Yer altı tanrısı Hades’in bitkisi nane
Hades, kendi yüzünden yaşamını yitiren Menthe’ye acır ve onu yani ıstırap ve acının nehrinde yıkanan bu periyi nane halinde yeryüzüne gönderir. İşte ondandır nanedeki hafif acılık ve burukluk.
Ahmet Uhri
İnsanoğlunun bazı bitki ve hayvanları hor görmesinin, kendindeki kötü yanları bitki ve hayvanlar üzerinden yansıtmasının hayvanlar dünyasından örneği eşek ise, bitkiler dünyasından da nanedir. Deyimlere ve atasözlerine konu olan bu bitkiyi, nane molla, naneyi yemek, ne nane, nane ruhu vb. gibi deyimlerden tanımanın yanı sıra, “Nane limon kabuğu” vb. şarkılardan da biliyoruz. Bir de şu yıllar öncesinin kerameti kendinden menkul popstar türü yarışmalarda boy gösteren Ajdar’ın korkunç şarkısından!
Oysa baharatlar içinde en özel yere sahip bir bitkiyle karşı karşıya olduğunu pek bilmez insanlar. Adını Yunan mitolojisindeki acıklı bir öyküden alan bu bitkiye övgüyü antik dönemin mitolojilerle süslü dünyasına geçiş yaparak sürdürelim.
HADES'İN RUHLAR ORDUSU
Öykü Anadolu’da geçer. Bugün Bursa, İzmit, Kocaeli çevrelerini kaplayan antik dönemin Bithynia bölgesindeki Triphyle (Yonca) dağında. Dünya, Tanrı Kronos’un üç oğlu olan Zeus, Poseidon ve Hades arasında paylaşılmış, Zeus mavi göklerin tanrısı ve baştanrı olmuş, Poseidon denizlere hükmetmekte, Hades’in payına ise yer altı ve dolayısıyla ölüler dünyası düşmüştür. Daima zifiri karanlık bir gecenin içinde, anlaşılmayan kederli bir âlemde, kendisini görünmez yapan bir miğfer taşıyarak bir başına yaşardı Hades yer altında. Çünkü onunla olmak demek “ölmek” demekti. Cehennem sarayına sonsuza dek kapanmış ve diğer tanrıların yaptığı yolculukları bilmeden burada yaşar, yer altında bulunan sayısız ruhlardan oluşmuş ordusunu yönetirdi.
NANEYE GİDERKEN...
Hades sadece bir kez yeryüzüne çıkar o da sonradan karısı olacak Kore’yi kaçırmak için. Demeter’in kızı olan Kore ya da diğer adıyla Persephone bu kaçırma eyleminden sonra yaşantısının üçte ikisini yeryüzünde, geri kalanını da yer altında geçirmeye başladı. Zira bereketin, doğanın üreticiliğinin tanrıçası olan annesi Demeter, kızının üzüntüsünden görevlerini yerine getirmemeye başlar ve doğa her zaman kış mevsimini yaşar. Buna engel olmak isteyen baş tanrı Zeus kardeşi Hades ile konuşarak onu Persephone’nin yılın üçte ikisinde yeryüzünde olması için ikna eder. Bu sayede de mevsimler oluşur. Burada öykünün arasına girip, aynı mitolojinin Mezopotamya’da daha önce İştar’ın yer altına inişi ve geri dönüşü şeklinde anlatıldığını da belirterek, naneye geri dönelim. Dikkat edilirse daha naneye kavuşamadık. Ama işte, Yunan mitolojisi ya da genelde mitoloji böyle bir şey, eskiçağ insanının dünyayı algılama/anlamlandırma biçimlerinden biri mitoloji ve bütün öyküler birbiriyle ilintili ve simgesel.
Hades, Persephone ile evlendikten sonra, sadece iki kez çok sevdiği karısına ihanet eder. Kim bilir belki aldatma da insanın doğasında var ve mitolojiler bunu da simgesel olaylarla açıklıyor. Bunlardan biri Okeanos’un kızlarından Leukeile olur ama adı 'beyaz' ya da 'gümüşi beyaz' anlamına gelen bu kız, yer altının karanlığında yaşayamaz ve ölür. Hades de onu gümüşi renkli yapraklarıyla kavak ağacına çevirir.
