Yeniden kuruluş safsatası
Siyasi iktidarın huyunu az çok öğrendik; köklü değişiklikler yapmadan önce, konuyu açıp ortamı ısıtıyor. Anayasayı elbette hemen değiştirmeyecek. Zaten sayısal çoğunluk engeli var. Ülkeyi henüz tam olarak istedikleri şekle sokabilmiş değiller. Bu konuyla birkaç kuş birden vurmak istiyorlar. Hem gündem sapacak hem bazı muhalefet partilerine cazip gelecek önerilerle oy devşirecekler hem de Millet İttifakı'nı karıştırmış olacaklar.
Siyasi iktidarın anayasayı, daha doğrusu sistemi değiştireceği yönünde uzunca süredir bir söylenti dolaşıyordu. Malum, getirmiş oldukları cumhurbaşkanlığı sistemi başarısız oldu. Elbette, güçlendirilmiş parlamenter rejim getirmek için değiştirmek istemiyorlar anayasayı; her zaman olduğu gibi iktidarlarının devamı için hesap kitap yapıyorlar. Nitekim, Cumhurbaşkanı anayasanın değişmesi gerektiğinden bahsetti geçtiğimiz hafta ve Adalet Bakanı da 1921 Anayasası’nın ruhunu taşıyan yeni bir toplumsal sözleşme gerekliliğine vurgu yaparak sürprizi tamamladı.
Bu açıklamaların halkın istisnasız tamamında hayret etkisi uyandırdığına eminim. Bir kısım hiç sorgulamadan “Reis diyorsa doğrudur” demişse de öncesinde bir hayret duygusunun varlığı şüphe götürmez. Ama çoğunluğun; hayretin yanı sıra bıkkınlık ve öfkeyle karşıladığına da eminim. Zira, siyasi iktidar, kendi hedeflerine ulaşabilmek için ayda bir anayasayı değiştirmek gerekse, yüzünü dökmez, zerre utanmaz, her ay değiştirmek ister. Buna ses çıkaranı da terörist, vatan haini ilan edip içeri atar.
Çoğu kişi bu yeni anayasa konusunun gündemi saptırmak için ortaya atıldığını düşünüyor, ben öyle düşünmüyorum. Siyasi iktidarın huyunu az çok öğrendik; köklü değişiklikler yapmadan önce, konuyu açıp ortamı ısıtıyor. Anayasayı elbette hemen değiştirmeyecek. Zaten sayısal çoğunluk engeli var. Ülkeyi henüz tam olarak istedikleri şekle sokabilmiş değiller. Bu konuyla birkaç kuş birden vurmak istiyorlar. Hem gündem sapacak, hem bazı muhalefet partilerine cazip gelecek önerilerle oy devşirecekler, hem Millet İttifakı'nı karıştırmış olacaklar hem de önümüzdeki genel seçim için “Bize oy verin, çoğunluğu verin, anayasayı değiştirelim” diyecekler. Güzel memleket…
1921 Anayasası’yla ilgili birkaç kelam da biz edelim. Toplamda 23 maddelik bu Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye), İnönü Savaşı’nın akabinde 1920’de TBMM kurulduktan hemen sonra hazırlanan dönemine göre ilerici (Cumhuriyeti vurgulayan) bir anayasa. 1876 Anayasası (Kanuni Esasi) ile birlikte uygulanıyor 1924’te yeni Anayasa gelene kadar. Fakat, Cumhuriyet öncesi geçici bir anayasa 1921 Anayasası. Şimdiki Anayasa ile arasındaki temel farklılıklar ise şöyle:
-Kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği var (Yargıdan bahsedilmiyor, yasama ve yürütme birlikte).
-Laiklik ilkesi yok, “Devletin dini İslam’dır” şeklinde bir madde var.
-Ulus-devlet yok, birçok etnik kökene ve kimliğe dayalı güçlendirilmiş yerel yönetimler (bir nevi özerklikler) var.
Yalnızca bu farklar bile göz önüne alındığında, bir felaketten dem vurdukları kolaylıkla düşünülebilir. Büyük ihtimalle, akıllarından geçirdikleri de bu yönde farklılıklar zaten. Buradan, ilk dört maddeyi değiştirmeye yönelik bir tasarı içerisinde oldukları söylenebilir.
Kuvvetler ayrılığı olmayan bir ülke demek, tüm yetkilerin tek elde toplandığı, denetimden azade bir iktidar demektir. Prof. Dr. Osman Can bir yayında, 1789 Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. Maddesi’nin “erklerin birbirinden ayrılmadığı yerde anayasa yoktur” hükmüne değinmişti. Düşünün, 250 yıl önce…
Laiklik ilkesi deseniz, demokrasinin en temel ilkesidir. Laikliğin olmadığı ülkede, eşitlik yoktur. Devletin dini olmaz; devletin dininin olması demek, o dine mensup olmayanların o anayasadan faydalanamayacağı anlamına gelir ki bu da Fransız İhtilali'nin bile gerisine gitmek, ayrımcılığı kabul etmek, bir nevi kast sistemine dönmek demektir. Bunları açıklamak zorunda bırakacak öneriler ortaya atan bir siyasi yönetimimiz olduğuna inanabiliyor musunuz?
