın yükselişi Polanyi için “çifte harekettir”. Bir tarafta piyasa yükselişi diğer tarafta toplumun kendini koruyan karşı hareketleri vardır. 18. yüzyılın sonunda yükselişe geçen kapitalist piyasa hareketinin 20. yüzyılın başında üç tane büyük karşı hareketi ortaya çıkar; sosyalizm, faşizm ve New Deal. Dolayısıyla bu büyük karşı hareketlerin kökeninde metalaşma ve kapitalist piyasanın kurumsallaşması yatar.

Pek çok kişi, Polanyi’ye atıfla neoliberalizmin yeni bir köktenci kapitalist piyasa dalgası ya da “büyük dönüşüm” olduğunu ifade eder. 2008 finansal krizinin ardından Polanyi’nin karşı hareketlerinin çeşitli emareleri ortaya çıkmıştır. Anti kapitalist niteliği baskın toplumsal ayaklanmalar, Trump’ın başkan seçilmesiyle hız kazanan sağ hareketler, en azından teorik düzeyde de olsa kapitalizmin sübvanse edilmesini isteyen ekonomistler vs. Yine de bunlar henüz belirgin bir siyasi netlik ve biçim kazanabilmiş değildir. Çünkü bu noktada kapitalist piyasanın “tarihsel hafıza”sı devrededir. Polanyi’nin karşı hareketleri devlet merkezli bir dönüşüme dayanır. Her ne kadar New Deal ve Faşizm kapitalist sistemi yıkmaya ya da onun sınıfsal karakterini değiştirmeye çalışmayan rejim biçimleri olsa da kapitalist piyasanın işleyişini çeşitli biçimlerle tehlikeye atan sistemlerdir.(2) Dolayısıyla Polanyi’nin karşı hareketlerinin böyle “kopuşçu” bir devlet biçimi kazanıp kazanamayacağı siyasi mücadelelerin bir sonucudur ki buna kapitalizmin yeni bir New Deal ya da Faşizm biçiminde mi yoksa piyasanın “kendi kendini düzenlediği” biçimde mi devam edip etmeyeceği de dahildir.

Polanyi’nin karşı hareketleri devlet biçimi kazanır, metalaşmayı sınırlandırır ya da ortadan kaldırır. Ancak bu noktada bir sorun ortaya çıkar; Nancy Fraser’a göre Polanyi “toplum” ve “piyasa” arasında doğal bir karşıtlık kurar, kapitalist piyasa hareketlerinin ya da ekonominin bu topluma karşı olduğunu söyler ancak Polanyi’nin toplumu, kendi içinde pek çok çelişki barındırır. Çünkü bu toplum, kölelik, sömürgecilik, erkek egemenliği gibi kapitalizm öncesi egemenlik ve tahakküm biçimlerini de içerir. Dahası bunlar kapitalizmin doğrudan ürettiği çelişkiler olmasa da onunla bütünleşen çelişkilerdir. Ayrıca Polanyi’nin vurguladığı karşı hareketlerin toplum biçimleri, tarihsel olarak bu çelişkileri çözebilmiş değildir. Bu nedenle Fraser, metalaşma karşıtı mücadele dışında 1960’lardan itibaren yükselen yeni özgürleşme hareketlerinin Polanyi’nin kayıp üçüncü halkası olduğunu ifade eder: “Irkçılık karşıtlığı, emperyalizm karşıtlığı, savaş karşıtlığı, Yeni sol, ikinci dalga feminizm, LGBT özgürlüğü, çok kültürlülük vb.” Fraser’a göre bu hareketler tanınmaya dayanır ve özgürleşme mücadelesini metalaşma yerine “tahakküm” ekseninde kurar. Bu hareketler, savaş sonrası dönemin refah devletleri ya da kalkınmacı devletlerine olduğu kadar, sosyalist devletlere karşı da eleştireldir. Yine de Fraser, günümüzde bu hareketlerin mirasçıları ile neoliberal dönemdeki metalaşma karşıtı hareketler arasında önemli bir yakınlaşma olduğu düşünür.(3) 

Peki yeni radikal sağın buradaki rolü nedir?