Hades’in ikinci ihaneti ise cehennemde akan ıstırap nehri Kokytos’un perisi Menthe ile olur. Yer altında yaşayabildiği için olasılıkla uzun süreli olan bu ilişki elbette bir süre sonra Persephone’nin kulağına gider ve bu duruma çok kızar. İntikam almaya niyetlenen Persephone, Menthe’yi ayaklarının altında çiğneyerek öldürür. Aldatılan kadından kaçınmak gerektiğini bu şekilde öğrenen Hades, kendi yüzünden yaşamını yitiren Menthe’ye acır ve onu yani ıstırap ve acının nehrinde yıkanan bu periyi nane halinde yeryüzüne gönderir. İşte ondandır nanedeki hafif acılık ve burukluk. İşte ondandır naneye verilen 'menta' adı ve mentol. En bilinen nane çeşidi olan Mentha piperita’nın adının kökeni de yine bu öyküde yatmakta. Yunan mitolojisi nanenin ortaya çıkışını böyle anlatsa da bitkinin Yunanca adının kökeni daha eskiye dayanır ve Lineer-B tabletlerinde mi-ta olarak geçmektedir.
NANENİN 'RUHU'...
Yeryüzünün ışığında yeşeren ve yeraltının bilgeliğini taşıyan bu bitki, içindeki acıyla zaman zaman insanları iyileştirmek gibi bir niteliğe de sahiptir. Mitolojilerin gizemli ve simgesel dünyasından gerçeklere dönecek olursak; öyküde anlatılanların gerçekliğini aynen adaçayı gibi nanenin de içindeki uçucu yağ asitleri ve diğer maddelerle nasıl bir sağaltıcı gücünün olduğunu insan, en eski çağlardan beri fark etmiştir. Örneğin Mısır’da nezleye karşı kullanılmış, Mezopotamya’da ise nane, tarçın, mersin ağacı ve söğüt, köknar, incir gibi bitkiler Kuşumma şarabı içinde eritilerek ya da toz haline getirilerek kullanılmışlardır. Ayrıca Hitit eczacılık ve tıbbında da yeri olan naneyi Hititler Akkadcadan geçen adıyla URNÛ olarak adlandırmış ve hem tohumu hem de diğer kısımlarından ilaç yapmışlardır. Türkçe adı ise Arapça üzerinden Aramice’ye kadar uzanmakta ve nan’a sözcüğünden gelmekteyse de bu sözcüğün de yine Semitik Mezopotamya dillerindeki ninû sözcüğünden türemiş olabileceğini Jean Bottéro’ya dayanarak belirtmek olasıdır. Nanenin sağaltıcı kullanımı sadece kullanımlarından biridir. Oysa adaçayı, kekik ve diğer Lamiaceae familyası üyesi bitkiler gibi nane de keskin kokusu nedeniyle hem yemeklerde hem de güzel koku vermesi nedeniyle kötü kokuları gidermek için çok değişik yerlerde kullanılmıştır.
Nanenin içindeki uçucu maddeler ki, işte esas bunların bir kısmı tedavi edici ve naneye o kendine özgü kokusunu ve tadını veren maddeler olup, yüzde 1-3 oranında bulunan mentol, menton, flavonoidler, fenoller, tripertin ve tanendir. Bir başka deyişle “nane ruhu” denilen şey işte bu maddelerden oluşur.
Hemen her yerde ve neredeyse her iklimde yetişmesi nedeniyle dünyanın çok değişik yerlerinde bilinen nane, genellikle çeşni verici olarak yemeklere katılmış ve sağaltıcı nitelikleri nedeniyle tıp ve eczacılıkta kullanılmıştır. Roma’nın Akdeniz dünyasındaki yayılımı nanenin yayılımını da sağlamış ve Avrupa’nın kalan kısmı naneyi Roma imparatorluğu sayesinde öğrenmiştir. Romalı gurme Apicius’tan günümüze kalan tariflerde de içinde nane olan birçok yemek bulunmakta. Zaten aslında Apicius gibi biri olmasaydı Antik Dönem mutfağı hakkında neredeyse hiçbir şey bilemeyecektik. Belki bir dereceye kadar, Apicius’un çağdaşı sayılabilecek bilge Plinius’un yazdığı Historia Naturalis’te geçen bazı tarifleri ve sağaltım amaçlı kullanılan bitkileri bilme dışında bu dönemin mutfak kültürüyle ilgili bilgilerin çoğunluğunu Apicius’a borçluyuz.