Yargı deseniz, Devlet Bahçeli geçenlerde “Divan-ı Ali”ye kadar götürdü Anayasa Mahkemesi’ne ayar verme işini. Divan-ı Ali, Osmanlı’da padişah istediğinde toplanan Yüce Divan anlamına gelen makamdı. Demek, Bahçeli Divan-ı Ali derken yine önden önden mesaj veriyormuş. Anayasa Mahkemesi’ni de reisicumhura bağlayacaklarsa demek…
Yargıtay’da bir tek gün görev yapmamış savcı İrfan Fidan’ın Anayasa Mahkemesi’ne usule çomak sokularak atanması bu muazzam tarafsız ve bağımsız projelerin ilk adımları malum. Düşünsenize, tam olarak bu davranışa ilişkin 2020 yılında AİHM’nin İzlanda kararı bile var, diyor ki; İzlanda’da temyiz mahkemesine üye atamada Adalet Bakanı’nın takdir yetkisini yeterli tecrübeye sahip olmayan üye lehine kullanması yargı tarafsızlığına ve bağımsızlığına, dolayısıyla AİHS’nin 6. Maddesi ile düzenlenen Adil Yargılanma İlkesi’ne aykırıdır. Bunun sonucu şudur (buradan bilgilendirme yapmış olalım): Anayasa Mahkemesi’ne götürdüğünüz bir talebin AYM üyelerinin taraflı olması sebebiyle reddedildiğini düşünüyorsanız, AİHM’ye gittiğinizde, çok yüksek ihtimalle, adil yargılanma hakkınızın ihlal edildiğine karar verilebilir.
Bir yayında, İslam Tarihçisi Doç. Dr. Oktay Bozan 1921 Anayasası’nı ve olması gereken anayasayı anlatıyor. Orada, “1921 ruhu”nu öven Sayın Bozan, 1982 Anayasası’nın “ideoloji kokan” bir anayasa olduğunu, bu durumun darbe zihniyetini desteklediğini, ideolojisi olmayan bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu dile getiriyor. Ben şimdi buradan Oktay Bey’e sorayım; niçin nispeten daha özgürlükçü ve daha sosyal nitelikte olan 1961 Anayasası’nı değil de 1921 Anayasası’nı övüyorsunuz? “İdeoloji”den kastınız nedir? İlk 4 maddedeki “Atatürk milliyetçiliği” mi yoksa “laiklik” mi? Bunlar mı sizi rahatsız eden ideolojiler?
Esas ideolojinin bu yorumların altında gizli olduğunun farkındayız biz.
Anayasal özgürlükleri kullanarak, özgürlüklerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığının farkındayız.
Yurttaşlar derin yoksulluk intiharlarına maruz bırakılırken, ağızlarından salyalar akarak iktidar bekası kovalayanların neler yapabileceğinin artık farkındayız.
Herkes farkında.
Zamanında (2010’da, 2017’de) fırsatınız varken niçin yapmadınız, diye sorarlar insana. Yapmadınız, çünkü yapamazdınız. Suda piştiğini fark etmeyen kurbağa kıvamına gelmemişti henüz insanlar, yeterinde kaynamamıştı su. Bugünlerde su buharlaştı, bitti. İpler koptu. İktidarın oynayacak kozu kalmadı, maskesi düşeli çok oldu. Bu yüzden de kılıçları çekti.
Yeniden kuruluş anayasasıymış da toplumsal sözleşmeymiş…
Cumhurbaşkanı Erdoğan belli ki kendisini “kurucu” konumda görüyor. Artık neyi kuracaksa…
Kuramayacak.
Toplumsal sözleşme diye katiyen inanmadığınız tamlamalarla halkın kim bilir kaçıncı kez gözünü boyamaya çalışıyorsunuz.
Artık boyatmazlar.
Toplumsal sözleşme, Şili’deki gibi olur. Önce, “Anayasayı değiştirelim mi?” diye sorarsınız halka. Halkın yüzde 80’i şarkılarla marşlarla “evet” der. Sonra, oturur “hep beraber” anayasa hazırlamaya başlarsınız. Sonra Devlet Başkanı Pinera gibi “Şimdiye kadar anayasa bizi böldü. Bundan sonra anayasanın birlik, istikrar ve geleceğimiz için bir çerçeve sunması adına hep birlikte çalışmalıyız” deyip çoğulcu katılım ve birlik mesajı verirsiniz. Toplumsal sözleşme böyle olur. Yüzde 52’yle olmaz, ki artık o da yok zaten.
Biz önümüze atılan bu safsatalara çok da takılmadan önümüze, işimize bakalım, zaten gerici zihniyetler geride kalır.