Polanyi ve Fraser ile bir diyalog geliştiren Michael Brie, bu hareketleri “dördüncü hareket” olarak konumlandırır. Brie için bu hareketler en genelde özgürleşme hareketlerinin karşısındadır. Temel hedefleri kapitalist toplumun yeniden üretiminde merkezi bir rol oynayan “tahakküm” ve “sömürü” mekanizmasını pekiştirmektir.(4) Örneğin Enzo Traverso, bu hareketlerin karakteristik özelliklerini birkaç noktada bir araya getirir. Öncelikle şiddet kullanımı kural değil istisnadır ve hatta bu hareketler demokrasi ile “yıkıcı” bir karakter sergilemez. Elbette anti-komünizm temel çıkış noktalarından biridir ancak çağdaş dünyada 1930’lardaki gibi bir komünist devletin olmaması bunu sadece “Kültürel Marksizm” sınırlarına yöneltmiştir. Göçmen, kadın, LGBT-İ ve hayvan düşmanlığı söylemsel bir pratik olarak üretilir. Bazen bir tür elitizm ve anti-elitizm söylemi gelişir ve popülizm örgütlenir. Ama bunlar, klasik karşı hareket biçiminde olduğu gibi kapitalist piyasadan yıkıcı bir şekilde kopuşu ya da bu çelişkileri başka bir devlet biçiminde yeniden örgütlenmeyi tasarlamaz. Daha çok devletin tahakküm kapasitesini arttırmaya, hareket alanını genişletmeye ve sosyal sorumluluklardan azade neoliberal devletlerin sorumsuzluklarını gizlemeye yönelmiştir.

Elbette bu bir süreçtir ve hareketlerin nereye yöneleceği henüz belirsizdir. Ancak görünen noktada bu hareketlerin henüz toplumu kökünden dönüştürme kapasitelerinin olmadığı, bu şekilde örgütlenmedikleri, siyasi söylemlerini asıl olarak sosyal medya aracılığıyla inşa ettikleri, siyasi tahayyüllerini ve hedeflerini var olan devlet aygıtını “harekete geçirme” ya da “müdahale etmeye” çağırmanın ötesine taşımadıkları söylenebilir. Toplumsal cinsiyet karşıtı, kadın, LGBT-İ ve hayvan düşmanlığı etrafında söylem geliştirmelerinin temel nedeni tahakküm mekanizmasını zayıflatmaya yönelik hareketlere saldırmaları kadar, kapitalist piyasanın ve kapitalist üretim biçiminin sömürü ilişkilerini de gizlemektir. Bir başka ifadeyle kapitalist piyasanın yıkıcılığına karşı ortaya çıkan hareketlerin bir tür “kopuşçu” devlet biçimine, karşı harekete dönüşmemesi için bu öfkenin kapitalist piyasanın hakim olduğu devlet tahakkümünü güçlendirecek biçimde başka tarafa yönlendirilmesidir. Bu nedenle bu hareketlerin en temel hedefleri kapitalist piyasayla uyumlu neoliberal devletlerin tahakküm mekanizmasını mükemmelleştirmek ve sömürü ilişkilerini güçlendirmektir. 

Kısacası yeni sağ hareketleri tartışırken erken teşhis, siyasi felaketçilik ve faşizmi sıfatlaştırma konusunda yeniden düşünmekte fayda var. Tarihsel karşılaştırmalar faydalı olabileceği gibi bugünün özgün farklılıklarını da görünmez hale getirebilir. Bunların yeni tipte hareketler olduklarını kabul etmek ve gerçek kapasitelerini, sınırlılıklarını anlamak faşizme karşı mücadelede son derece önemlidir. 


NOTLAR:

(1) Irkçılığın sürekli suçlayıcı bir sıfat olarak kullanılması bunun örneğidir. Durumun kendisi “evet, . . . ırkçılıksa, ırkçıyız” gibi bir noktaya geldiği andan itibaren bu ahlaki basıncın etkisi ortadan kalkacaktır.

(2) Faşizm ve piyasa işleyişi bir yana, Theodore Roosevelt bugün bile New Deal için komünizmle flört ile suçlanmaktadır.

(3) Nancy Fraser, “A Triple Movement? Parsing the Politics of Crisis after Polanyi”.

(4) Michael Brie, “For an alliance of liberal Socialists and libertarian commonists: Nancy Fraser and Karl Polanyi—a Possible Dialogue”.